Murat ÜSTÜBAL
İSTİKLAL CADDESİ GAZİSİ CİHAT
DUMAN’DAN ‘KIZKARDEŞLEŞMEK’
Duman şiiri gerçekliğin temsil krizi yaşadığı noktada kuruluyor. Temsil
krizinin ortaya çıkışı nasıl diyalektik gereğiyse Duman da kent hayatının
akışkanlığı içinde yakalıyor kavramsal donmayı. Şair tıpkı Baudelaire’in
pasajları mesken tutması gibi metropolün en yoğun, hareketli ve çeşitlilik arz
eden mekânı olan İstiklal Caddesi’ni mesken bellemiş. Bu da çelişkinin ve katılaşmanın
çabuk fark edilip tepki koyulmasını hızlandırıyor. Duman şiirini bu ‘hız’
durumu içinde değerlendirmek gerekir. Bu
hız karşılığını kitabın başlığından içeriğine kadar eylemsellik ve yoğun fiil
kurgusuyla buluyor. Öyle ki kitabın başlığı bile sonradan oluşturulmuş bir
fiilimsi: ‘kızkardeşleşmek’. Hatta kitabın ilk şiiri başlı başına eylemlerden
kurulu: ‘Adamın Biri Sanki Roman Karakteri Değilmiş Gibi Çay Ocağına Oturdu’.
Ve bu ilk şiirle birlikte kendi ötekilik politikasını ortaya koyuyor ilk dizesiyle:
‘konumuz başkasızlık’ diye
başlayarak. İkinci dizedeki Duman şiirlerinde etkin bir şekilde görülen cinsel
vurgu eylem haline dönüşerek: ‘gel
oturalım kucağıma bişeyler ayıplayalım’ der demez kurulan tuzağı da
anıştırır. Öteki üzerindeki emelleri hareketli bir zeminde karşılar. Zaten
üçüncü dizedeki: ‘yürümesi rica olunan
düşünür kimdi söyle bakayım’ deyişi hareket olgusunu teorik ve pratik
algıladığını, daha doğrusu yaşamın akışkanlığında değer kazanan bir praxisin
dinamiğinde algıladığını düşündürüyor.
Öyleyse, şairin düşünürle derdi nedir? Hele de bu şair bir ironistse
düşünürle çatışma noktaları nerede ortaya çıkmaktadır? Richard Rorty,
metafizikçi ile ironist arasındaki ortak ayrım noktasını gerçeklik karşısında
alınan pozisyonda ve davranışta koyuyor. Rorty’ye göre, metafizikçi güncelin
içinde yaşanıp dillendirilen her türlü travma ve onun ortaya çıkardığı
gerçeklik parçalarını münferit ve görececi görür. Kullanılan dil yerine neyin
doğru olduğu yönünde bir yaklaşım göstermek daha doğru olacaktır metafizikçiye
göre. Oysa ironist, gerçeklikle kavramsal olarak ilgilenip nihai bir söz
dağarına ulaşmak ve dilin gerçekliğe tekabüliyeti yerine dilin olanaklarını
hareket ekseninde kullanır. Metafizikçinin nihai gidimli dilinin bir son
olduğunu düşünmediği için dil oyunlarıyla o dilin dışına hareket etmesine
vesile olduğunu düşünür, bir şairdir ironist. Doğal olarak ironist, aktif ve
seyyar bir politiktir, özgürlükçü olması onun Rorty’nin ifade ettiği gibi
‘liberal ironist’ olarak tanımlanmasına yol açar. İlk şiirde Kemalizm’e ve onun
ritüellerine ilişkin eleştiri ve ironik göndermeler ikinci şiir “Fakülte
Bahçesinde Ettiğim Nutuk” ile 12 Eylül eleştirisine dönüşerek devam eder.
Darbeler ve Kürt meselesi liberal ironistin metaforları ve bireysel duruşuyla
sunulur. Seksen kuşağı şairlerine, halka ve devlete olan eleştiri yoğun
akışkanlık içinde iç içe aktarılır. Farklı katmanların birlikte
uzamlaştırılması katmanlar arası değer ve anlam farklılıklarını da ortaya
çıkarır, ironi bu değer farklılıklarından çatılır. Örneğin, ‘tanrıyla iki kez görüşürüz değil mi/ ikisi
arasında görmezlikten gelme bir yer küre/ aşk da biraz böyledir işte/ askeri
rejimler dahil/ netekim dahil, çükü küçükler dahi/bodrum çok güzel sahil,
amatör ressamlar dahil/ n’olacak bu milletin hali dedirtenler…’ şeklinde devam ikinci şiirde, tanrı
sorunsalı, 12 Eylül ve Kenan Paşası ile aşk meselesi, iktidar kavramının
travmatize edici yanı etrafında tartışılırken, bir yandan da içkin ve dışsal
sınırlar doğal bir şekilde ironikleştirilerek aşılır. Ama şiir travmayı
hakkaniyetli bir şekilde taşıdığı için yüzeyselleşmez; acısını şiirin sonunda
ilan ederek dramatikleşir: ‘-fazla
gözyaşı olan var mı?’. Dikkat edilecek olursa, bu son dize bile güncel
çağrışımlara açık olmakla kalmayıp güncel klişe ve deyişlerden güç alacak
şekilde ironiktir.
İşte, Duman şiirindeki hareketliliğin ve hızın kaynağı, İstiklal
caddesinden akıp geçen insanların çağrıştırdıkları ve caddeden akıp geçme
esnasındaki diyalog ve konuşmaları kadar, caddenin gösteri ve eylemlere sahne
olduğu anlarda atılan sloganlardır da. Tüm bu slogan, diyalog, reklam panoları,
kitap rafları, dükkan camekanları, sergiler şairin zihninde ironistin de
kaynağı olan metaforlara yol açar. Duman’ın metaforları bu hızlanma ve
çeşitlenmeler nedeniyle farklılığını ve garipliğini korumayı başarır. Kısacası
şair, önünde sahne alan sözel, yazılı ve görsel tüm dilleri birbiri içinde
yedirerek kullanır. Metropolün bu en yoğun caddesi, tüm bu dilleri bir arada
sunmasıyla oldukça anlamlıdır.
Burada bahsedilmesi gereken aslında belki de en başta beden dilinin
kullanımıdır. Şairi öteki bedenler karşısında bu kadar duyarlı kılan caddenin
akışkanlığı içinde bedenler arasında meydana gelen sürtünme, yakınlaşma,
çarpma, koklama, işitme ve görme algılarının tümünü aynı anda
gerçekleştirmesidir. Ötekiyle arasındaki sınırları silen eylemler bütününün
karşılığı, hareketli beden dilinin diğer bireylerle oluşturduğu yatay bağ ve bu
bağın doğurduğu hem yatay hem de dikey ilişkidir. Beden diğer bedenlerle
sürtünüp dokundukça onları yakın perspektiften algıladıkça hem yakınlığı hem de
farklılığı konusunda ikna olur. Hatta kalabalık bedenler karşısındaki
bireyselliğini ve yalnızlığını yine bu temas noktasında hisseder. Üstelik bu temas
aynı zamanda o kalabalığın ürünü olduğu kadar kalabalığın göstereni de olan
çevre şartları ve gürültünün hakim olduğu bir uzamda gerçekleşir: “10 Saniye
Boyunca Benn” şiiri Duman’ın kendi bünyesine çekilip etrafını dinlediği ve
duyumsadığı benlik güçlendirici bir şiirdir: ‘Duyd/ Arkamdaki açık TV’den
gelen ses./ Reklam filmini dublaj kadın ses. Koro halinde/ ağustos böceklerinin
ses. Bir adet otomobil sesi/ Rüzgârın kulak kepçelerimle çarpışması ses. Çok
nadir aralıklarla/ duyduğum bülbül olabilir kuş sesi. İçeriden gelen/ yemek
yapma sesleri.’ Her ne kadar bu şiirde doğa unsuru göz ardı edilemese de,
şairin ya da şiir personasının beş
duyusuyla ayırdına vardığı bir yaşam söz konusudur. Burada en azından bireyin
bedeni ve algısı üzerinden bir çevre farkındalığından dem vurulur. Şairin
bedeniyle kurduğu ilişki çevresiyle kurduğu ilişkiyle pekiştirilir. Bu
pekiştirme fiilimsilerle güçlendirilir. Şair duyuların dışarıya yansımalarıyla
ilgilendiğini belgeler niteliktedir: ‘Hakkımda
ne söylen. Ne düşünüldüğü önemli değil. Ne / söyleniyor.’ Duman, zihin
okuyan bir metafizikçi değil, bedenin pratikteki eylemeleriyle ve izleriyle
ilgilenen bir ironisttir.
Kitaba adını da veren “kızkardeşleşmek” şiiri şairin ötekileşen kadınla
kurduğu bir bağ değildir sadece, aynı zamanda, şairin bir ensest olarak kendini
kurban edişinin, öteki adına hiçleyişinin de ifadesidir. Duman, hem toplumsal cinsel
kimliğe hem de aile kurumuna karşı bir saldırıda bulunur; cinsel kimliğin
mağdur olan karşısında silinmesi ve aynı zamanda kardeşliğin bu yolla
pekiştirilmesiyle birlikte iktidar aygıtının bilinçaltını bastırarak dayattığı
aile kurumunu ensest bir homojenleşme girişimi üzerinden sarstığı ve gayrimeşru
kıldığı akışkan bir zemin yaratır. Ötekileşmenin engellenmesi girişimi öznenin maduniyetinin
telafi edilerek iktidar baskısının sıfırlanma gayretidir. Çocuktan (insandan)
kızkardeşe indirgenip ötekileştirilen özneye yeniden yaklaşma deneyimidir.
Ataerkil düzende madunlaştırılıp edilgenleştirilmiş kızkardeş (kadın)
“kızkardeşleşmek” yoluyla yeniden “olmak”tadır. İşte, ‘kızkardeşleşmek’
şiirinde Duman: ‘anneyi ve babayı da iki
kardeş gibi hatırla/ insanlıktan kurtulup müzik olamayan./ insanlıktan kurtulup
kardeş olan./ insanlıktan kurtulan, kanamalı kardeş, karşılıklı kardeş olarak/
insanlıktan kanla kurtulan, kızım, annemi ve babanı hatırla’ dediğinde sistem
eleştirisi yapar. Toplumsal kimliğin insanlıktan devşirildiğini ve bunun eski
bir hikaye olduğunu duyumsatır. ‘Kanamalı kardeş’ yani adet gören kız kardeş,
iktidarın toplumsal kimlikleştirme operasyonlarıyla ayrılmış ve madunlaşmışsa
bir insan olarak varoluşu sorgulanabilir. Şiirde ters bir hamle olarak
‘insanlıktan kurtulma’yı modern insan kurgularından kopmak olarak da anlamak
mümkün. Sonuçta Judith Butler’ın sözlerini hatırlayacak olursak, ‘Toplumsal kategoriler, maduniyet ve
varoluşu bir arada imlerler. Diğer bir deyişle, özneleşme sürecinde varoluşun
bedeli maduniyettir’ dediğinde iktidar kurgularına rağmen ‘olmak’
deneyimine cüret eden varlığı ya da özneyi değil, bir ‘proce’ olarak insan ya
da özneyi kastetmektedir. İşte, Duman’ın ‘kızkardeşleşmek’ şiiri, ikili bir
anlam içerir; hem proce olarak insandan kurtuluşu hem de ‘olmak’ peşindeki
insanın toplumsal kimlikleştirme politikaları nedeniyle olamamasını imler. Ama elbette üçüncü bir çağrışım daha var;
‘insanlıktan kurtulmak’ bir yandan da kalabalıktan kurtulmaktır, toplumdan.
Toplum baskısından kurtulup kendileşen özneye de atıf var burada.
Yalnızlığından dinginliğini oradan da varoluşunu gerçekleştirmeye çalışan özneye
dair atıflar aynı zamanda bu dizeler. Üç çağrışım da gizli kapaklarla birbirlerine
açılıyorlar, birbirlerini besliyorlar. Duman şiirinde, iktidarın toplumsal
denetim ve yönetim aygıtı halini alan namus ve vicdanın yerine beden siyasetini
önermektedir: ‘ezilen halkların haksız
leşi üzerinde/ hiç utanmadan seviştik/ kızkardeşleştik’. Bu dizeler, kendi
dürtü ve arzusunu, namus, vicdan ve ahlak gibi denetim aygıtlarının hizmetine
sokmayan bedenin niyetini sergiler. Arzusunun kendi üzerine dönüp kendini
düşünmesini, oradan vicdan ve ahlak gibi normlar üreterek toplumsallaşmasını önleyişi,
bedeninin isteklerine gem vurmadan ensest ya da eşcinsel karşıtı herhangi bir
bastırmayı engelleyip özgürleşerek varolması yoluyla gerçekleşir.
Cihat Duman’ın kitabı için elbette beden okuması dışında çok farklı
okuma biçimleri de geliştirilebilir. Ama beden siyaseti çevresinde kurgulanmış
ötekileştirilen madunun sınırlarını ve onun toplumsal kimliklerini söken bir
okuma, kitaba dair herhangi bir nitelikli incelemede merkeze alınabilecek kadar
önem arzediyor. Metropolün en işlek
caddesinde konuşlanmış şairin ötekiler ve ötekiliklerle yaşadığı deneyim
oldukça travmatiktir. Çünkü şair ötekiliğin pozitif ayrımcılık yoluyla
sökülmesinin onun sınırlarının ihlal edilip homojenleştirilmesi ve kategorize
edilmesi anlamına gelmediğini bildiği gibi, ötekilik vurgusunun ister istemez
bu sınırları da sürekli meşru ve diri tuttuğu kaygısını sürekli hissetmektedir.
Bu ikili çatışma kitap boyunca sürer. Ayrıca tüm bu çatışmalar sürerken kendi egosunu
silme ve o egoyu sürekli canlı tutma arasında gidip gelmektedir. Bu çatışma
aynı zamanda caddeden akıp geçen bedenlerin taşıdığı bir gerçektir. Caddeden
birbirine sürtünerek, çarparak ve kayarak geçen bedenler karşılıklı bireysel
sınır ihlallerine maruz kalırlar. Bir yandan da, kıvrak beden hareketleriyle bu
ihlali ve sınır aşımını engellemeye çalışan bedenlerdir bunlar. Aynı zamanda,
her yakınlaşmayla ve beş duyusuyla birbirlerini arzulayabilen bedenlerden
bahsediyoruz. Hem beden dilleriyle hem de duyularıyla başkasıyla iletişime
geçebilen bireyselleşmiş bedenlerden de söz ediyoruz. İşte, Duman’ın şiirleri
tüm bu bedensel çatışma, çekişme ve çekimlerin ötekilik bağlamında anlam
kazandığı şiirlerdir. Uysal bedenlerin olmadığı bir uzamdaki rahatsızlık, nasıl
bir dinginlikle aşılacaktır? Daha doğrusu böyle bir zeminde şairin dinginliği
nasıl sağlanacaktır? Artık dinginlik, olmak veya var olmanın hizmetinde değil
mi sorusu bu kitabın meselelerinden biridir.
Ruhsal kurtuluş bedenin arzuları ve eylemeleri doğrultusunda süresiz
olarak ertelenmiştir. Doğal olarak, bedenin eylemelerinden yorgun düşüp
düşmeyeceği gerçeği, ötekiyle ilişkisini de belirleyen bir unsur olarak tüm
çıplaklığıyla ortada durmaktadır. Duman’ın şiirinde ironinin bedenin tüm bu
çelişkilerini yoğun bir travmayla taşıdığı farkedildikçe, Butler’ın sorusu
güncelliğini bugün de koruyor görünüyor: ‘
O zaman Foucault’nun ruhun dışsal biçim, bedenin de içsel alan olduğunu iddia
etmek istediği çelişkili bir noktaya mı gelinir?’
Habis Dergisi
okudum okuduğumdan daha fazla acaba ne yazsam diye düşündüm bir şeyler diyebilirdim ama boşver. çeti bıraktım seni de bırakıyorum. iki gözümden vaz geçemem nede olsa.şimdi edecem yemini.
YanıtlaSil