Bu Blogda Ara

29 Mart 2011 Salı

Röportaj Veriyordum

Yavuz Türk: 2007’den beri şiiri, şairleri tanıma adına bence iyi bir mesafe kat ettin. Özellikle çok dergi takip eden ve çok okuyan biri olduğunu biliyorum. Bunun sebebi neydi? Bu ivmeyi açıklayabilir misin?

Cihat Duman: Sanat ve üretme dediğimiz şey -ben üretim diyorum; üretim-tüketim belki biraz kapitalistçe bir ifade ama işe kutsiyet atfetmemek adına üretim diyorum- hayatımızla çok yakından bağlantılı ve paralel yürüyor. 2005’te okulu bitirip serbest meslek hayatına atıldığım zamanlarda bir kopuş yaşamıştım. Ailemden uzak yaşamayı seçmiştim ve insanlara güvenmiyordum. Evde hayvan da besleyemiyordum. Bu sebeple okumak ve yazmak benim için bir tatmin aracıydı. Felsefi ve dini metinlerle de arama bilerek mesafe koydum. Çünkü bu tür metinler daha evvel beni değişik anaforlara sokmuştu. Bu yüzden estetik bir üretime giriştim. Bunu yaparken de bu işi ciddiyetle ve hakkıyla yerine getiren insanların olduğunu gördüm. Kepaze olmamak adına da bazı şeylere önem gösterilmesi gerektiğini anladım. Bilinmesi gereken şeyleri bilmek, yazılması gereken şeyleri yazma becerisi göstermek önemliydi. Bu yüzden dergileri yakından takip ettim. Dergiler edebiyatın kalbi gibidir. Hareketlidir. Takip ettiğim yazarların okudukları kitapları okumaya çalıştım. Bunu yaparken de yazara yaklaşmamak gerektiğini ve sadece yazdıkları ile ilgilenmem gerektiğini düşündüm. O yüzden o kopuş sürecinde okumaya önem gösterdim.

İlk şiirin nerde ve ne zaman yayımlanmıştı?

2007’de Varlık dergisinde.

Erken yaşlarından bu yana bu işle ilgilenmiyorsun bildiğim kadarıyla? Şiir yazma isteğin nerden geldi? Biraz bodoslama girdin gibi…

Bizde şiir okunmaz. Dini metinler okunur ve yorumlanır. Böyle yetiştirildik. Ama üniversitede birkaç arkadaşın tavsiyesiyle Sezai Karakoç, Cemal Süreya okumaya başlamıştım. Bana komik geliyordu. Hoş geliyordu. Bu adamların bizim yaşadığımız şeyleri yaşadığını anladım şiirlerinde. Hayattan aldıklarını sanata aktarıyorlardı ve ben etkileniyordum. Demek ki ben de birilerini etkileyebilirdim. Etkileniyorsan etkileyebilirsin de…

Bir nevi şöyle diyebiliriz: Ben de böyle metinler üretebilirim, düşüncesi…

Demek ki etkilenmeyen insan etkileyeceğini düşünemez. Poptan etkilensem gitar kursuna giderdim. Ne bileyim? Müzikten etkilensem… İlkokulda pastel, guaş boya bulup okula kepaze olmadan gidebilseydik resme merak salabilirdik.

En masrafsızı edebiyat…

Hah! Ondan dolayı etkileyebileceğimi düşündüm.

Sonlarda sormam gereken bir soru ama; kendi şiirini nasıl görüyorsun. Senin yazdığın şey nedir?

Benim yazdığım şey farklı değildir bir kere. Röportajlar, eleştiri ve şiir metinlerinden aktaramayacağımız şeyleri aktarmak için de bir bahanedir. Daha önce söylemiştim, şimdi tekrar edeyim: Ben şair değil nükteciyim. Ben şiir yazdığıma, şiir yazıyor olduğuma inansam bile farklı olduğuma inanmıyorum. İddiam yok. Benim iddiam, çağdaşlarımı etkileyebilecek gündelik metinler üretmemdir.

Patlayan şeyler?

Patlayan şeyler. Anlık etki yapan şeyler demek istedin her halde. Çünkü birazdan bunu nereye getireceğini biliyorum, ha ha ha. Metin Eloğlu’nun bir sözü var: “Geleceğe kalmak istemiyorum. Bugün okunmak istiyorum,” diye. Geleceğe kalma kaygısının bencillik olduğuna inanırım. Geleceğe dönük yapılan şeyler geçmişe gömülecek. Şiir meselesinde de…

Buraya bir şerh düşüyorum. Bugün anlaşılmak kaygısı. Bunun üzerine konuşacağız. Kendi şiirine nasıl baktığınla ilgili devam et.

Kendi metinlerimin geçmişteki büyük şairlerimizin gölgesinde kaldığını hissediyorum. Ama bu aşamayacağım anlamına gelmez. Belki de bu düşünceyi diri tutarak hırs yapıyorumdur. Nihayetinde amacımız tımarhaneye düşmemektir.

Aklımızı biraz daha koruyabilmek.

Ve insanlara zarar vermeden yaşayabilmek. Çünkü böyle bir yarık olmasa başka yerlerden daha şiddetli, daha negatif durumlarla karşı karşıya kalabilirim.

Senin için sinirli diyorlar. (Gülüyor)

Sinirli. Yani irsi bir sinirlilik var. Mesleğim de çok stresli bir meslek. İster istemez fevriliğe neden oluyor. Benim birçok durumda neşeli gözükmemin sebebi sinirimi örtmek içindir. İlk müdahaleyi kendime kendim yapıyorum anlayacağın. Ama yazışarak tehditleşmeyi sevmem. Meseleleri yüz yüze çözme taraftarıyım. Edebiyat dünyasında sıklıkla, kalem oynatarak yapılan polemikler bana samimiyetsiz geliyor. Aynı adamı sokakta defalarca görüyorsun halbuki… Doksan kuşağı bu kaypaklığı çok gösterdi zamanında. Neyse…


27 Mart 2011 Pazar

Dirim Kurgu

Murat Üstübal’ın son on yılın şiir tartışmalarına toplu bir şekilde bakabilmemizi sağlayacak kitabı Dirim Kurgu Ebabil Yayınları tarafından kitaplaştırıldı. Foucaultçu heterotopya, Deleuzecü yersiz yurtsuzlaştırma ile köksap (rhizom) ve Derridacı yapısöküm etrafında kurulan metinler bize postyapısal bir eleştirinin yapıldığını ima eden delillerden sadece bir kaçı. Yazıların çoğu Üstübal’ın Bülent Keçeli ile birlikte çıkardığı ve Türkçe Şiir’de hatırı sayılan kırılmalardan birine imza atan Ücra Dergisi’nde yayımlanmış. Üstübal giriş yazısında da zaten Ücra Şiiri tanımlaması yaparak şu açıklamaları yapıyor: “Ücra, sürrealist deneyimin dilin sentaks ve gösterge hareketlerine bağlı yapısal özelliklerini ihmal ettiğinden Dada hareketini sadece indirgemekle kalmayıp aynı zamanda bilinçaltını yarı pozitivist ve yarı romantik bir anlayışla fethetmeye soyunması ile sonuçlandığını fark etti. Hâlbuki dilin plastik yanının ve somut yapısının semantik imgesel düzenekleri ile ilişkisi ve bağıntısının yeni şiire içkinleşerek verili olmayan yeni göstergeleri yaratacağı belliydi.”

Kitabın merkez kaç adlı bölümünde son yılda tartışılan görsel şiir, somut şiir, deneysel şiir, ikinci yeniyi aşmak, postmodernizm, ironi gibi konularda yazılmış yazılar var. Yazılar farklı bir paradigma sunmanın ötesinde savunduğu şeyleri olumsal (aksi iddia edilebilir) bir şekilde aktarıyor. Tüm bunlar yapılırken Üstübal’ın kullandığı dilin yabancılığı gözden kaçmıyor. Okuru zorlayacak bir metinle karşıya karşıya olduğumuzu bilememiz gerek. Birçok felsefi kavramın ve Üstübal tarafından Deleuzevari üretilen kelimelerin anlamı muğlâk bırakılmış. Üstübal okurun bildiğini farz ederek yazmış. Postmodernizmin bize sunduğu kavramlar gerçekten de tanımsızdır. Hatta modern bir kavram olan Varoluşçuluk bile Sartre tarafından yarım ağızla tanımlanmıştır. Yine de Üstübal’ın sürekli kullandığı kelimelerin/kavramların mini bir sözlük şeklinde kitabın arka sayfalarında toplanması düşünülebilirdi. En azından bir kavramın yazar nezdinde en yakın anlamını algılayabilmek, metni çözebilmek açısından iyi olurdu. Buna rağmen kitabın modern şiirimizdeki tartışmaların neliğini günümüze taşıyabildiğini, üzerine ekleme yapmaya fırsat tanıdığını görebiliyoruz. Şiirde özne, tekillik, çoğulluk, kitle, zaman ve bunların dille kurduğu yakın teması okuyabileceğimiz bu biricik kitap ayrıca TYB 2010 Edebi Tenkit Ödülü’ne de değer görüldü. Ebabil Yayınları’nın daha estetik baskılarını görmek istediğimizi buradan bildirir Temsil Edilemeyen’e bir selam da biz göndeririz.

“Günümüz genç şiiri antiform yanlısıdır, yapıçözümcüdür, bir antitezi vardır, metin öncelikli ve metinlerarasıdır, metanomiktir, köksapsaldır, yüzey şiiridir, küçük tarihçidir, kişisel dile önem verir, şizofreniktir, içkindir parçalıdır, oyunsaldır, tasarımsal değil rastlantısaldır ve en nihayetinde metafiziksel değil ironiktir.” (İhab Hasan’ın karşıtlıklar listesi bağlamında Murat Üstübal’ın tespiti.)
                                                                                      Cihat Duman, Yeniyazı 9

24 Mart 2011 Perşembe

Papirüs Dergisi Soruşturması

Şair olarak şiir yazmayı bugün bıraksanız, kendinizden ve Türk şiirinden ne eksilir?

Bir şair olarak değil de bir hırsız, kolâjcı, “kurnaz bir okur” olarak kendimin ve insanların adına şiir dediği metinleri yazmayı bırakacak olsam hiçbir şey değişmez. Çünkü gururla görüyorum ki benden çok iyi yazan büyüklerim, çağdaşlarım ve yavru şairler var. Sözlerim boş yere yapılmış bir mütevazılık gibi algılanabilir. Tevazunun da aşırı kibirden geldiğini söylerler. Yani “anası ney ki danası ne olsun” hesabı. Söylediklerimin tevazu olmadığını az önce bahsettiğim şairleri şu an içimden teker teker sayarak ispat edebiliyorum. Bunlar canlarıyla kanlarıyla içimde, kitaplığımda ve her yerdeler. Peki neden halen yazıyorum? Gereksizliğimin farkında olmadığım zamanlarda da düşündüğüm şeydi bu. Şöyle açıklayayım: Ben yazarak bu hayattan çok küçük bir karşılık alıyorum. Yazamadığım zamanlarda, yazdığım metinleri birilerin şiir diye yutturmadığım zamanlarda birilerine kötülük yapacağım hissi uyanıyor. Ya da yapayalnız kalacakmışım gibi geliyor. Dost kazanmak için yazıyorum. İnsanlarla şiir yazmak dışında diğer tanışma sebebim paradır çünkü. Serbest meslek erbabıyım. Para için tanıştığım insanları hafife alıyorum. O tanışıklığı hastalıklı olarak görüyorum. Şiir eksenli tanışmalarımda daha sağlıklı iletişim kurabiliyorum. Bu yüzden de gereksiz olduğum halde bu piyasayı terk etmiyorum.

18 Mart 2011 Cuma

30. İstanbul Film Festivali Başlıyor











30. İstanbul Film Festivali başlamak üzere. (http://film.iksv.org/tr) Yarın satışa çıkacak olan biletleri almaya gitmeden önce festival kitapçığını inceledim. Sonra da youtube’tan fragmanlarına baktım. Şu 20 filmi merak ediyorum. Bir kısmı mizah/kara mizah olduğu için diğer kısmı ise ağırlıklı olarak insan hakları ile ilgili olduğu için seçildi. Filmlerin üstüne mause ile basınca film ile ilgili bilgiler çıkıyor.

Uluslararası Yarışma:

Sinemada İnsan Hakları Yarışması:

Türkiye Sineması:

Yıllara meydan okuyanlar:

Geceyarısı Çılgınlığı:

17 Mart 2011 Perşembe

Yaşlı Şair! Ayağını Denk Al!

Bildiğiniz üzere bir edebiyat dergisi çıkarmaktayız. İsmi yeniyazı edebiyat dergisi. Kalın bir dergi. Herkese yer var. Ara sıra biz de şiirlerimizi yazılarımızı yayımlarız. Dışarıya açık bir dergi bu dergi. Umumi. Aleni bir mail adresi var. Buraya yazılar şiirler her şey geliyor. Biz onları alıp 9 kişi tartışıyoruz. Oyluyoruz. Eliyoruz. Sonra basıyoruz. Fazla muhatap olmuyoruz insanlarla. Yazınızı aldık dönecez diyoruz. Sonra da yayımlayacaz ya da yayımlayacaz diyoruz. Başka bir muhabbete giremiyoruz. Zaman yok çünkü.

Bu dergi işleri çok çetrefilli karışık ve şiddetli işlerdir. Sattığı da pek yok. Ama inatla basıyoruz bu dergiyi. Ortalama günde 3-4 saat çalışıyoruz. Maaş veren de yok. İletişimde kalıyoruz. İnsanlarla tanışıyoruz. Eşek kadar adam olmuşuz halen bu işlerle uğraşıyoruz. Eşek kadarız ama dinozor değiliz. Dinozor oldukları halde dergi çıkaranlar da var çünkü. (Ben mesela dadını alıp bırakacam, az kaldı.)


Adamın biri var herkes bilir. Anadoluda yaşlı bir şair. Şiiri bi şeye benzemez. Sanırım 6-7 tane de kitabı var. Bu adam bizi yıllardır rahatsız ediyor. Sadece bizi mi? Dergi çıkaran herkes bilir ki bu adam herkesi rahatsız ediyor. Tacizci bir amca. Adı Ahmet. Soyadı Aday. Şair adayı gibi davranan bir yaşlı. Emekli. Dergicilerin (ki yarısı arkadaşımdır) baş belasıdır bu şair. Hastalığını bahane ederek, öleceğinden bahsederek kendini acındırıyor. Ve bunun karşılığında para, ilaç, karı kız istemiyor. İstediği şey şiirinin basılması! Ve derginin ücretsiz olarak adresine teslim edilmesi! Şimdi ben işimi gücümü bırakıp dergi çıkartacağım. Ebem gebe kalacak. Sonra bunun gibilerin adresine (bir paket sigara parasını dergimizden esirgiyen tip) dergi göndereceğim!!?

10 Mart 2011 Perşembe

Ahmet Ümit ve Şiyir

Değerli romancımız Bay Ahmet Ümit bir şiir kitabı çıkardı. Adı, Sokağın Zulası. Everest Yayınları hamilliğinde çıkan bu kitabı ben birine aldırdım. Alacağımı alamıyordum adamdan. Dedim bari ona aldırayım. Zaten param gitmiş, bari karşılığında ayni bir şey gelsin dedim.
Şimdi hanımlar beyler, sıfat tamlaması/isim tanımlaması+tasvir ile şiir yazılacağını kim söyledi? Türkiye topraklarında yazılan şiirin yüzde 98’i böyle maalesef. Bay Ahmet Ümit bu topluluktan beri durmamış. Kitabı Sokağın Zulası başta sonra israf ve kürtajdan kurtulma düzyazı kırıntıları ile dolu. Tıbbi atık! Boş konuşmayı sevmem. Örneklerime geçip derdimi anlatayım.
“Mıy mıy mıy. Mıy mıy mıy. Mıy mıy mıy mıy vay vayvay.” ölçüsü ile yazılan şiirler.
Bu ölçü lirik bir ölçüdür. Sadece sonundaki  “vay vayvay”lar renk katar dizeye. O da olmasa metin tamamen düzyazıdır.
Gözlerin düşünce gözlerimin aklına
Uyanır sisler arasından bir çift nilüfer
Bir ırmak çırpınır yakamozların kuşatmasında
Bahara koşar bozkırda tarlalar
Saçların takıldımıydı parmaklarımın ucuna (s.48)

Kuru Otlar Üstüne Üzerine

Yazarın notu: Okuyacağınız yazıda sürpriz bozacak bir yorum bulunmamaktadır. İnsanlar roman okumayı bıraktılar. Film ve dizi izlemeye deva...