Bu Blogda Ara

5 Mayıs 2013 Pazar

Murat Üstübal


Murat ÜSTÜBAL
İSTİKLAL CADDESİ GAZİSİ CİHAT DUMAN’DAN ‘KIZKARDEŞLEŞMEK’

 Cihat Duman ilk kitabı “Ya da Pişman Değilim”i yayınladığında herkes kitaptaki ironinin ölçüsü konusunda tedirgin olduğu kadar şüpheciydi. Acaba Duman bunu hangi ölçülerde devam ettirebilirdi endişesi yaygın kanılardan biriydi. İlk kitabın sergilediği performans elbette sadece ironik değildi, genel dil normlarından hafif kaçışlarla ama elbette kendisine bir mesele edinişiyle birlikte kitap geniş kesimlerle kabul gördü. Kitabı daha yakından inceleyenlerin temkinliliği bitmediği gibi kalıcılığı konusundaki tartışmalar gizliden gizliye, içten içe devam etti. Tüm bunlar bir kitabın kalıcılığı için yeterli miydi? Oğuzhan Akay’ın “Ürk Şiirleri” deneyi de benzer bir yoldan geçip ironinin ve dil oyunlarının elinde parodileşmemiş miydi? “Ürk Şiirleri” deneyimini bilenler “Ya da Pişman Değilim” e de temkinli yaklaşmakta haklıydılar elbette. Sanırım gözden kaçırılan noktalardan biri, Cihat Duman’ın meselesini dramın somutluğunda kurmasının getirdiği çıplak gerçeklik olmuştur. Her ne kadar bu ilk kitapta bariz bir şekilde görülemese de elimizdeki bu ikinci kitap “kızkardeşleşmek”, öteki’nin deneyimlerine gösterdiği hassasiyetle, ironik sicilli yapıtlar arasında kendine sahici bir yer edinmesini bildi. Dahası, “Ürk Şiirleri” dahil Ah Muhsin Ünlü’nün “Gidiyorum Bu” ve Murat Menteş’in “Garanti Karantina” gibi kitapları arasında itiş kakışı sert geçmeyen bir yer oldu bu. Çünkü Duman’ın baştan beri sokaktakinin ve ötekileşenin şairi olduğunu hatırlatan dizeleriyle ‘travmatik gerçekçilik’e kapı araladığını söylemek güç olmayacaktır. İşin en ilginç yanı, şairin ötekini dillendirdiği noktada saf tutarak sathı kuvvetlendirmeyi tercih etmeyip, açık alanda hareketli satıhlarda diğer ‘başkalık’ların izini sürerek onların açmazlarıyla ilgileniyor olması, şairin ideolojik taraf olmasını da engelledi şimdiye dek. Bu meseleyi biraz açmamızda fayda var; şairlerin hem ideolojik taraf olmamakla hem de görececi kalmakla suçlandıkları günümüz şiirinde bunun anlamı nedir?

    Duman şiiri gerçekliğin temsil krizi yaşadığı noktada kuruluyor. Temsil krizinin ortaya çıkışı nasıl diyalektik gereğiyse Duman da kent hayatının akışkanlığı içinde yakalıyor kavramsal donmayı. Şair tıpkı Baudelaire’in pasajları mesken tutması gibi metropolün en yoğun, hareketli ve çeşitlilik arz eden mekânı olan İstiklal Caddesi’ni mesken bellemiş. Bu da çelişkinin ve katılaşmanın çabuk fark edilip tepki koyulmasını hızlandırıyor. Duman şiirini bu ‘hız’ durumu içinde değerlendirmek gerekir.  Bu hız karşılığını kitabın başlığından içeriğine kadar eylemsellik ve yoğun fiil kurgusuyla buluyor. Öyle ki kitabın başlığı bile sonradan oluşturulmuş bir fiilimsi: ‘kızkardeşleşmek’. Hatta kitabın ilk şiiri başlı başına eylemlerden kurulu: ‘Adamın Biri Sanki Roman Karakteri Değilmiş Gibi Çay Ocağına Oturdu’. Ve bu ilk şiirle birlikte kendi ötekilik politikasını ortaya koyuyor ilk dizesiyle: ‘konumuz başkasızlık’ diye başlayarak. İkinci dizedeki Duman şiirlerinde etkin bir şekilde görülen cinsel vurgu eylem haline dönüşerek: ‘gel oturalım kucağıma bişeyler ayıplayalım’ der demez kurulan tuzağı da anıştırır. Öteki üzerindeki emelleri hareketli bir zeminde karşılar. Zaten üçüncü dizedeki: ‘yürümesi rica olunan düşünür kimdi söyle bakayım’ deyişi hareket olgusunu teorik ve pratik algıladığını, daha doğrusu yaşamın akışkanlığında değer kazanan bir praxisin dinamiğinde algıladığını düşündürüyor.

    Öyleyse, şairin düşünürle derdi nedir? Hele de bu şair bir ironistse düşünürle çatışma noktaları nerede ortaya çıkmaktadır? Richard Rorty, metafizikçi ile ironist arasındaki ortak ayrım noktasını gerçeklik karşısında alınan pozisyonda ve davranışta koyuyor. Rorty’ye göre, metafizikçi güncelin içinde yaşanıp dillendirilen her türlü travma ve onun ortaya çıkardığı gerçeklik parçalarını münferit ve görececi görür. Kullanılan dil yerine neyin doğru olduğu yönünde bir yaklaşım göstermek daha doğru olacaktır metafizikçiye göre. Oysa ironist, gerçeklikle kavramsal olarak ilgilenip nihai bir söz dağarına ulaşmak ve dilin gerçekliğe tekabüliyeti yerine dilin olanaklarını hareket ekseninde kullanır. Metafizikçinin nihai gidimli dilinin bir son olduğunu düşünmediği için dil oyunlarıyla o dilin dışına hareket etmesine vesile olduğunu düşünür, bir şairdir ironist. Doğal olarak ironist, aktif ve seyyar bir politiktir, özgürlükçü olması onun Rorty’nin ifade ettiği gibi ‘liberal ironist’ olarak tanımlanmasına yol açar. İlk şiirde Kemalizm’e ve onun ritüellerine ilişkin eleştiri ve ironik göndermeler ikinci şiir “Fakülte Bahçesinde Ettiğim Nutuk” ile 12 Eylül eleştirisine dönüşerek devam eder. Darbeler ve Kürt meselesi liberal ironistin metaforları ve bireysel duruşuyla sunulur. Seksen kuşağı şairlerine, halka ve devlete olan eleştiri yoğun akışkanlık içinde iç içe aktarılır. Farklı katmanların birlikte uzamlaştırılması katmanlar arası değer ve anlam farklılıklarını da ortaya çıkarır, ironi bu değer farklılıklarından çatılır. Örneğin, ‘tanrıyla iki kez görüşürüz değil mi/ ikisi arasında görmezlikten gelme bir yer küre/ aşk da biraz böyledir işte/ askeri rejimler dahil/ netekim dahil, çükü küçükler dahi/bodrum çok güzel sahil, amatör ressamlar dahil/ n’olacak bu milletin hali dedirtenler…’  şeklinde devam ikinci şiirde, tanrı sorunsalı, 12 Eylül ve Kenan Paşası ile aşk meselesi, iktidar kavramının travmatize edici yanı etrafında tartışılırken, bir yandan da içkin ve dışsal sınırlar doğal bir şekilde ironikleştirilerek aşılır. Ama şiir travmayı hakkaniyetli bir şekilde taşıdığı için yüzeyselleşmez; acısını şiirin sonunda ilan ederek dramatikleşir: ‘-fazla gözyaşı olan var mı?’. Dikkat edilecek olursa, bu son dize bile güncel çağrışımlara açık olmakla kalmayıp güncel klişe ve deyişlerden güç alacak şekilde ironiktir.

   İşte, Duman şiirindeki hareketliliğin ve hızın kaynağı, İstiklal caddesinden akıp geçen insanların çağrıştırdıkları ve caddeden akıp geçme esnasındaki diyalog ve konuşmaları kadar, caddenin gösteri ve eylemlere sahne olduğu anlarda atılan sloganlardır da. Tüm bu slogan, diyalog, reklam panoları, kitap rafları, dükkan camekanları, sergiler şairin zihninde ironistin de kaynağı olan metaforlara yol açar. Duman’ın metaforları bu hızlanma ve çeşitlenmeler nedeniyle farklılığını ve garipliğini korumayı başarır. Kısacası şair, önünde sahne alan sözel, yazılı ve görsel tüm dilleri birbiri içinde yedirerek kullanır. Metropolün bu en yoğun caddesi, tüm bu dilleri bir arada sunmasıyla oldukça anlamlıdır.

    Burada bahsedilmesi gereken aslında belki de en başta beden dilinin kullanımıdır. Şairi öteki bedenler karşısında bu kadar duyarlı kılan caddenin akışkanlığı içinde bedenler arasında meydana gelen sürtünme, yakınlaşma, çarpma, koklama, işitme ve görme algılarının tümünü aynı anda gerçekleştirmesidir. Ötekiyle arasındaki sınırları silen eylemler bütününün karşılığı, hareketli beden dilinin diğer bireylerle oluşturduğu yatay bağ ve bu bağın doğurduğu hem yatay hem de dikey ilişkidir. Beden diğer bedenlerle sürtünüp dokundukça onları yakın perspektiften algıladıkça hem yakınlığı hem de farklılığı konusunda ikna olur. Hatta kalabalık bedenler karşısındaki bireyselliğini ve yalnızlığını yine bu temas noktasında hisseder. Üstelik bu temas aynı zamanda o kalabalığın ürünü olduğu kadar kalabalığın göstereni de olan çevre şartları ve gürültünün hakim olduğu bir uzamda gerçekleşir: “10 Saniye Boyunca Benn” şiiri Duman’ın kendi bünyesine çekilip etrafını dinlediği ve duyumsadığı benlik güçlendirici bir şiirdir: Duyd/ Arkamdaki açık TV’den gelen ses./ Reklam filmini dublaj kadın ses. Koro halinde/ ağustos böceklerinin ses. Bir adet otomobil sesi/ Rüzgârın kulak kepçelerimle çarpışması ses. Çok nadir aralıklarla/ duyduğum bülbül olabilir kuş sesi. İçeriden gelen/ yemek yapma sesleri.’ Her ne kadar bu şiirde doğa unsuru göz ardı edilemese de, şairin ya da şiir personasının  beş duyusuyla ayırdına vardığı bir yaşam söz konusudur. Burada en azından bireyin bedeni ve algısı üzerinden bir çevre farkındalığından dem vurulur. Şairin bedeniyle kurduğu ilişki çevresiyle kurduğu ilişkiyle pekiştirilir. Bu pekiştirme fiilimsilerle güçlendirilir. Şair duyuların dışarıya yansımalarıyla ilgilendiğini belgeler niteliktedir: ‘Hakkımda ne söylen. Ne düşünüldüğü önemli değil. Ne / söyleniyor.’ Duman, zihin okuyan bir metafizikçi değil, bedenin pratikteki eylemeleriyle ve izleriyle ilgilenen bir ironisttir.

    Kitaba adını da veren “kızkardeşleşmek” şiiri şairin ötekileşen kadınla kurduğu bir bağ değildir sadece, aynı zamanda, şairin bir ensest olarak kendini kurban edişinin, öteki adına hiçleyişinin de ifadesidir. Duman, hem toplumsal cinsel kimliğe hem de aile kurumuna karşı bir saldırıda bulunur; cinsel kimliğin mağdur olan karşısında silinmesi ve aynı zamanda kardeşliğin bu yolla pekiştirilmesiyle birlikte iktidar aygıtının bilinçaltını bastırarak dayattığı aile kurumunu ensest bir homojenleşme girişimi üzerinden sarstığı ve gayrimeşru kıldığı akışkan bir zemin yaratır. Ötekileşmenin engellenmesi girişimi öznenin maduniyetinin telafi edilerek iktidar baskısının sıfırlanma gayretidir. Çocuktan (insandan) kızkardeşe indirgenip ötekileştirilen özneye yeniden yaklaşma deneyimidir. Ataerkil düzende madunlaştırılıp edilgenleştirilmiş kızkardeş (kadın) “kızkardeşleşmek” yoluyla yeniden “olmak”tadır. İşte, ‘kızkardeşleşmek’ şiirinde Duman: ‘anneyi ve babayı da iki kardeş gibi hatırla/ insanlıktan kurtulup müzik olamayan./ insanlıktan kurtulup kardeş olan./ insanlıktan kurtulan, kanamalı kardeş, karşılıklı kardeş olarak/ insanlıktan kanla kurtulan, kızım, annemi ve babanı hatırla’ dediğinde sistem eleştirisi yapar. Toplumsal kimliğin insanlıktan devşirildiğini ve bunun eski bir hikaye olduğunu duyumsatır. ‘Kanamalı kardeş’ yani adet gören kız kardeş, iktidarın toplumsal kimlikleştirme operasyonlarıyla ayrılmış ve madunlaşmışsa bir insan olarak varoluşu sorgulanabilir. Şiirde ters bir hamle olarak ‘insanlıktan kurtulma’yı modern insan kurgularından kopmak olarak da anlamak mümkün. Sonuçta Judith Butler’ın sözlerini hatırlayacak olursak, ‘Toplumsal kategoriler, maduniyet ve varoluşu bir arada imlerler. Diğer bir deyişle, özneleşme sürecinde varoluşun bedeli maduniyettir’ dediğinde iktidar kurgularına rağmen ‘olmak’ deneyimine cüret eden varlığı ya da özneyi değil, bir ‘proce’ olarak insan ya da özneyi kastetmektedir. İşte, Duman’ın ‘kızkardeşleşmek’ şiiri, ikili bir anlam içerir; hem proce olarak insandan kurtuluşu hem de ‘olmak’ peşindeki insanın toplumsal kimlikleştirme politikaları nedeniyle olamamasını imler.  Ama elbette üçüncü bir çağrışım daha var; ‘insanlıktan kurtulmak’ bir yandan da kalabalıktan kurtulmaktır, toplumdan. Toplum baskısından kurtulup kendileşen özneye de atıf var burada. Yalnızlığından dinginliğini oradan da varoluşunu gerçekleştirmeye çalışan özneye dair atıflar aynı zamanda bu dizeler. Üç çağrışım da gizli kapaklarla birbirlerine açılıyorlar, birbirlerini besliyorlar. Duman şiirinde, iktidarın toplumsal denetim ve yönetim aygıtı halini alan namus ve vicdanın yerine beden siyasetini önermektedir: ‘ezilen halkların haksız leşi üzerinde/ hiç utanmadan seviştik/ kızkardeşleştik’. Bu dizeler, kendi dürtü ve arzusunu, namus, vicdan ve ahlak gibi denetim aygıtlarının hizmetine sokmayan bedenin niyetini sergiler. Arzusunun kendi üzerine dönüp kendini düşünmesini, oradan vicdan ve ahlak gibi normlar üreterek toplumsallaşmasını önleyişi, bedeninin isteklerine gem vurmadan ensest ya da eşcinsel karşıtı herhangi bir bastırmayı engelleyip özgürleşerek varolması yoluyla gerçekleşir.

    Cihat Duman’ın kitabı için elbette beden okuması dışında çok farklı okuma biçimleri de geliştirilebilir. Ama beden siyaseti çevresinde kurgulanmış ötekileştirilen madunun sınırlarını ve onun toplumsal kimliklerini söken bir okuma, kitaba dair herhangi bir nitelikli incelemede merkeze alınabilecek kadar önem arzediyor.  Metropolün en işlek caddesinde konuşlanmış şairin ötekiler ve ötekiliklerle yaşadığı deneyim oldukça travmatiktir. Çünkü şair ötekiliğin pozitif ayrımcılık yoluyla sökülmesinin onun sınırlarının ihlal edilip homojenleştirilmesi ve kategorize edilmesi anlamına gelmediğini bildiği gibi, ötekilik vurgusunun ister istemez bu sınırları da sürekli meşru ve diri tuttuğu kaygısını sürekli hissetmektedir. Bu ikili çatışma kitap boyunca sürer. Ayrıca tüm bu çatışmalar sürerken kendi egosunu silme ve o egoyu sürekli canlı tutma arasında gidip gelmektedir. Bu çatışma aynı zamanda caddeden akıp geçen bedenlerin taşıdığı bir gerçektir. Caddeden birbirine sürtünerek, çarparak ve kayarak geçen bedenler karşılıklı bireysel sınır ihlallerine maruz kalırlar. Bir yandan da, kıvrak beden hareketleriyle bu ihlali ve sınır aşımını engellemeye çalışan bedenlerdir bunlar. Aynı zamanda, her yakınlaşmayla ve beş duyusuyla birbirlerini arzulayabilen bedenlerden bahsediyoruz. Hem beden dilleriyle hem de duyularıyla başkasıyla iletişime geçebilen bireyselleşmiş bedenlerden de söz ediyoruz. İşte, Duman’ın şiirleri tüm bu bedensel çatışma, çekişme ve çekimlerin ötekilik bağlamında anlam kazandığı şiirlerdir. Uysal bedenlerin olmadığı bir uzamdaki rahatsızlık, nasıl bir dinginlikle aşılacaktır? Daha doğrusu böyle bir zeminde şairin dinginliği nasıl sağlanacaktır? Artık dinginlik, olmak veya var olmanın hizmetinde değil mi sorusu bu kitabın meselelerinden biridir.  Ruhsal kurtuluş bedenin arzuları ve eylemeleri doğrultusunda süresiz olarak ertelenmiştir. Doğal olarak, bedenin eylemelerinden yorgun düşüp düşmeyeceği gerçeği, ötekiyle ilişkisini de belirleyen bir unsur olarak tüm çıplaklığıyla ortada durmaktadır. Duman’ın şiirinde ironinin bedenin tüm bu çelişkilerini yoğun bir travmayla taşıdığı farkedildikçe, Butler’ın sorusu güncelliğini bugün de koruyor görünüyor: ‘ O zaman Foucault’nun ruhun dışsal biçim, bedenin de içsel alan olduğunu iddia etmek istediği çelişkili bir noktaya mı gelinir?’
   
 Habis Dergisi   
    

1 yorum:

  1. okudum okuduğumdan daha fazla acaba ne yazsam diye düşündüm bir şeyler diyebilirdim ama boşver. çeti bıraktım seni de bırakıyorum. iki gözümden vaz geçemem nede olsa.şimdi edecem yemini.

    YanıtlaSil

Keşke bizi de kamyonlara koyup taşısalardı.

Keşke bizi de kamyonlara koyup taşısalardı kavunlara haksızlık oldu. Cadde-i Kebir’e bir damla kan düşmesin diye yapıldığını farz ettiğim ku...