Bu Blogda Ara

18 Temmuz 2022 Pazartesi

Ucubenin Genç Şair Olarak Portresi

Kendilerini yeni kuşak olarak lanse etmeseler de son on yılda gelişen gençlerde kendi çağlarının kaygı ve kurallarını edebiyatın sert ve teamüle dayalı yasalarına dayatma çabaları var. Edebiyat ortamı, ötesi ve sonu olmayan, bildikçe kendini ifşa eden, dili, kendine ait tarihi, arşivi olan bir şeydir. Edebiyat kamusunun nüfusu okudukça artar. Sabit değildir. Ve zaman geçtikçe yeni kişiler eklenecektir. Lovebombing, bodyshaming, ifşa, teşhir, tutuklama, sürgün, cancel gibi ergence ve gülünç suçlamalar ve cezalar bu ortamda bir şey ifade etmez. Etmedi de. Atatürk Refik Halid'i ülkeye geri çağırdı yani. Nazım Hikmet’e iade-i itibar yapıldı. Devlet, millet, anane, ergenler ve başka şeyler bu akışı değiştiremez. Edebiyat dünyasına mesela feminizmin kaideleri ile gelip bir suçlama yapılması, yapanın görgüsü hakkında fikir vermekten başka bir şeye yaramaz. Bir gericinin gelip “kuran dışına kitap yazmak şirktir” demesi gibi komik argümanlar edebiyatın ancak malzemesi olabilir. Bunu bi kere iyi bellememiz gerekiyor. Hele de gençlerin gözleri dört açması şart.     

10 yıl önce genç hayranlarımdan bahisle “takma peşine bunları bak zarar verirler sana” dediğinde Yavuz Türk’ü anlamamış fakat tavsiyesini hayata geçirebilmiştim. Şarlatanların sadece içkici, çaycı, sakallı, yaşlı şairler arasından çıkmadığını, gençlerin daha yamyam olduğunu, abilik yapmanın alçakça bir şey olduğunu, usta çırak ilişkisinin böyle bir şey olmadığını sakin sakin anlatmış, maduniyetsiz, serbest, eşit ilişkilerin kalitesinden bahsetmişti. Epey de bir hakaret etmişti açıkçası.

O zamanlar insan ruhu üzerine derin okumalar yapmadığım için henüz bilmiyordum bu tuhaf kişiliklerin aslında bir persona değil de nevrotik olduklarını. Ağır hasta, bakıma muhtaç, ailelerin ortaya attığı talihsizlerdi kendilerine genç şair dediğimiz tipler. Protest intiharlar, sevda skandalları, borç istemeler, uyuşturucu müptelalığı, vesaire vesarie ne kadar ergenlik varsa gençlerdeydi. Safi rüzgâr ve safi masraf. Ben 28 yaşındayken kim olduklarını şimdi unuttuğum mezkur tiplerin yaşları 18 ile 25 arasında değişiyordu. Dergi çıkardığımız için tanınıyorduk. Sinerjimizden faydalanmak istiyorlardı sanırım. Ben belli bir seviyeden sonra yüzümü agoraya döndüğüm için ünlü sayılıyordum. Sosyal medyayı etkin kullanıyordum. Blog tutuyordum dergi çıkarmanın yanı sıra. Gece hayatına meraklıydım. Bu veçheden de bir cazibem vardı.

Önce düzyazı ve eleştiri yazmayı azalttım sonra yavaş yavaş ayrıldım dergilerden. Ne hikmetse hastalığın her dokuya yayıldığını görebilecek ferasete sahiptim. Meğer patolojik narsizm edebiyatı yöneten biricik muammaydı. Edebiyat bu hastalığa yakalanmış tiplerin afyonuydu. Sümsük, toplumdan ve aileden dışlanmış, parasını harcamasını bilmeyecek kadar andaval, varlık içinde yokluk çeken, evlat ve kardeş hasretiyle tutuşmuş, babalık/ abilik hatta annelik etmek isteyen bir yığın embesil, fevkalade karaktersiz şarlatanın arasındaydık. Artist sayısı çok azdı. Kibre hasret kalmıştık.  

Özellikle bir nimet gibi yetişen gezi isyanı ve darbeden sonra etrafım güzelce budandı. Bir kısım gereksizi de yazılarımla hedef gösterip infaz ettim. Saygısız, terbiyesiz, üslupsuz bir edebiyat kişiliğine bürünerek korunmaya çalıştım. Gündelik hayatta belirli arkadaşlarla buluşup sosyal hayvanlığımı yaşadım tabii. İnternet dünyasında tanımadığım kişilerle yazışmayı 2012’de her kim olursa olsun –iş ilişkisi harici– yeni arkadaş edinmeyi 2016-2017 gibi bıraktım. Etrafımı sabitledim. Kötü günlerinde yanında olacağım, iyi günlerinde kutlama yapacağım kişileri belirledim. Edebiyat dünyasında korku ile karışık saygı, tiksinti ile bulanmış korku besleniyordu bana karşı. Biraz yetenekli olduğum için de örgütlenip fişimi çekmeye kıyamıyorlardı.

Maalesef bütün arkadaşlarım kendilerini ruhsal vebadan koruyamadılar. Kimi yeni dergiler kurdu, kimi yayınevlerine yönetici oldu. Abilik ablalık yolunda şahsiyetlerinden tavizler vermeye başladılar. Gençleri maddi ve manevi olarak kullandılar. Grubun alfası oldular. Herkesi ve her şeyi övdüler. Siyasilerin topluluktan bir bebeği kucaklayıp öpmesinin maymun toplumunda alfanın bir davranışı olduğunu öğrendiğimde kitabı yeni çıkmış bir gence yağdırılan övgüleri yerli yerine oturtalı çok olduğu için böyle kutlamalarda muz soyup ekrana bakıyordum. Nesebin devamı endişesi vardı yaşlı edebiyatçılarda. Soyları devam etmeliydi. Buna mukabil bir piçlik, onun bunun çocukluğu sanrısı vardı gençlerde. Birbirlerini kolayca buluyorlardı. Seyir zevki yüksek bir belgeseldi.

Biz bu belgesele seyirci kaldığımızı düşünüyorduk steril arkadaşlarla. Buluşup telefonlarımızdan birbirimize tweetler okutup gülüyorduk. Ateş bize hiç sıçramaz zannediyorduk. Yanıldığımızı anlamakta gecikmedik maalesef. Eski dostlar, adam sızdırmıştı içimize. Bunları çeşitli komplolarla, desiselerle geldikleri yere gönderdik çok şükür. Eski dostları da işaretleyip, böcekleştirip bir süre daha korunduk. Buluşma ve toplanma öncesi “yanında kimse olmasın” uyarıları gırla gitti partilerde. Bu önlemlere güvenip kurtulduğumuzu sandık ama ne çare? Bu kere başka dostlar aramıza insan sızdırmaya başladı.

Bu insanlar önce toplu resimlerde (fotoğraflarda) dostların negatifine sızdı sonra bizim masalarımıza. Bu yeni kişiler eskileri gibi değildi. Komplo kurup kovamazdık. Çünkü bu çocuklarda ar damarı yoktu. Elimizde enjektörlerle damar aradık aylarca. Bulamadık. Bunlar sosyal medyanın çocuklarıydı. Zır cahildiler. Yıkama yağlama mekanizmaları çok yeni olduğu için çökertecek yazılımı geliştiremedik. Çocuklar babadan oğula nesilmişçesine aynı şekilde önce edebiyat dünyasına sonra bizim sistemimize giriyorlardı. Siyasi örgütlerin kof, bunların üyelerine karşı kendi benliklerinin zayıf olduklarını keşfetmişlerdi. Sivil toplumunsa riyakârlığı arşa çıkmıştı. Mektep arkadaşları sıkıcıydı. Akrabalar faşistti. Özneyi çalıştırmanın tek yolu sanat dünyasıydı. Yani Freud'un deyişiyle süblimasyon. 

Sanat dünyasında yeteneksizliğin, hiç açılmamış sezginin, kapalı dimağın, hissizliğin, duygusuzlığun, cahilliğin örtülerek 2 ayda usta olunabilecek tek alan şiirdi, biraz da öyküydü. Müzik, oyunculuk, resim (çağdaş olmayan), dans ve benzeri ciddi sanat dalları en az 3-4 yıl idman isterdi. Eğitim belki bir ömür sürerdi. Yeteneksiz en erken beşinci altıncı yıl ayrılırdı bu belalı sanatlardan. Bir marangoz çırağı kalfa olmak için yıllarca çalışır kendini geliştirirdi. Zanaat bile yıllarınızı talep ederken şairlik en geç 90 günde tescil edilebilen bir şeydi.

İşte bu anasız babasız çocuklar kulübe kabul edilme arayışlarında bizim dostlarımızdaki en iğrenç zaafı yakaladılar: Pohpohlanmak. Övgüye, senaya aç mıdırlar bu bizim yaşlı dostlarımız peki? Değillerdir. Ömürlerince yüzlerine yapılan methiyeler, kendilerine adanan şiirler, haklarınca çıkan tanıtım yazıları belki 100’ü aşmıştır. Onlar da o yollardan geçmişlerdir. Fakat doymamışlardır. Gözleri aç kalmıştır. Hırs kalplerini mühürlemiştir. Mühürlü kalp, o olmayan beyinlerine kan gönderemediği için beyinleri de çürümüştür. Zekâ, gıdasız kalmıştır. Bu cılız, meflûç zekâ ile ancak birinci tekilden ikinci tekile hitap eden lirik şiirler, manzumeler, yıllarca yapılanı tekrardan ibaret, paçavralar yazabilirler. Ha, bir de bu zekâsızlık dalkavuğa direnci düşürür. Dalkavuğu fark etse de mukavemet edemez. Dümen suyuna kapılır. Daha doğrusu dümeni yutar.

Bu zekâsız, sevimsiz dost, dalkavuğuyla fotoğraf çeker, etiketlenir, diğer zekâsızlar bunu beğenir, diğer dalkavuklar da bu dalkavuğa ulaşır ve kendilerini zekâsızla tanıştırmalarını ister, dalkavuk ödül maması karşılığında (yazdığı bir şiiri kötülememe diyelim) bu isteği kabul eder. Bu kez masada öteki zekâsız vardır. Bu masa her zaman somut bir masa olmayabilir. Sosyal medya mecraları da masa sayılır. Zekâsızlar dalkavuklar karşısında rekabete girerek şarlatan mertebesine yükselir. Olmayan bir şeyi satmaya başlarlar genç dalkavuklara.

Ödüller, dergiler, internet dergileri, olmayan itibar, yalan prestij ve bilmem ne bela şeyler libidinal bir sinerji yaratır. Böylece bir kişi iki ayda ilk şiirini bir şekilde neşreder. Bu şiiri internette bir iki gün şiir okuması/ araştırması yaparak oluşturur. Kısmen daha deneyimli dalkavukların kısmen sahte abilerinin metinlerinden kolaj da yapabilir. Kimse bunları uyarmaz. Kimse metinlerine çeki düzen vermesini istemez. Düzyazıdan bile hallice olmayan eciş bücüş korkunç metinler şiir olarak kabul edilir. Söylem kopyadır. Duygu yerine retorik boca edilmiştir. Ahengin a’sını (A’sını olmalıydı) bulamazsınız. Bilinçdışı zerre çalıştırılmaz ve şiir diliyle tepkimeye sokulmaz. Bayat kelimeler seçilir ve kopya söylemin üzerine retorik sosuyla servis edilir.  

Aksi halde karşı çıkanın şiiri de tartışmaya açılacağından herkes bu konuda konsensüse varmıştır çoktan.  Derhal 50 samimi arkadaşı olur. Bir adet özne ve 50 kişilik toplum. Yukarıda dedim ya özneyi çalıştırmanın tek yolu şiir ortamı diye. Bir dize paylaşırsınız 50 kişi, bir kişiye cevap yazarsınız 50 kişi. Hep beğenirler. Türkiye’de fevkalade çalışan tek örgüttür dalkavuklar ve embesiller derneği. Herkes herkesin can dostudur, herkes herkesle dertleşir, herkesin her gece saatlerce yazışacak şeyi olur. Ve herkes yıl dolmadan şiir kitabı çıkarır.

Bu, dalkavukluğun reddinin ve patolojik narsisizmin başladığı yerdir. Bu yazıyı bu tehlikeli ve hepimizi yaralayan merhale için yazıyorum. Kişi hak etmediği bir alakayı toplamaya çalıştığını fark edemez en başta. Ergen narsist, kitabın linkini tepeye sabitledikten sonra günümüz ile Şeyh Galip arasındaki zincire dahil olur . Son 17 yılın (17 yaşındadır çünkü) en iyi şairi, Turgut Uyar, Edip Cansever, Orhan Veli, Nazım Hikmet, Can Yücel (Tevfik Fikret’i hiç duymadığı için buraya sonradan aklına gelen Yücel’i koymuştur) vardır dünyada başkası yalandır. Biraz da Fransız şairler tabii.

Dalkavukluktan ve sırık hamallığından megalomanlığa terfi eden özne doymaz. Diğer soytarılardan daha özel muameleye tabi tutulmak ister ve hemen dijital bir dergi kurar kıt tasarım bilgisiyle. Matbu iş yapacak kadar kabiliyeti ve yüreği yoktur. İşin doğrusu aç köpek olduğu için o taraklarda bezi olmaz. Poetikasız, duruşsuz, kısa satırları enter ile ayırmak suretiyle alt alta yazabilen herkese açık olan dijital günah mecraları işletilir. Bir tane bile düz yazı bulunamaz buralarda. Şahısların herhangi bir mevzu hakkında muhakeme kabiliyetleri yoktur. Estetik üzerine bir saniye bile düşünmemişlerdir. Bunların hepsi zekâdan muaftır. Zekâyı yücelttiğimi sanıp geri zekâlılara bodyshaming yaptığımı düşünecektir bu embesiller. Sanatçıya has özel bir zekâdan bahsettiğimi anlayan anlayacaktır.

Ve bizden şiir isterler. Vermeyiz. Israr edilince telif isteriz. Telifi duyunca sıvışırlar. Başka zaman aniden masamıza oturmak isterler. Kibar olduğumuz için kabul ederiz, dan dun konuşup bizi rahatsız ederler. Seviyeyi düşürmeye çalışırlar. Hazin vaziyetlerini susarak kapatmaya çalışanları hiç görülmemiştir. Çünkü bu sırık hamallarının kitabı çıkmıştır bir kere. Bizle eşit olduklarını sanarlar. O histerik dostlarımız bunları doğurup doğurup takipçi listemize, yayınevimize, kitap lansmanlarımıza, partilerimize, imza günlerimize, masalarımıza, takıldığımız barlara, yazdığımız dergilere salmışlardır.

Hele bunların bir yayınevi çatısında genel bir kifayetsiz muhterisin altında toplanmaları son yılların en acıklı vakalarından değil midir? Düzenledikleri imza gününe ait fotoğraflarda tek bir sivile rastlanmaz. Dostlar alışverişte görsün usulü, kitabı çıkanlar, kitaplarının çıkmasını bekleyenler ve editörler doldurur kadrajı. Sevgilileri bile yoktur. Herkes şairdir. Sonra birbirlerine girerler ama herkese açık dijital ortamda yaşayarak bundan da ilgi devşirmek isterler. Birbirleriyle internetten tanışmış olmaktan utanmazlar fakat bu çirkin tanışmanın sonuçlarına kırılırlar. Yüz yüze hiç görüşmeden internetten cinsellik yaşayanları, kişisel ve sıradan krizleri abartanları, bilmem hangi antin kuntin oluşumun İngilizce kurallarını edebiyata dayatmaya çalışanları görülür. Her boku bunlar bilirler. Her bokun en iyisini bunlar bilirler. Kitap satış sitesinde binlerce kitaba tek kelimelik yorumlar yazarak görünürlük sağlamaya çalışan IQ abidesi lağım faresine bile rastlanmıştır. Sonra yazdıklarını silerler. 5-10 etkileşim alınmıştır çünkü. Barışıp barışmadıklarını anlayamazsınız. Çünkü barış, taraflar arasında olan bir şeydir. Tıpkı savaş gibi. Oysa bunlar sadece altlarındaki bezleri çıkarıp kendi boklarıyla oynamışlardır. Boncuk bile bulamamışlardır.    

Önce edebiyat dünyasına sonra bizim sisteme giriyorlar demiştik yukarıda. Sistemimize girmelerinde kusurlu muyuz yoksa basit bir güncelleme arızası mı var bilemiyorum. Bu parazitlerin sistemimize girmelerinin sebebi bilinmek istememiz ve virüsleri yaratmış olmamız mı? Gizli bir hazine miydik sistem olarak? Sanırım sadece kibardık. Kibirli gözükmek istemiyorduk dahası. Bir de işlerin bu derece ciddiye bineceğini tahmin edemediğimiz için sınırı esnek hale getirmiştik. Dostlar azaldı. Hepsi abi, baba oldu. Şimdi sistem de tehlikede. Bizi tüketmeye çalışıyor tahtakuruları. Yolları, köşelerin başlarını, kapakları, matbaaları, sanatsal kaygıları, aşkı ve diğer önemli şeyleri tutmuş arkadaşlarıma, sistemdaşlarıma yalvarmak istiyorum: Beni mapusa, kendinizi mezara götürecek hamleler yapmayın. Rahatımızı bozmayın. Filtreleri çalıştırın. Herkesi başımıza bela etmeyin. Namuslu kalın. Olgun olgun takılalım lütfen.          

 

Cihat Duman               


Kuru Otlar Üstüne Üzerine

Yazarın notu: Okuyacağınız yazıda sürpriz bozacak bir yorum bulunmamaktadır. İnsanlar roman okumayı bıraktılar. Film ve dizi izlemeye deva...