İyi bir edebiyatçı olmayı istemiştin. İyi bir edebiyatçı olma uğruna önce kötü insan, neticeten kötü edebiyatçı oldun. Çocuğunu kaybetmiş anne gibi sağa sola koşuşturuyorsun kalabalıklarda iyi edebiyatı bulmak için. Aldatılıyor, sömürülüyor, dolandırılıyor ve ona ulaşamıyorsun. Sonrasında içinde iyi his adına ne varsa yitiyor. Kötülükle, kinle, nefretle, ihtirasla dolup taşıyor damarların. Güzel sözler ürettiğin için şöhret, para, cinsellik istemen doğal fakat sen bunlara ek olarak bir de övgü istiyorsun. Hem de övgünün en paha biçilemez olanından, yüzüne edileninden talep ediyorsun. Sadece iyi yazmak seni teskin etmiyor, edebiyat tarihi de okumaktasın. Felsefe kitaplarına dalıyorsun estetik ilmini kavrayabilmek için. Filoloji, antropoloji tahsil ediyorsun insanı daha iyi tanıyıp daha güzel yazmak için. Dine merak salıyorsun bir ara. Doğu dinlerine. Brahmanizm, Hinduizm, Maoizm, Budizm, kübizm… Allah ne verdiyse işte araştırıyorsun.
Ölü edebiyatçılardan çok
yaşayan edebiyatçılarla ilgilisin çünkü bir ölünün gücü seni övmeye
yetmeyebilir. Kitabın çıkınca yaşayan edebiyatçının seni övmesini bekliyorsun.
Kitabın çıkıyor ama kimse seninle söyleşi yapmıyor. İşlerin başka türlü türlü
yürüdüğünü utanarak keşfediyorsun. Keşif biter bitmez utanma duygun kayboluyor.
Övülebilmek için her gün insan övmeye başlıyorsun sosyal medyada. Övdüğün
insanlar başka kitapçıların yazarları olunca senin kitabını neşreden kitapçı
üzülmüş gibi yapıyor ama aslında aba altından sopa gösteriyor. Sezgilerin bu
tehdidi algılayacak kadar güçlü. Sadece sana sahip olan kitapçının yazarlarını
övüyorsun böylece. Devrin bütün dâhileri sizin yayınevinizden çıkıyor. Fakat ne
yaparsan yap sivrilen birkaç yazarın seviyesine ulaşamıyorsun katiyen.
Çıkardıkları kitap henüz dağıtılmadan tanıtım yazıları çıkıyor gazete
eklerinde, kültürel web sitelerinde, bilumum mecralarda. Yaptıkları duyuru 130
RT 672 beğeni alırken senin duyuruna sadece 51 RT geliyor. Beğenenleri teker
teker stalklıyorsun. Aralarında yazar varsa takibe alıyorsun onları hemen
tavşan gibi. Onlarla aynı kitapçının çatısı altında birleşmek yetmiyor demek ki
kapak tasarımlarının da aynı olması gerekir diye bir fikre kapılıyorsun.
Kitapçına rica ediyorsun kapakları onların kapakları gibi yapması için. Sonra
bunun da kâfi gelmeyeceği anlaşılınca onlarla aynı şeyi yazıyorsun. O arada
moralin aşırı bozuluyor. Rakip çalışan ilk baskının üzerinden henüz bir ay
geçmemişken maalesef ikinci baskıyı yapıyor. Yazar mutlu, yayıncı mutlu, okur
gururlu.
İnternette dolaşırken, haset
yumağında başkalarının takipçilerini sayarken, kimin imza gününe kimler gitmiş
diye gözlerini patlatırken profil fotoğrafı bile olmayan biri senin kitabın
hakkında “çığır açıcı bir eser”, “kafamı kitaptan kaldıramadım”, “kelimelerle
dans etmiş adeta”, “herkese öneriyorum” diye havadan bir pas atıyor sana.
Yüksek bir pas bu. Seni aşabilir. Derhal tüm defans oyuncularını kontrol
ediyorsun. İkisi durumlarını korurken rakip kaleye en yakın olan oyuncu bir
adım kadar yerinen kıpırdıyor. Bu taktiği biliyorsun. Böylece rakip kaleye en
yakın yazar sen olmuş olabilirsin. Emin değilsin. Fakat o da ne? Takım
arkadaşın hızını almış vaziyette geriden çapraz koşmaya başlamış bile. Onun
koşu yoluna atılmış bir top da olabilir bu top diyorsun. Topla buluşsa
kaleciyle karşı karşıya kalacak. Tüm yayınevi kazanacak. Sen dokunsan ofsayt
olabilir. Tüm bu ihtimallere rağmen duraksamıyorsun. Bir umut takım arkadaşının
yerine sen topla buluşuyor ve onun yerine kaleciyi sen çalımlıyorsun. Top ağlara
sen gönderiyorsun. Muhteşem bir gol. Artık yeni kahramanımız sensin. Kaleci yan
hakeme bakarak elini havaya kaldırıyor. Tüm defans zaten “eller havaya”
vaziyetinde. Yan hakem artık pozisyon bitmiş olduğu için ofsayt bayrağını
kaldırmış oluyor. Gol sevincin kursağında kalıyor. Başında beklettikten birkaç
saniye sonra bu kez yüzünü gizliyorsun ellerinle. Takım arkadaşın sana sitem
ediyor. Pası atan mütereddit. Teknik direktör kudurmuş. Seni derhal oyundan
alıp yerine genç santraforu koyuyor. Pasın sen ofsaytta olduğun için depar atan
yazara atıldığından emin oluyorsun evde özetleri izlerken. Kimseyi kandırmana
gerek yok. Ofsaytta olduğunu biliyordun. Bir buçuk yıldır depar atanı
kıskandığını biliyoruz.
Bırak artık bu işleri. Gel sen de benim gibi sadece yazar ol. Edebiyatçı olma, şair olma, entel olma. Yazmaya önem ver göstermeye değil. Okumaya zaman ayır ki başka yazıcılarla pişti olmayasın. Bak haftaya, 13 Nisan 2021 Beckett’in doğum günü. Bir pasta al. Eşini dostunu çağır. Mum dikin. Üfleyin. Sonra bütün eserlerini okuyun. Beckett sana belli bir yerde ve belli bir zamanda varoluşunu devam ettirirken ne yazman gerektiğini öğretecektir. Ölü ustaların senden borç isteme ihtimali yok. Hadi.
Kafkaokur Nisan 2021 Cihat Duman