Bu Blogda Ara

23 Şubat 2012 Perşembe

Utanç Devam Ediyor 3人「餓死」、健康保険証も見つからず

Japonya’nın başkenti Tokyo yakınlarındaki Saytama kentinde yaşayan 3 kişilik bir aile evlerinde açlıktan ölmüş halde bulundu. 60’lı yaşlardaki anne ve baba ile 30 yaşlarındaki oğullarının cesetleri ölümlerinden 2 ay sonra tespit edildi. Ailenin kiracı olduğu apartmandaki evin sahibi, 6 aydır ödenmeyen kirayı almak için kapılarını çaldı. Cevap verilmeyince durumdan şüphelenen kiracı polise haber verdi. Kapıyı açan polis aileyi en şık kıyafetlerini giymiş bir şekilde ayrı yer yataklarında yatarken buldu. 2 ay önce öldükleri tespit edilen aile üyelerinin utandıkları için yardım istememiş olabilecekleri açıklandı. Evi arayan polis, hiçbir yiyecek izine rastlamadı. Evde sadece birkaç kuruş miktarında para ve biraz su bulundu. Hastalığı yüzünden çalışamayan babanın evin kirasını ödemekte zorlandığı belirtildi.

23 Şubat 2012, Milliyet Gazetesi Haber Metni 


今月20日、さいたま市のアパートの部屋で、この部屋に住む60代の夫婦と30代の息子とみられる男女3人の遺体がミイラ化した状態で見つかった問題で、部屋からは一家の健康保険証も見つかっていないことが分かりました。

 一家はおよそ半年間、家賃を滞納していましたが、アパートの大家は世帯主の男性が腰が悪くて働けないなどと説明されていたほか、去年11月に管理会社の職員が訪ねた際には、妻が「夫は体調が悪くて寝ている」と話していたということです。

 警察は一家が保険証もなく、病院に通えなかった可能性もあるとみて調べています。(23日18:02)

21 Şubat 2012 Salı

Bir Şiir Mürtedi Olarak Bedrettin Cömert


“…Fakat ben şiirlerime güvenmiyorum artık. Şiirdeki duyarlığımı eleştiriye uygulayınca daha verimli, daha yararlı oluyorum. Kendimi ozan saymıyorum senin anlayacağın.(…) Gençliğimin ilk yapmacık heyecanlarından sıyrıldım artık.”

Bedrettin Cömert (27 Eylül 1940 - 11 Temmuz 1978), Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi. 12 Eylül Askeri Darbesi öncesinde yaşanan Türkiye'nin siyasi kutuplaşma dönemindekicinayetlerden birinde öldürüldü. Eski Hava Kuvvetleri komutanı Orgeneral Faruk Cömert'in ağabeyidir.
1960'ta Sivas Lisesi'ni, 1967'de Roma Üniversitesi İtalyan Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. 1971 yılında Roma Üniversitesi Felsefe Enstitüsünde, “Son Elli Yılda Türkiye’de Sanat Eleştirisi” konulu tezi ile doktorasını tamamladı. 1972’de Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümünde öğretim görevliliğine atandı. Burada da İkinci doktorasını verdi. “Giotto ve San Francesco Geleneği” konusundaki tezi ile Sanat Tarihi doktoru da oldu.
Yoğun bir yazı ve çeviri etkinliğinin içinde bulunan Cömert, 1960’lı ve 70’li yıllarda dönemin belli başlı dergilerinde ürünleriyle yer aldı. Forum başta olmak üzere, YansımaGelecekVarlıkSoyutYeni UfuklarYeni Ortam dergilerinde şiirleri yayınlandı. 1970’ten itibaren şiir yayınlamaktan vazgeçerek, eleştiri çalışmalarına daha ağırlık verdi. Bu konudaki düşüncesini 4 Mart 1969 tarihli mektubunda şair Hasan Hüseyin’e şöyle açıklamıştır:





16 Şubat 2012 Perşembe

Kütüphane İçin Acil AB (+) Kan Aranıyor


Tevfik Hatipoğlu'ndan mail geldi. 

(...)



Bitlis ili, Ahlat ilçesi, Ovakışla beldesindeki Yatılı Bölge Okuluna Türkçe öğretmeni olarak atandım.Okulumuza ciddi bir kütüphane oluşturmak için bir kampanya çalışmamız var.16 tane sınıfı, 425 öğrencisi olan okulumuz daha çok 6., 7. ve 8. sınıfları olmayan köylere hitap etmektedir.Okulumuz Ahlat ilçesine 18 km, Ovakışla beldesine 1km uzaklıkta kırsal bir alandadır.Bu yıl açılan okulumuz önümüzdeki yıllarda daha çok öğrenciye hizmet edecek.

(...)



Tevfik HATIPOĞLU

KİTAPLAR İÇİN ADRES: Ovakışla Yatılı İlköğretim Bölge Okulu, Kurtuluş Mahallesi, Ovakışla Beldesi, Ahlat/ Bitlis Posta Kodu: 13400

0506 792 49 85

7 Şubat 2012 Salı

Kitap Çalmak Kavramı Üzerine Hukuki İtirazlar

İzafi Dergisi 4. sayısında "Kitap Hırsızlığı" dosyası yaptı. Ben de bir yazı yazdım. Bir kısmını aşağıya alıyorum. Diğer kısmı dergide. (22.12.2004 tarihinde, 17-25 Aralık Hırsızlık Haftası dolayısı ile yazının hepsi aşağı alınmıştır.)


Şiir kitabı sahibi bir avukat ve aynı zamanda köşesinden de olsa yayıncılığa bulaşmış bir insan olarak kitap çalmanın hukuki durumunu anlatabilmek için sadece TCK 141’e bakmak yeterli olmaz. Aynı zamanda fikri mülkiyet hukukunu da irdeleyip bir neticeye ulaşmak gerekir. TCK 141 gayet açık: Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir. Fakat Fikir Ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK diyeceğiz) “eser” ve “eser sahibi” kavramlarını tanımlamakta ve sahibinin haklarını mali ve manevi haklar diye ikiye ayırmaktadır. Fikri mülkiyet hukuku yeni bir hukuk dalıdır. Hem dünyada hem de ülkemizde hem teoride hem de pratikte yasaya ve zihinlere işlemiş değildir. Fikri mülkiyet ile ilgili çalışmaları incelediğimizde mevcut kafa karışıklığını derhal anlarız. Ben anladığım kadarıyla anlatayım.

Eser sahibinin manevi hakları: Ortaya çıkarma hakkı, adını belirtme hakkı, üzerinde değişiklik yapılmasını men etme hakkı gibi haklardır. Mali hakları ise işleme, çoğaltma, yayma, temsil gibi haklardır. Eser sahibi (bundan sonra buna yazar diyeceğim) telif sözleşmesi ile sadece mali haklarını yayınevine devreder. Manevi haklarını devretmesi mümkün değildir. Bu kitabımı al, çoğalt, dağıt ve sat der. Ama adımı silme, değişiklik yapma. Manevi hakların devri mümkün değildir. Bildiğimiz bir satış sözleşmesinden çok daha farklı nitelikler taşır bu sözleşme. Fikrin mülkiyeti tam olarak devredilemez. Zaten fikrin mülkiyete konu olabilmesi ise başlı başına hukuksal bir ironi olarak gözüküyor. Nihayetinde bizler kitapçılarda para verip yazarın beynini satın alırız. Organ satışı peki hukuka uygun mudur? Hiçbir hukuk sistemi bunu kabul edemez. Mesela imza gününde yazara imzalattığımız kitap kimindir? Bizim kitabımız mı, yoksa yazarın kitabı mı? “Kitabınızı imzalar mısınız” mı diyeceğiz yoksa “kitabımı imzalar mısınız” mı diyeceğiz? Bu sorunun cevabı ne yazık ki hukukta yok. Bu sorunun cevabını biz okurlar çok iyi biliyoruz.
Ceza Kanunu’na gelelim. “Taşınır bir mal” diyor. Kitap mal mıdır? Kitaba mal diyecek kadar mal değiliz herhalde? Kitabı düzenli bir şekilde birleştirilmiş ve ciltlenmiş ağaçlar olarak düşünürsek elbette kitap bir metadır. Peki ya içindekiler? Kitaba içkin olan fikirleri mal olarak değerlendiremeyiz? Kitap mal olmadığı için “tipe uygunluk” şartı gerçekleşmez ve dolayısı ile hırsızlık suçu oluşmaz. Tipe uygunluğu anlatmayı düşünmüyorum. Hukuki bi kavram. Kafanız ağrır. Kitabı mal olarak düşünürsek “kalbi çalınan” her sevgilinin de muhatabına dava açabileceği gerçeğine çarparız. İçinde “yalnız hüznü vardır kalbi olanın” dizesi geçen bir kitabın mal olabilmesi mümkün müdür?

Peki, bir pratik yapalım. (Hukuk öğrencileri teoriyi gördükten sonra fakültelerde pratik çalışırlar.) A şahsı B kitapçısından C yayıncısına ait D adlı yazarın E adlı kitabını gizlice alıp polis tarafından yakalanmış olsun. Şikâyetçi B, sanık A’dır. Dava uygulamada böyle görülür. Peki, C yayıncısı ve E yazarı nerde? Davanın tarafları değil. En azından kitaba içkin olan ve bir türlü devredemediği manevi haklara sahip D adlı yazarın da taraf olması gerekmez mi? Böyle bir yazar düşünebiliyor musunuz? Mahkemeye gelecek ve davaya müdahil olacak. Kitabının çalınması kendisi için onur kaynağı olan “yazar” böyle bir adilik yapar mı? Çok komik. Çok komik. Kitabın kamu malı olması hususuna hiç değinmiyorum bile.

1 Şubat 2012 Çarşamba

Fazla Böbreğinden Dolayı Utanç ve Güç Meselesi


Kendini öldürmeyi düşünürken ölenlerin ayrı bir yerde toplanacağını düşünüyorum. Gerizekalılar için cümleyi bir daha açayım: İntihar edenlerden bahsetmiyorum. İntihar etmeyi düşünen korkaklardan da bahsetmiyorum. İntihar etmeyi düşünürken bi şekilde ölen insanlardan bahsediyorum. Tam tarihini hatırlamıyorum fakat iki hafta kadar önce intihar etmeyi düşünürken öldüm. Şimdi bizi bur’da içinde demir paraların olduğu bir bahçede tutuyorlar. Daha fazla tasvire gerek yok. Demir paraları teker teker yiyoruz. Bittikçe kaynağını bilmediğimiz bir yerden takviye yapılıyor. Yan taraftaki Word penceresinden ilk kelimesi yazılmış ve devam etmemiş bi şiir var. Hâlimi bu sayfaya yazdığım, şiir olmayan bu metinle anlatmak zorunda kaldım. Yan tarafın gücü yetmedi. Bizi bi yere topladılar ama ben tekim. İntihar etmeyi düşünürken ölünmeyi yazıya döken tek insan olduğum bildirildi. Kibarlık olsun diye biz diyorum.

Ortada bir utanç var. Utancı ortaya çıkaran bir durum var. Ve bu durumun müsebbibi yok. Ne ben, ne Allah, ne o, ne de “şiddetli bir o”. En çok “şiddetli bir o”nun olmasını isterdim. Ona hayıflanıp, içimden küfredip rahatlardım. Ama yok. Nihayetinde bu utanç hali, dirildiğimde, yeni hayatta kuracağım insan ilişkilerinde belirleyici olacak. 3 yıldır gömlek değiştirmiyordum. Sıkılmıştım. Bunun ölümle neticelenmesi beni şaşırttı. Daha önceleri koma, rüya, aşk gibi şeylerle atlatılıyordu. Bu sefer öldüm. Bundan önce söylediğim ve yazdığım hiçbir şeyle bağlı değilim. Yeni hayatta eskiden tek örnek verenin canını yakacağım. Ki zaten eskiden olanların yüzde 90’anını rehberimden sildim bile. Öc alacak mıyım? Evet. Güçlü olduğumda. Gücü bir utanç sebebi saymayacağım o güzel zamanlarda. Güç utançtır. Güç utanç olmayacak artık.


Kuru Otlar Üstüne Üzerine

Yazarın notu: Okuyacağınız yazıda sürpriz bozacak bir yorum bulunmamaktadır. İnsanlar roman okumayı bıraktılar. Film ve dizi izlemeye deva...