Bu Blogda Ara

15 Kasım 2020 Pazar

Bir Başkadır Benim Ütopyam

Sırasıyla; doğmuş olmaktan, bir başka insandan (biri hariç), konuşmaktan, yazmaktan, ateşin icadından, ritüellerden, büyüden, ibadetlerden, danstan, Antik Yunan tragedyalarından, öyküden, romandan, sinemadan, diziden ve Netflix’ten tiksiniyorum. Sadece sözsüz müzikten ve modern şiirden hoşlanıyorum. Azıcık da aşk filmlerinden. Bu kadar.

Kurmacanın sonunun geldiğini, yola eleştiri ile devam edeceğimizi düşünüyorum. Geleceğe sadece eleştirmenler, yorumcular kalabilir. Dizilerin artık efsanelerin yerini tuttuğunu zannediyorum. Efsaneler, mitler yazıya geçirilince kendilerini geliştiremediler, güncellenemediler, zarar verdiler. Şimdi ise Metamfetamin adlı efsane, görüntüye hapsediliyor. Gözlerimize direkt saldırı var. Biyoloji öğretmeni kel, karısı sarışın, öğrencisi torbacı. Gömleğinin rengi tartışılmaz. Homeros almış eline kamerayı, çekiyor babam çekiyor. On saat, elli saat, yüz saat. Eskiden meseleyi bir günde anlayabilirdik. Hatta kitap inceyse iki saatte biterdi. Film çok uzun değilse üç saatte biterdi. Şimdi dizi var. Kendisine daha çok zaman ayrılmasını istiyor dizi. Nasıl ki efsaneler ve menkıbeler kitleyi uyuşturmak için vardıysa, diziler de orta ve geri zekalı bu yığını eylemek için var.

Ben dizi izlemem. Eğer bir diziyi izlemişsem bunu izleyen diğer kişilerle dalga geçebilmek için yapmışımdır. Fakat bazen izlediğim bir dizi hem beni hem de genel kitleyi aynı anda etkileyebilen bir dizi çıkabiliyor. Sanatın böyle sürprizleri var tabii. Kurmacadan nefret etmemin genel sebebi hem tiyatroda hem romanda hem de öyküde bazı kurallara tabi olmasındandır. Bu kurallar konvansiyoneldir. Bazı dolandırıcılar kitleyi, yani geri zekalıları nasıl memnun edebileceklerini keşfedip yazılı hale getirmişlerdir. Bu dolandırıcıların halefleri de seleflerine tıpatıp uyup bu kurallara uygulamaktadır. Ben bu kurallardan tamamını ya da en azından birini gördüğüm an sıkılıyorum anlıyor musunuz? Diziyi kapatıyorum. Kendime saygım mâni oluyor zamanımı o şarlatanın çektiği filme adamaya. Roman ve öykü kitaplarında böyledir. Tahammül eşiğim çok düştü.

Kurmacanın beni rahatsız eden iki temel kuralı: Olaylar birbiriyle bağlantılı olacak ve karakterler değişime uğrayacak. Aptalların bundan zevk almasının sebebini bir türlü bulamıyorum. Şarlatanlar her projede bu iki duruma tapıp, uymayanları eleştirdiklerine göre bu iki durum onları da büyülemekte. Şu sinema dininde bu üfürükçülerin, tatmin olmak, hikâyeye inanmak, olaylar arasında bağlantı kurmak, karakteri değiştirmek ha bir de zekât vermek gibi şartları beni aşırı rahatsız ediyor. Yani halı mı örüyorsunuz kardeşim? Kilim mi dokuyorsunuz? Fayans mı dizmektesiniz? Biraz rahat olun, ferahlayın ya hu.  

Bu devletin sınırları içinde insanların en ilkel yönlerine hitap etmeyen senaryolar çekilemez. Bayrak ve at sevgisi, kadın dövmek tutkusu, baldız, mafya, değnekçi, boyalı yüzler, bebek gibi adamlar ve kadınlar, vitrin, azınlık aşağılama, kılıç sallama, aldatma, dolandırma, intikam, gereksiz hırs ve saire. Bu projelere ekmek için giren çıkan oyuncular, yönetmenler pişmandır ve üzgündür. Aileden bir geliri olmayan gariban çocuklar için başka yol göremiyorum zaten. Berkun Oya’nın dizisi Bir Başkadır bir Netflix yapımı. Riski Amerikalılar almış. Böylece Berkun boktan bir projede yer almaktan kurtarmış kendini ve ekip arkadaşlarını. Kurtlar Vadisi ya da Behzat Ç’den daha serbest bir dizi çekmiş.

Dizide Türk yapımı dizilerde görmediğimiz şeyler olduğunu söylediler insanlar. Ben daha evvel Evdeki Yabancı dışında Türk dizisi izlemediğim için neyi göremediğimizi pek anlamadım. Bir başkadır benim memleketimdeki başkalığı bir kerterize vuramadan yorumlamak isterim. Türk sinemasında tam altmış yıldır şive problemi var. Bir karakterin Anadolu’dan bir yörenin şivesiyle konuşmasını taklit eden oyuncular aslında zekâ geriliği oyunu verdiklerini pek anlamıyorlar sanırım. Şener Şen de böyle idi Öykü karayel de. Öykü Karayel’i oynatan Berkun Oya da. Bazı yönetmenler bu sorunu gerçekten anadili Kürtçe olan oyuncu seçerek çözmeye çalıştı. Başarılı da oldular. Bir sürü değişik oyuncu kazandık. Anadolu’da onlarca şive var. Herhangi bir şive bölgede bir süre durarak çözülebilir. Nihayetinde Uğur Yücel’in Muhsin Bey’deki rol için Urfa’da çalıştığını biliyoruz. Nuri Bilge’nin Ahlat Ağacı’ndaki anneyi hatırlayalım. Bennu Yıldırımlar İstanbul Türkçesinden asla vazgeçmedi. Ya da vazgeçirilemedi. Sanırım, beni alan, dilimle alır diye geçirmiş içinden, düzgün bir oyuncu olarak. Fakat Kızkardeşler’deki Ece Yüksel, şiveyi muhteşem vermekteydi. Bir iki tane böyle çalışkan oyuncu var.

Bir Başkadır’da ise nereli olduğu belli olmayan Meryem, ara sıra normal he harfi söylenmesi gerekli harfleri Arapça ha harfiyle söylüyor. Yani Allax diye bir kelime yok. Müslüman olan kimse Allah’a Allax demez. Allax nidası karikatürdü ya hu. Anadolu’da böyle bir kelime yok. Anadolu’da bazı he harflerini ha (x) yapan kişiler de Kürtler. Fakat bizim dizide Kürtler başka bir ailede. Bu ailede ise %5 Kürtçe konuşuluyor %95 Türkçe. Buyur buradan yak. Böyle ailelerde anadili Kürtçe olan çocuklar, ebeveyn ve kardeşler ile daima Kürtçe; anadili Türkçe olanlar ise ebeveynler ve kardeşlerle daima Türkçe konuşarak anlaşır. Yarım yarım konuşulmaz. O dizide bir tane Kürt yok muydu be? Bu kadar mı uzaktı setiniz işlediğiniz konuya. Hiç mi kimseye danışmadınız? Tenezzül etmediniz mi yoksa her şeyi herkesten daha iyi analiz ettiğiniz ve bildiğiniz için. Üstelik o Ege köyündeki tecavüzcüyü niye Kürt yaptınız ya hu? Yerli tecavüzcü yok muydu? Kürtlükte oturun, 0 aldınız. Gelelim Sünni İslam geleneğine.

İslam’da bir kadın ile bir erkek, eğer birbirilerine nikah düşebilecek kişilerse aynı ortamda bulunamazlar. Çünkü bulunurlarsa üçüncü kişi şeytan olur. Ateşle barut yan yana olmaz. Jungcu mürit ile mavi gözlü kadının aynı ortamda durabilmesi, yürüyebilmesi, mavi gözlü kadının cemiyette yok edilmesi ile sonuçlanır. Namusu beş paralık olur. Sabah namazını bile kaçırmayan bir ailenin üyesi mavi gözlü kızın bir erkekle bir odada bir saniye bile durmasının neticelerini bilmeme ihtimali yoktur. Ayrıca, bir kadının yalnız başına temizliğe gitmesi İslam’da memnudur. İslam’ı sabah namazına kalkacak kadar bellemiş bir abi, bacısını asla bir adamın evine göndermez. Bu dinden çıkmaya eşit bir rızadır. İslam’ı sadece kültürel olarak bellemiş ve türbanı o şekilde asla bağlamayan bir kadının yaşayabileceği hayat Meryem’e yaşatılmış. Bu bir ütopyadır. Bu ütopya güzeldir ama gerçekçi değildir. Erkeklerin, kadınları daha feci sömürebilmek için dini kullandıkları gerçeğini bir saniye bile es geçemeyiz. Bunu hiçbir sanat eserinde yapmamalıyız. Müslümanlar ayıksa bile bu durumları korkularından çekemiyor, seküler ise çekince böyle sıradan bir şey çıkıyor ortaya. Geçmişte, hidayet filmleri çeken yönetmenler de seküler hayatı anlatırken çuvallamışlardı: Sürekli şarap içilen ev, perma, ojeli tırnak, avizeler, konken. Allah sabır.

Herkesin bir sinirsel hastalığa duçar olması da biraz abartılı fakat hastalıklar güzel serpiştirilmiş. Majör depresif Meryem, onun OKB psikiyatristi Peri, Peri’nin paranoyak psikoloğu Tülin Özen, Tülin Özen’in doğuştan zihinli özürlü kardeşi, histerik yenge, histerik yengenin konuşmayı reddeden kaygı bozukluğu hastası oğlu, grandiyözite ile narsitik kişilik bozukluğu arasında sıkışmış ünlü dizi oyuncusu. Ödipal soytarılıklar son zamanlarda dizilere de malzeme oluyor. Çocukluk travmalarının nevroz olarak yetişkinliğe musallat olması, bastırma, regresyon, terapi, terapist gibi bir sürü şarlatanlık artık dizilerin konusu. Bir Başkadır’da ise değişik sınıfların kesişme alanı olarak klinik seçilmiş. Bu kliniğin devlete bağlı olması ve Peri’nin orda ne işinin olduğu sorusu yanıtsız kalmış. Çünkü Peri en iyi okulların mezunu ve devlet dairesi basitliğine katlanamaz. Ne hikmetse yarısı başörtülü olan nüfustan şimdiye kadar bir türbanlı hastası olmuş. Hatta bu türban takıntısı Peri’nin başına öyle işler açıyor ki kendi psikoloğu tarafından terk ediliyor. Çünkü kendi psikoloğuna gittiği bir gün, psikoloğun bacısının da türbanlı olduğunu anlıyor. Psikolog da bu sırrı ifşa olunca etik olarak terapiye son vermesi gerektiğini söylüyor. Böylelikle modern insanın başına gelebilecek en ödipal trajediyi, hekim tarafından terk edilmeyi tadıyor.

Tekniğiyle mekniğiyle on numara bir ütopya çekilmiş. Güzel kameralar kullanılmış. Geçişler meçişler. Şu şive olayı dışında oyunculuklar da gayet güzel. Bu filmin/ dizinin Türkiye ile uzaktan yakından bir alakası yok. Çünkü sette Kürt ve Müslüman yok. Filmde olan, ekipte olmak zorundadır. Böyle olmayan ekipler yanlış ekiplerdir.     


Cihat Duman                            

 

 

 

2 yorum:

Keşke bizi de kamyonlara koyup taşısalardı.

Keşke bizi de kamyonlara koyup taşısalardı kavunlara haksızlık oldu. Cadde-i Kebir’e bir damla kan düşmesin diye yapıldığını farz ettiğim ku...