Sırasıyla; doğmuş olmaktan, bir başka insandan (biri hariç), konuşmaktan, yazmaktan, ateşin icadından, ritüellerden, büyüden, ibadetlerden, danstan, Antik Yunan tragedyalarından, öyküden, romandan, sinemadan, diziden ve Netflix’ten tiksiniyorum. Sadece sözsüz müzikten ve modern şiirden hoşlanıyorum. Azıcık da aşk filmlerinden. Bu kadar.
Kurmacanın sonunun
geldiğini, yola eleştiri ile devam edeceğimizi düşünüyorum. Geleceğe sadece eleştirmenler,
yorumcular kalabilir. Dizilerin artık efsanelerin yerini tuttuğunu
zannediyorum. Efsaneler, mitler yazıya geçirilince kendilerini
geliştiremediler, güncellenemediler, zarar verdiler. Şimdi ise Metamfetamin
adlı efsane, görüntüye hapsediliyor. Gözlerimize direkt saldırı var. Biyoloji
öğretmeni kel, karısı sarışın, öğrencisi torbacı. Gömleğinin rengi tartışılmaz.
Homeros almış eline kamerayı, çekiyor babam çekiyor. On saat, elli saat, yüz
saat. Eskiden meseleyi bir günde anlayabilirdik. Hatta kitap inceyse iki saatte
biterdi. Film çok uzun değilse üç saatte biterdi. Şimdi dizi var. Kendisine daha
çok zaman ayrılmasını istiyor dizi. Nasıl ki efsaneler ve menkıbeler kitleyi
uyuşturmak için vardıysa, diziler de orta ve geri zekalı bu yığını eylemek için
var.
Ben dizi izlemem. Eğer bir
diziyi izlemişsem bunu izleyen diğer kişilerle dalga geçebilmek için
yapmışımdır. Fakat bazen izlediğim bir dizi hem beni hem de genel kitleyi aynı
anda etkileyebilen bir dizi çıkabiliyor. Sanatın böyle sürprizleri var tabii. Kurmacadan
nefret etmemin genel sebebi hem tiyatroda hem romanda hem de öyküde bazı
kurallara tabi olmasındandır. Bu kurallar konvansiyoneldir. Bazı dolandırıcılar
kitleyi, yani geri zekalıları nasıl memnun edebileceklerini keşfedip yazılı
hale getirmişlerdir. Bu dolandırıcıların halefleri de seleflerine tıpatıp uyup
bu kurallara uygulamaktadır. Ben bu kurallardan tamamını ya da en azından
birini gördüğüm an sıkılıyorum anlıyor musunuz? Diziyi kapatıyorum. Kendime saygım
mâni oluyor zamanımı o şarlatanın çektiği filme adamaya. Roman ve öykü
kitaplarında böyledir. Tahammül eşiğim çok düştü.
Kurmacanın beni rahatsız
eden iki temel kuralı: Olaylar birbiriyle bağlantılı olacak ve karakterler
değişime uğrayacak. Aptalların bundan zevk almasının sebebini bir türlü
bulamıyorum. Şarlatanlar her projede bu iki duruma tapıp, uymayanları eleştirdiklerine
göre bu iki durum onları da büyülemekte. Şu sinema dininde bu üfürükçülerin,
tatmin olmak, hikâyeye inanmak, olaylar arasında bağlantı kurmak, karakteri
değiştirmek ha bir de zekât vermek gibi şartları beni aşırı rahatsız ediyor. Yani
halı mı örüyorsunuz kardeşim? Kilim mi dokuyorsunuz? Fayans mı dizmektesiniz? Biraz
rahat olun, ferahlayın ya hu.
Bu devletin sınırları
içinde insanların en ilkel yönlerine hitap etmeyen senaryolar çekilemez. Bayrak
ve at sevgisi, kadın dövmek tutkusu, baldız, mafya, değnekçi, boyalı yüzler,
bebek gibi adamlar ve kadınlar, vitrin, azınlık aşağılama, kılıç sallama,
aldatma, dolandırma, intikam, gereksiz hırs ve saire. Bu projelere ekmek için
giren çıkan oyuncular, yönetmenler pişmandır ve üzgündür. Aileden bir geliri olmayan
gariban çocuklar için başka yol göremiyorum zaten. Berkun Oya’nın dizisi Bir
Başkadır bir Netflix yapımı. Riski Amerikalılar almış. Böylece Berkun
boktan bir projede yer almaktan kurtarmış kendini ve ekip arkadaşlarını. Kurtlar
Vadisi ya da Behzat Ç’den daha serbest bir dizi çekmiş.
Dizide Türk yapımı dizilerde
görmediğimiz şeyler olduğunu söylediler insanlar. Ben daha evvel Evdeki
Yabancı dışında Türk dizisi izlemediğim için neyi göremediğimizi pek
anlamadım. Bir başkadır benim memleketimdeki başkalığı bir kerterize vuramadan yorumlamak
isterim. Türk sinemasında tam altmış yıldır şive problemi var. Bir karakterin Anadolu’dan
bir yörenin şivesiyle konuşmasını taklit eden oyuncular aslında zekâ geriliği
oyunu verdiklerini pek anlamıyorlar sanırım. Şener Şen de böyle idi Öykü karayel
de. Öykü Karayel’i oynatan Berkun Oya da. Bazı yönetmenler bu sorunu gerçekten anadili
Kürtçe olan oyuncu seçerek çözmeye çalıştı. Başarılı da oldular. Bir sürü değişik
oyuncu kazandık. Anadolu’da onlarca şive var. Herhangi bir şive bölgede bir
süre durarak çözülebilir. Nihayetinde Uğur Yücel’in Muhsin Bey’deki rol
için Urfa’da çalıştığını biliyoruz. Nuri Bilge’nin Ahlat Ağacı’ndaki
anneyi hatırlayalım. Bennu Yıldırımlar İstanbul Türkçesinden asla vazgeçmedi.
Ya da vazgeçirilemedi. Sanırım, beni alan, dilimle alır diye geçirmiş içinden,
düzgün bir oyuncu olarak. Fakat Kızkardeşler’deki Ece Yüksel, şiveyi
muhteşem vermekteydi. Bir iki tane böyle çalışkan oyuncu var.
Bir Başkadır’da
ise nereli olduğu belli olmayan Meryem, ara sıra normal he harfi söylenmesi
gerekli harfleri Arapça ha harfiyle söylüyor. Yani Allax diye bir kelime yok.
Müslüman olan kimse Allah’a Allax demez. Allax nidası karikatürdü ya hu. Anadolu’da
böyle bir kelime yok. Anadolu’da bazı he harflerini ha (x) yapan kişiler de
Kürtler. Fakat bizim dizide Kürtler başka bir ailede. Bu ailede ise %5 Kürtçe
konuşuluyor %95 Türkçe. Buyur buradan yak. Böyle ailelerde anadili Kürtçe olan
çocuklar, ebeveyn ve kardeşler ile daima Kürtçe; anadili Türkçe olanlar ise ebeveynler
ve kardeşlerle daima Türkçe konuşarak anlaşır. Yarım yarım konuşulmaz. O dizide
bir tane Kürt yok muydu be? Bu kadar mı uzaktı setiniz işlediğiniz konuya. Hiç mi
kimseye danışmadınız? Tenezzül etmediniz mi yoksa her şeyi herkesten daha iyi
analiz ettiğiniz ve bildiğiniz için. Üstelik o Ege köyündeki tecavüzcüyü niye Kürt
yaptınız ya hu? Yerli tecavüzcü yok muydu? Kürtlükte oturun, 0 aldınız. Gelelim
Sünni İslam geleneğine.
İslam’da bir kadın ile
bir erkek, eğer birbirilerine nikah düşebilecek kişilerse aynı ortamda
bulunamazlar. Çünkü bulunurlarsa üçüncü kişi şeytan olur. Ateşle barut yan yana
olmaz. Jungcu mürit ile mavi gözlü kadının aynı ortamda durabilmesi,
yürüyebilmesi, mavi gözlü kadının cemiyette yok edilmesi ile sonuçlanır. Namusu
beş paralık olur. Sabah namazını bile kaçırmayan bir ailenin üyesi mavi gözlü
kızın bir erkekle bir odada bir saniye bile durmasının neticelerini bilmeme
ihtimali yoktur. Ayrıca, bir kadının yalnız başına temizliğe gitmesi İslam’da
memnudur. İslam’ı sabah namazına kalkacak kadar bellemiş bir abi, bacısını asla
bir adamın evine göndermez. Bu dinden çıkmaya eşit bir rızadır. İslam’ı sadece
kültürel olarak bellemiş ve türbanı o şekilde asla bağlamayan bir kadının
yaşayabileceği hayat Meryem’e yaşatılmış. Bu bir ütopyadır. Bu ütopya güzeldir
ama gerçekçi değildir. Erkeklerin, kadınları daha feci sömürebilmek için dini
kullandıkları gerçeğini bir saniye bile es geçemeyiz. Bunu hiçbir sanat
eserinde yapmamalıyız. Müslümanlar ayıksa bile bu durumları korkularından çekemiyor,
seküler ise çekince böyle sıradan bir şey çıkıyor ortaya. Geçmişte, hidayet
filmleri çeken yönetmenler de seküler hayatı anlatırken çuvallamışlardı: Sürekli
şarap içilen ev, perma, ojeli tırnak, avizeler, konken. Allah sabır.
Herkesin bir sinirsel
hastalığa duçar olması da biraz abartılı fakat hastalıklar güzel
serpiştirilmiş. Majör depresif Meryem, onun OKB psikiyatristi Peri, Peri’nin
paranoyak psikoloğu Tülin Özen, Tülin Özen’in doğuştan zihinli özürlü kardeşi,
histerik yenge, histerik yengenin konuşmayı reddeden kaygı bozukluğu hastası
oğlu, grandiyözite ile narsitik kişilik bozukluğu arasında sıkışmış ünlü dizi
oyuncusu. Ödipal soytarılıklar son zamanlarda dizilere de malzeme oluyor. Çocukluk
travmalarının nevroz olarak yetişkinliğe musallat olması, bastırma, regresyon,
terapi, terapist gibi bir sürü şarlatanlık artık dizilerin konusu. Bir
Başkadır’da ise değişik sınıfların kesişme alanı olarak klinik seçilmiş. Bu
kliniğin devlete bağlı olması ve Peri’nin orda ne işinin olduğu sorusu yanıtsız
kalmış. Çünkü Peri en iyi okulların mezunu ve devlet dairesi basitliğine katlanamaz.
Ne hikmetse yarısı başörtülü olan nüfustan şimdiye kadar bir türbanlı hastası
olmuş. Hatta bu türban takıntısı Peri’nin başına öyle işler açıyor ki kendi psikoloğu
tarafından terk ediliyor. Çünkü kendi psikoloğuna gittiği bir gün, psikoloğun bacısının
da türbanlı olduğunu anlıyor. Psikolog da bu sırrı ifşa olunca etik olarak
terapiye son vermesi gerektiğini söylüyor. Böylelikle modern insanın başına
gelebilecek en ödipal trajediyi, hekim tarafından terk edilmeyi tadıyor.
Tekniğiyle mekniğiyle on numara bir ütopya çekilmiş. Güzel kameralar kullanılmış. Geçişler meçişler. Şu şive olayı dışında oyunculuklar da gayet güzel. Bu filmin/ dizinin Türkiye ile uzaktan yakından bir alakası yok. Çünkü sette Kürt ve Müslüman yok. Filmde olan, ekipte olmak zorundadır. Böyle olmayan ekipler yanlış ekiplerdir.
Cihat Duman
"Çünkü sette Kürt ve Müslüman yok." bunu nereden biliyoruz?
YanıtlaSilMükemmel bir eleştiri yazısı.
YanıtlaSil