Dildeki zehri fark eder etmez metni terk
edemiyorum. Kurmaca, zaten başlı başına ters yüz eden bir evren. Bir de üstelik
zehirli bir dil kullanılmışsa yazarın dil dağarcığı, okurun dil dağarcığıyla
boğuşma halinde kalır. Bunun bir sonu yok. Kazanan ve kaybeden kayıptır. Alışılagelmişi
sarsan, kesinliği olmayan, anlamı parçalı halde ileten veya iletmeye niyeti
olmadığını belli eden yazarlar vardır: Beckett, Salinger, Refik Halid Karay,
Oğuz Atay, Kurt Vonnegut, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi. İşte bu yazıyı yazdıran
Emile Ajar’ın Onca Yoksulluk Varken[1]
kitabı, yukarıda bahsettiğim anlamda beni zehirleyen bir kitap oldu. Metinle
kurduğum ilişkinin yanı sıra Emile Ajar’ın okuduğum diğer zehirlilerle olan
ortak yönleri ve ayırt edici özellikleri beni etkiledi.
Serbest dolaylı anlatımın birinci tekil
şahsın ağzından anlatıldığı türü etkileyicidir (buna serbest dolaysız anlatım diyelim). Fakat burada anlatımın gücüne
güç katan ikinci bir etken daha var: Kitabın künyesinde yazar olarak gözüken
Emile Ajar’ın da kurmaca olması. Çünkü Emile Ajar, Romain Gary’nin müstear adı.
Hani şu Godard’ın ünlü Serseri Âşıklar (À bout de souffle- 1960)
filminde kalpleri mengeneye alan Jean Seberg’in kocası. Ki kendisi Seberg’in
intiharından üç yıl sonra bıraktığı intihar notunda “İntiharımın Seberg’le bir ilgisi yoktur.” diyebilmiştir (son
cümlemdeki Ece Ayhan etkili kan bilerek akıtıldı). Barthesçı bir “Yazarın Ölümü” burada tüm mecazlarından
iki kere -hem müstearla yazarak adı yok etmek, hem de bedensel intihar ile
dünyaya son vermek- gerçekleşiyor.
Ölü bir orospunun oğlu olan Momo (13),
kendi ağzından başından geçenleri anlatmaktadır. Momo, fahişelerin doğum
yapmasının yasak olduğu Fransa’da yanlışlıkla doğan orospu çocuklarına
bakıcılık yapan Madam Rosa’nın evinde diğer orospu çocukları ile birlikte
kalmaktadır. Rosa, eski orospulardandır ve olayın geçtiği zamanlarda hasta ve
yaşlıdır. Momo, zamanla annesinin ölümü ile gerçeği öğrenir. Ayrıca babasının
çıkıp gelmesi onu hiç şaşırtmaz. Hatta hesaplaşma gereği bile doğmaz. Çünkü
Momo, yersiz yurtsuzdur. Uzun uzun anlatmak yerine deliller eşliğinde haz ve
ibret ile ilerlemek gerekiyor. Aşağıda romandan bazı bölümler benim ekleyeceğim
şerhler ile birlikte verilecektir:
Rosa, Momo’yu dizinin dibine oturtarak
Fransa’da tatile çıkanların köpeklerini bahçelerine bağlayıp gittiğini
anlatıyor. Bundan dolayı 3.000 köpeğin öldüğünü rakam bildirerek anlatmak
Rosa’nın Yahudi olması ve Hitler’in elinden kıl payı kurtulmasıyla da
ilişkilendirilmiş oluyor (bu durum romanın başka yerinde açıkça anlatılmış, hatta
Rosa’nın Hitler’in fotoğrafını duvara astığını ve ona bakarak sakinleştiğini de
müşahede ediyoruz. Foucaultcu bir faşizm isteği var). Ayrıca köpeklerin bu
durumda açlık yerine sevgisizlikten öldüğünün belirtilmesi (sevgiye aç) tam bir
kapalı ironi.
“Uzun
zaman arap olduğumu bilmedim çünkü kimse beni aşağılamıyordu.”
(s.3)
Momo’nun anne ve babası Müslüman.
Rosa’dan, Momo’yu Müslüman geleneklerine göre yetiştirmelerini istemişler. Yukarıda
alıntılanan cümle, devrin Fransası’nda gettolarda yaşayan Cezayirlileri, genel
anlamda ırkçılığı ve nefret söylemini taşıyabilen bir cümledir. Bu anlamda
minör bir edebiyattır Emile Ajar’ın yaptığı. Politik bir mesele ilettiği için
değil ifade ediş tarzı, sesi konuşan özneden alıp anonim ve “kişisel-öncesi” bir söyleyişe
yerleştirdiği için politiktir (Deleuze’ün kolektif kurgu dediği şey bu işte).
“Madam
Rosa’nın evinde hemen hemen hepimiz orospu çocuğuyduk.”
(s.4)
Madam Rosa, bu işi para karşılığında
yapıyor. Çocukların aileleri her ay Rosa’ya içinde para olan zarflar
gönderiyorlar. “Orospu nedir biliyor
musun? Kendilerini kıçlarıyla savunan insanlardır[2].” Roman
boyunca anlatıcı çocuk tarafından fahişelerin eylemi bir savunma biçimi olarak
anlatılıyor. Üreme organının belirtilmemesi ilginç. Emile Ajar, Koca Tembel[3]
adlı romanında ise “idrar yolları
organları ile yapılan zina[4]” diyerek
lümpen pezevenklerin sosyal zinalarına gönderme yapmayı ihmal etmiyor.
“İnsanın
hiçbir zaman bacakları olmaz içinde.” (s. 35)
Serbest dolaysız anlatımın belki de en
keskin yeri burası. İç dünyasından, düşüncelerinden kaçmak isteyen bir çocuk
tam bir edip veya filozof edasıyla konuşturuluyor. Kendinden kaçamamanın
bacakları. Gregor Samsa’nın bacakları. Eğilip kendi yanaklarından öpememenin bacakları.
“Bi
kere o bi aslan değil, dişi aslan.” (s. 47)
Halüsinasyon. Replik. Fakat burada kayda
değer olan, aslan gibi eril bir hayvanın
dişi olanının altının bir çocuk tarafından çizilmesi. Müspet cinsiyetçilik.
Çiftleşme sonrası erkeğini yiyen dişi peygamberdevesinin haklılığı. Küçük ölüm.
“Bana
hep garip gelen gözyaşlarının doğmadan önce programlanmış olmasıdır. Bu
demektir ki ağlayacağımız önceden saptanmış.” (s. 55)
Ağlama, belki de Marguerite Duras’ın Yaz Yağmuru[5]’ndan
sonra en çok gözyaşı, bu romanda dökülüyor. “O kadar ağlıyordu ki çişim geldi[6].” Momo’nun çişi, sessiz gözyaşlarının
uyarısı sonucu geliyor. Çişşşşşşşşşşş. Daha çok ağlayabilmek için çok su içen
insanlar.
“Ondan
sonra, Printemps’den bir çift eldiven yürüttüm, gittim onları bir çöp
tenekesine attım, iyi geldi.” (s. 68)
Sıkıntıyı, faydasız düşünceleri, gelecek
kaygısını ve mağduriyeti dizge dışı davranarak bedenden atma biçimi. Suç. Her
tarafın çare ile dolduğu ve çaresizliğin lüks olduğu bir zamanda yaşanıyor.
Mesela parasızlık en büyük lükslerden. Eylemsiz kalabilmenin şık bir gerekçesi.
Çalıntı emtianın -ki özelleştirilmiştir- kamu çöplüğüne atılarak tekrar
kamusallaştırılması. Çöp, eşitlik ilkesinin - belki de sosyal devlet ilkesinin-
önde gelen nişanelerindendir.
“İnsan
acı çekince gözleri büyür, eskisinden daha anlamlı durur.”
(s. 71)
Bakınız: Cahit Zarifoğlu ve Oğuz Atay’ın
sıradan gençlik fotoğrafları ile yaşlılık fotoğrafları arasındaki boşluğa bakış
farkı. Düzenli yapılan yetimhane ziyaretlerinde 14 yaşında doğmuş çocukların 70
yaşında gözleri. Bakınız.
“Bir
tek palyaçoların yoktur yaşam ve ölüm sorunları, çünkü onlar dünyaya aile
yoluyla teşrif etmezler. Doğa yasalarının dışında yaratılmışlardır ve hiçbir
zaman ölmezler, yoksa komik olmazdı.” (s. 74)
Dünyada
bir ölüden daha komik bir şey olamaz diyen yazarı unuttum. Beckett değilse eğer Ionesco’dur.
Palyaço bir nevi “travesty”. Güncel
anlamda kullanılan travestiden bahsetmiyorum. Komedi kuramında kavramsallaşan
ve yabancılaştırma etkisi yaratan bir kılık değiştirme. Kurmaca, yani maske
ardından konuşmak, kendine itimadı olmayanların sığınağıdır.
“Rosa’nın
elini tuttuğum zamanki kadar bir daha hiç dilememiştim polis olmayı, öylesine
güçsüz hissediyordum kendimi.” (s. 94)
Momo, kaçak doğum yapmış bir orospunun
oğlu olması sebebiyle polisten korkuyor. Madam Rosa’nın evinde diğer orospu
çocuklarıyla birlikte yaşadığı ortaya çıkarsa o ve arkadaşları yetimhaneyi
boylayacaklar. Polis, devlet iktidarının güç göstergesi olarak her tarafta
gösterilen bir şey. Babam polistir, babam
polistir. Sadece polis olmak istenmez bu durumlarda. Polisin maddi ve
manevi işkencesine de ihtiyaç duyulur.
“Kolera
suçsuz bir hastalıktı.” (s. 100)
Kolerayı şahsileştirmek. Kolera virüsüne
karşı üretilen virüsler, sayıca fazla olmaları nedeniyle çoğu zaman savaşı
kazanırlar. Aşı dediğimiz şey, yararlı virüslerin bedene demokrasi getirmek
adına zavallı kolera virüslerini faşistçe katletmeleridir.
“Doğanın
yavaşça boğazını sıktığı, gözleri yuvalarından fırlamış yaşlıları kürtaj etmek
yasaktır.” (s. 111)
Temelde romanın önerdiği iki kavram var.
Birisi orospuların yaptığı cinsel eylemi bir savunma biçimi olarak üretmek
(yukarıda değindim), diğeri de ötenaziyi kürtajla açıklamak. “Hayır,
Momo’cuğum bunu yapamayız. Acısız ölümü kesinlikle yasaklar yasalar. Burası
uygar bir ülke. Neden söz ettiğini bilmiyorsun sen[7].” Momo,
hastalanan Rosa’nın çektiği acıların son bulmasını istemektedir. Bu arada
romanın bu bölümünde küçük Momo’nun yaşlı ve hasta Rosa’ya karşı hissettikleri
belirmeye başlar. Bu tipik bir aşktır. Aşkla birlikte gelen öldürme isteği. “Annem kürtaj olmadığı gün, bir cinayet
işledi[8].”
“Mösyö
Hamil henüz aramızdayken öbür dünyayı garanti edenlerin şairler olduğunu
söylerdi hep.” (s. 114)
Ölümü sigortalayan, öbür dünyayı
garantiler.
“Neden
bazı insanların her şeyi vardır? Hem çirkin, hem yoksul, hem hastadırlar da bir
takım insanların hiçbir şeyi yoktur, anlamıyorum.”
(s. 155)
Tersinden mülk. Çirkin, hasta, yoksul ve
benzer haller tarafından konuşmak bir tür minör edebiyattır. Beckett’in sakat
karakterleri yazarın söyleyemeyeceklerini çok büyük bir şiddetle
söyleyebilirler. Anlatıcı, anlatıcı maskesi ardında normal bir bireyin
söyleyebileceği şeyleri sakat, yoksul ve hastalara söyletir. Örneğin Beckett’ın
Molloy adlı karakterinden bir cümle alıntılayalım: “O zaman anladım, biri sağlamlar, biri sakatlar için iki yasa
olmadığını; hayır, zenginlerle fakirler, gençlerle yaşlılar, mutlularla
mutsuzların uymak zorunda olduğu tek bir yasa vardı[9].”
“Gece
üşüdüm, kalktım gittim, Madam Rosa’nın üzerine bir battaniye attım.”
(s. 176)
[1] Emile AJAR, Onca Yoksulluk Varken, (Çev. Vivet Kanetti), İstanbul, 2009.
[2] Onca Yoksulluk Varken, s. 10.
[3] Emile AJAR, Koca Tembel,(Çev. Müntekim Ökmen), İstanbul, 2011.
[4] Koca Tembel, s. 78
[5] Marguerite DURAS, Yaz Yağmuru (La plue d'êtê), (Çev.
İsmail Yerguz), İstanbul, 2008.
[6] Onca Yoksulluk Varken, s. 11.
[7] Onca Yoksulluk Varken, s. 168
[8] Onca Yoksulluk Varken, s. 160
[9] Samuel BECKETT, Üçleme (Molloy/ Malone Ölüyor/
Adlandırılamayan), (Çev. Uğur ÜN), (2. Basım), İstanbul, 2011, s. 23
Cihat Duman, Mesele Dergisi, Haziran 2012
Köpeğini o kadar seviyordu onu satıp parasını kanalizasyona atmıştı momo.Salya sümük okuduğum kitaplardan Onca Yoksulluk Varken...
YanıtlaSil