Sonra Mephisto’ya uğrayayım dedim aabi. Gözümde Issız Adam’ın taktığı gözlükten yoktu.
Zuhahaha. İyi dinle iyi, dikkatini bana ver! Lavukluk yapma! Ya bırak çayını
karıştırmayı! Gel seni oraya götüreyim. İçinden bi Hotel California çalıştır. Bob Marley söylesin. Hatta bu parça
kitapçıya girdiğimizde çalıyor olsun ve müzik bitince anlatacaklarım da bitmiş
olsun. BU ANLATTIKLARIMI SENARYO OLARAK KULANACAĞINI NERDEN BİLEYİM.
İnce bir
gündü. Çok ince. İnce, sarı, zamandan malulen emekli olmak üzere olan bir
gündü. Borçların, hacizlerin ve bütün rezilliklerin arasından sıyrılıp kendimi
kitapçıya attım. Malum müzik çalıyordu. Müzik olmaktan kurtulamamış ki kurtulsa
bile başka bir şey olamayacak bir müzik çalıyordu. Tiyatro reyonuna doğru
ilerlediğimde daha önce başka bir öykümde de tasvir etmiş olduğum kız öylece
(buraya fiil)… Bana bakışı herhangi bir insanın herhangi bir insana bakışı gibi
olunca acayip sinir yaptım. Öyle bi sinir ki kendimi teravihte gibi hissettim. Sen
de bilirsin ki bu damından düştüğümün dünyasında en sağlam kızlar tiyatro ve
parapsikoloji raflarında yetişirler. Hiç tereddüt etmeden yanına yaklaştım ve
teravihten sonra beraber dua etmeye gidelim mi dedim. Ben atayizim yakışıklı. Namazımı
kılıp çıkıcam. Duaya inanmam. Çok kırılmıştım. İçinde bulunduğumuz dev
kitapçının hiçbir kitabında benim bu kırgınlığıma anlam verecek bir yazar
tasavvur edemiyordum. Böyle bir kırgınlık hiçbir yazar tarafından
anlatılamazdı. Peki öyleyse iyi okumalar diyip arkalara, hani kitapçılarda şiir
reyonunun olduğu, gizli, ulaşılmaz, özel yere doğru ilerledim. Cahit Zarifoğlu’nun
kitabının arkasını çevirdim. Vücudumu sağ arka köşeden bana bakan kamera ile
kitabın arasına siper ettikten sonra arkadaki alarmı söktüm ve kitabı çantama
attım. Reyonlarından arasından gizlice atayize doğru baktım. Hala tiyatro
reyonundaydı. Yanında birkaç lavuk daha vardı. Ona asılıyorlardı sanırım. Bir
iki dakika daha bekledim ve ortam tenhalaştı. Bütün cesaretimi toplayıp ona
doğru ilerledim. Elimdeki yapışkanlı alarmı bir kuyumcu hassasiyetiyle çantasının
görünmeyen yerine yapıştırdım. Ona çarpar gibi yapınca bana baktı. Herhangi bir
insanın herhangi bir insana baktığı gibi baktı. Pardon dedim, çok özür dilerim
biraz alkollüyüm de. Size çarptığım için beni affeder misiniz? Yok önemli değil. Bi şeyler içelim mi? Çok sağ olun ben orucum dedim. İyi okumalar. Onunla
yatmak istiyordum. Onun güzelliği toplum nezdinde benim için çok önemliydi.
Hani ıssız bi dağ başında kalsak güzelliğini benden başkası göremeyeceği için
bi boka yaramayacaktı. Fakat burası kalabalıktı. Bu güzel kadın her an yanımda,
benim onun güzelliğiyle artizlik taslamamı sağlayan bir konumda olmalıydı.
Kasaya yakın bi yerde yeni çıkmış kitaplara bakar gibi yapıp olacakları
beklemeye başladım. Daha önceki öykümde güzelliğini ayrıntılı bi şekilde
açıkladığım kız hiçbi kitap almadan güvenlik cihazına doğru (buraya fiil)…
Ses
kalbimden çıkarsa diye düşünüp kalbimi tıkadım. Tam çıkarken cihaz acıyla
bağırmaya başladı. Görevliler kızın çantasını çıkarıp aradılar. Olmadı. Elbiselerini
çıkarıp her bir yerini araştırdılar. Çırılçıplak kalmıştı. Kitabı yutmuş
olabileceği sanrısıyla oracıkta yatırıp ameliyat ettiler. Bağırsakları çok
güzeldi. Çalınan kitap bulunamayınca kadavrayı tekrar diriltip ruh üflediler.
Terzi geldi elbise giydirdi. Bi an göz göze geldik. Herhangi bir hayvanın
herhangi bir hayvanla göz göze gelişi gibi. Çılgın hüzünlü. Bana doğru
yaklaştı. Her şey normale dönmüştü. Kız temiz çıkmıştı. Kasadan bekâret
raporları alındı verildi. Kitabımı
alabilir miyim. Kitaba inanıyor musun dedim. Evet. Çantadaki alarmı söküp iyice yuvarladıktan sonra rafın
arasına attım. Çıktık.