Bu Blogda Ara

31 Mayıs 2011 Salı

Boşanma Davası

İçtihat programını açtım. Genelde iş için kullanırım. Bu kez arama butonuna "seni seviyorum" yazıp tıkladım. aşağıdaki karar çıktı karşıma. Edebiyatı da ilgilendiriyor bayağı. 


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU
Tarih: 25/9/2002 Esas: 2002/2-617 Karar: 2002/648

Boşanma - Özel Hayatın Gizli Alanları Özel Hayatın Gizli Alanlarına İlişkin Delillerle İspat Edilebilir

Özet: Uyuşmazlık, davalı kadının güven sarsıcı davranışlar içinde bulunup bulunmadığı, "günlük" isimli defterin delil niteliğinde olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır. Hukuka aykırı olarak elde edilen delillerin değerlendirilmesi konusunda usul yasamızda açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Deliller çalınmış, tehdit veya zorla elde edilmişse hukuka aykırılık vardır. Hukuka aykırı yollardan elde edilmemiş deliller yasak delil olarak kabul edilemez. Boşanma davaları özel yaşamı ilgilendiren davalardır. Özel hayatın gizli alanları, özel hayatın gizli alanını ilgilendiren delillerle ispat edilebilir. Ortak yaşanan evde ele geçirilen defter hukuka aykırı delil olarak kabul edilemez. Bu nedenle davalıya ait söz konusu defter delil olarak değerlendirilebilir.


- (743) TÜRK KANUNU MEDENİSİ (MÜLGA) Madde 134


Taraflar arasındaki "evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedenine dayanan boşanma" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kartal Asliye 2. Hukuk Mahkemesi`nce davanın reddine dair verilen 26.4.2001 gün ve 2000/163 esas, 2001/262 karar sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi`nin 9.11.2001 gün ve 2001/14984 esas, 2001/15615 karar sayılı ilamı ile (...Yapılan soruşturma, toplanan delillerle davacının davalıyı dövdüğü tanık ifadeleri ve günlük birlikte değerlendirildiğinde davalının da güven sarsıcı davranışlar içinde olduğu anlaşılmaktadır. Bu halde, taraflar arasındaki müşterek hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Olayların akışı karşısında davacı dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün görülmemesine göre, boşanmaya karar verilecek yerde, yetersiz gerekçe ile davanın reddi doğru bulunmamıştır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden:Davacı vekili
Hukuk Genel Kurulu Kararı
Hukuk Genel Kurulu`nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedenine dayanan boşanma istemine ilişkindir.
Davacı, taraflar arasında son zamanlarda çıkan geçimsizliğin, davalı kadının evi terk etmesiyle neticelendiğini ve geçimsizlikte kusurun davalıda olduğunu belirterek, şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşanmalarına karar verilmesini istemiş; davacı vekili 28.11.2000 tarihli delillerin ibrazına ilişkin dilekçesinde, evlilik birliği devam ederken davalı kadının kayınbiraderi Adem ile yaşadığı yasak ilişkiyi ortaya koyan "günlük" isimli defteri mahkemeye ibraz edeceğini, olayın tanıklarca da ifade edileceğini, bu ilişkinin ortaya çıkmasından sonra şiddetli geçimsizliğin başladığını ileri sürerek, davalı tarafından yazılan defteri 7.12.2000 tarihli duruşmada delil olarak ibraz etmiştir.
Davalı, taraflar arasındaki geçimsizlikte kusurun davacıda olduğunu, davacı ile 1990 yılından 1995 yılına kadar gayriresmi birlikte yaşadıklarını, müşterek çocuk Cansu`nun doğumundan sonra 1995 yılında resmen evlendiklerini, henüz 15 yaşında iken kendisini kaçırmak suretiyle evlenen davacının, müşterek yaşamda da zor kullanmayı sürdürdüğünü, 27.2.2000 günü evde kavga çıkaran davacının şiddet kullandığını, aynı gece kayınbiraderinin yanına sığındıktan sonra ertesi gün dövüldüğüne dair rapor alındığını savunarak davanın reddini istemiş; günlüğün ibraz edildiği 7.12.2000 günlü duruşmada davalı vekili "inceleyip beyanda bulunacaklarını" bildirmiş ve müteakip duruşmada "günlük müvekkilimin kişisel bir eşyasıdır. Onun izni olmadan delil olarak verilmesini kabul etmiyorum." şeklinde beyanda bulunmuş, zaptı imzalamıştır.
Yerel mahkemenin, dinlenen davacı tanıkları Zafer, Şehnaz ve Özcan`ın açık ve kesin bilgilerinin mevcut olmadığı; davalı tanıkları Fatma ve Gülsima`nın davalının savunmasını doğrular mahiyette davacı kocanın davalıya hakaret edip dövdüğünü bildirdiği, davacı tanıklarının beyanından davalı kadının aile birliğine sadakatsizlikte bulunduğuna dair bir sonuca varılması imkânının görülmediği ve iddianın aksine, davacının kusurlu davranışlarının bulunduğu gerekçesiyle davanın reddine dair verdiği karar, özel dairece yukarıda açıklanan gerekçe ile bozulmuştur.

29 Mayıs 2011 Pazar

Kitap Tanıt.

AHMET GÜNTAN, PARÇALI HAM, MART 2011, YKY

Şiire karşı şiirle verdiği omuz mücadelesinde Ahmet Güntan’ın düştüğü ilk poetik riyakârlık, Parçalı Ham’ın YKY’nin şiir dizisinden okuruyla buluşmasıdır. Ortaya koyduğu eserin şiir olmadığını 'parçalı ham' olduğunu kitabın girişindeki taşıyıcı monologda açıklıyor Güntan. Parçalı Ham son zamanlarda şiir kelimesi üzerine kurulan spekülasyonlarla ilgisi olduğu için okunması gereken bir kitap. Güntan meseleyi en baştan ele almış. Kavramlara olan inancın kaybolduğu postmodern zamanlarda bir tür adı olan “şiir” kavramıyla da oynaşmak gerekiyordu.  Parçalı Ham, günümüz metropol insanının ötekiyle kurulan empatiyi de nazara alarak oluşturduğu bir günlük. Tarih, coğrafya, haber metinleri, tıp, kültür, iktisat, istatistik gibi disiplinlerden Ahmet Güntan ile ilgili olan parçaları toplu bir şekilde okuyoruz.

Parçalı Ham 9.
TAKSİM TEKNOSA KAYITLARI [ . ]

A:Sabah kalkar kalkmaz Ahmet Güntan’ın içine
uyanmak istiyorum [ . ]
A: Ahmet Güntan ne [ ? )
B: Benim [ . ]
A: O zaman size NOKIA 9500 COMMUNICATOR verelim,
Yataktan kalkmadan bağlanırsınız [. ]

                  Hayır [ , ] değil içeri girerken duyarlı kapılar
                  Beni durdurdu duut duut çantamdaki kitapları
                  Okuyormuş duyarlı kapılarında kitapları bırakıp
                  Girdim teknosa [ ‘ ] ya bak valla doğru oldu
                  [ - ] olmuş gerçek [ - ] olmuş [ : ] ergin olgun
                  gerçek (s.81)

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Enstürmanlar Soykırımı Haykırırken, Ben Ötekileşiyordum

sayın kraliçe bana biraz borç verin
elimden tutun yoksa sizi ben öldüreceğim
nui mai plange
nui mai plange
sizi o büyük güne ben hazırlayacağım

(biraz sizin reklamınızı yapmak istedim tzara)

sayın kraliçe bana biraz borç verin
elimden tutun yoksa sizi sinemaya götüreceğim
self kleptomani
self kleptomani
gözleriniz gözlerime orada değecek
üzerimizde perde ve boğazınızda kalacağım
ve hoyratım ve propaganda yapmam
saniyede yirmi dört kere öpeceğim dudaklarınızdan

(hipertrofik yetenekli şair)

sayın kraliçe bana biraz borç verin
elimden tutun yoksa
blago bung
blago bung
büyük hint atlasında yerimiz yok
ama sizi her zaman çok sempatik buluyorum
her gece düşümde soru işaretleri kuruyorum
sayın kraliçe mi daha yalnızdır
yalnızlık mı daha kraliçe

(sanatın bir ameliyata ihtiyacı var)

sayın kraliçe
sayın kraliçe
sayın kraliçe

(bu sportmence bir cinayet)


Doğukan İşler, Yeniyazı 10

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Rüya Görebiliyorum



Sabah kalkışım vardı. Rüya olduğunu sandığım bir şey:

Yolda yürürken bir duvarda “ya da pişman değilim” yazısı ile karşılaşıyorum. Altına da ismimi yazmışlar. Sonra yazılar hareket ediyor. Canlı gibi. Seviniyorum. Hayranım varmış lan diyorum içimden. Sağ tarafa baktığımda otların arasında bir cep telefonu olduğunu görüyorum. Unutulmuş kaybedilmiş bir telefon. Rehber kısmında kayıp edenin babasıyla konuşuyorum. “doğrudur” diyor. “Oğlum dün gece intihar etti.” Sonra duvarında adım yazan o eve giriyorum taziye evi. Madem bu çocuk benim okurumdu o halde kitaplığından kitabımı bulup imzalıyayım dedim içimden. Ama içimden. “İntihar etmiş olsa bile her halde yüreğim soğur.”

Sabah kalktım. Üzülüyorum o çocuğa. Birden gözüme cep telefonunun ekranı geldi. Aynı benim telefonda olduğu gibi “babam” değil “aBabam” yazıyordu. O telefon benim telefonumdu. Ölmüş olabilirdim. Hâlâ emin değilim. Bugün öldüysem eğer annem çok üzülecek. Narsistim de biraz. O yüzden yani. 

6 Mayıs 2011 Cuma

Kitabım Üzerine Üçlü Okuma

Şeref Bilsel ve Bâki Asiltürk “diyalojik okuma” adını verdikleri seriye devam ediyorlar. Takip edebildiğim kadarıyla bunu birkaç dergide sürdürüyorlar.  Özgür Edebiyat Dergisi’nin güncel sayısında benim kitaptan da bahsedilmiş. Genellikle olumlu karşılanmış kitap. Bazen de altan alta iğnelemişler. Kitapta anlam veremedikleri yerler olmuş. Bununla ilgili birkaç açıklama yapmakta fayda var. Hemen ikisinin arasına sızayım bakalım. 

Bâki Asiltürk: Özel adlarda ilk harf yerine son harfi büyük yazmasının nedenini ise bulamadım: ayşE, nuH, ibrahiM, türkiyE… bu teknik tutumu anlamlandıramadım doğrusu.
Şeref Bilsel: ‘tekniK’ tutumu; ayşe’yi aynaya tutup ‘eşya’, nuh’u ise hun diye okumak da anlamlandıramayacak sanırım.  […] Bazı ‘tekniK’ tutumları deşmemek belki de en iyisi.

Cihat Duman: Asiltürk’ün ‘anlamlandıramadım’ demesi beni etkiledi. Şiir olayında bizler zaten en çok anlamlandıramadığımız şeylerden etkileniriz değil mi? Yani burada şiirim adına pek de olumsuz bir durum söz konusu değil. Bir de sadece içerik anlamlandırılmaya çalışılmaz bence, biçim de başlı başına anlam taşıyan bir göstergedir. Buna bağlı olarak da ‘anlam taşıyamayan’, taşıyamamasında bir beis olmayan… Şeref Bilsel’i de kırmamak kaydıyla ben ‘deşeyim’ bu durumu. İkinci yeninin dizgeyi bozması, bilmem kimin dili evirmesi, diğerlerinin farklı bakış açısı yıllardır övülen şeyler. Bu bakımdan Zavallı Cihat’ın imla kılavuzuna yaptığı saldırıyı da bence “güzel-hoş” olarak karşılamak lazım. Ben de size soruyorum: İmla Kılavuzu(İmla Kuralları yerine de kullanılabilir ama kılavuz daha kitabi bir şey, çakma kanun kitabı) ve özel isimlerin baş harfinin büyük yazılması hangi Allah’ın emri? Benim bu tutumum imla kılavuzundan başlamak üzere “istisna” üzerinden yürüyen tüm sistemin eleştirisini yapmaktı. İstisnanın başrolde olduğu hiçbir sisteme saygı duyasım gelmiyor. Başta hukuk. Bur’dan şu akla gelebilir. Madem imla kılavuzuna (kurallarına) saldırıyorsun o halde neden şiir kitabındaki tüm özel isimlerin son harfi büyük değil. Mesela neden kapaktaki Cihat Duman yazılmış da cihaT dumaN yazılmamış. Bu da benim tasarladığım bir tutum. Kendi iktidarıma kul olmamak için ve az önce belirttiğim ‘istisna’ olayının parodisini yapmak için tercih ettiğim bir yol. Ben –örnek üzerinden gidecek olursak- bir şeyleri dikte etmiyorum (ille son harf büyük yazılacak demiyorum) sadece bunun farkına varıyorum.

Bâki Asiltürk ve Şeref Bilsel’e kitabımı bahse değer gördükleri için teşekkür ediyor ve alkışlarınızla aranızdan ayrılıyorum. 

5 Mayıs 2011 Perşembe

Şehir İçi Seyahat Hikayeleri

Elimde avukat çantası Atatürk Hava Limanı dış hatlarda bi müvekkilin işini hallediyorum. Üç saat sonra bitti neyse. Dedim metroya bineyim. Metronun gişelerine yaklaştığımda güvenlik görevlisinin elinde boya sandığı olan bir küçük çocuğu özürlü turnikesinden bedava geçirdiğini gördüm. Benim kafa uçtu gitti. Etkilendim. Boyacı çocuğa özürlü muamelesi mi? Değil. Orda bir şey vardı. O bizim sakatlığımız mı? Değil. Bu kadar romantik olunmaz. Güvenlik görevlisi kadındı. Çocuğa acımıştı. Boyacı diye acımıştı. Bana acımış gibi oldu. Özürlü turnikesinden 9 yaşındaki erkek boyacılar da geçebiliyor. Takibe aldım veledi. Dedim bunun fotoğrafını çekmezsem blogu izleyenler gene edebiyata düştüğümü sanırlar. Kurmaca yapıyo piç, üfürüyo derler. İçimden Siirtli diyorum. Onların gözleri böyle olur. Sordum. Nerelisin? Mardinliyim. Bomboş vagon ama oturmuyor. Kirli olduğunu biliyor demek. Hayır başka şey. Küçük sandığını vagonun demir duvarına yaslamış. Gurulu, saygılı, zeki. Niye oturmuyor. Kimse yok bizden başka. Yenibosna’da indi. Sesi çok güzeldi.

Geçen hafta minibüsteyim. Ayakta ilerliyoruz 35lerinde bir kadın bindi. Ben şoföre daha yakınım diye bana “şunu uzatır mısın” dedi. Para verdi. Bana siz demiyor sen diyor. Herkesi kendi gibi tekil hissediyor. Aşağılık mahlûk. Ahlaksız, şerefsiz. Beni iğrendiren ise başındaki türbanı bağlayış şekli. Onu da çaktırmadan çektim. Bir yaratığa benziyordu. Bu tarz bağlamada kafanın arka fazlalığında saç varsa eğer. Ah rapunzel. Siktir et. Olmaz bu. Ya da kız kulesindeki prenses sanılmak. Öcümü aldım. Bak bana sen dediğin için burada seni ifşa ediyorum. Mizah malzemesi ettim seni. Canıma deysin.

Geçen hafta türbanlı vakadan bi gün sonra otobüsteyim. Sasürcü (Saussure) bir veletle karşılaştım. Kulağımda mp3 var. Gözümde de gözlük. Bir yaşlarında ve anasının kucağında… Ben onun tepesine dikilmişim. Bana bakıyor. Bakar dedim. Çocuklar bakar. Parmağını uzattı beni göstererek anasına bi şeyler dedi. Ben de bana mı diyor diye kukalığı çıkardım “duyamadım güzelim” dedim. Anası sözü aldı: “bu nedir?” diye sordu dedi. İnsana benzemiyorum mu lan ben? Gayet insanım. Benden şey olarak bahsetti Sasürcü velet. Dedim bunun da fotoğrafını çekeyim. Lazım olur. Delil olur. Çok acı çekiyorum. Yedek kalmak çok acı. 

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Ersun Çıplak ile Hasbihal

Ersun Çıplak, Akatalpa Şiir Dergisi’nin mayıs sayısında bizim dergiden (yeniyazı) ve kitaplardan (ya da pişman değilim, kumaş, geleceğe dair anekdotlar) bahsetmiş. Yazısında en fazla yeri kaplayan mesele ise bizim 9. sayıda Hüseyin Ferhad ile yaptığımız röportaj. Bu röportajı masaya yatırmış. İyi de etmiş. En azından bir kişi tarafından okunduğumuza emin olduk. Yazının bir kısmında da bana yaptığı haklı bir eleştiri var. “Seksen kuşağından tiksinen Cihat Duman editörlüğünü yaptığı dergide neden Hüseyin Ferhad’ın ‘80 Kuşağı iyidir hoştur’” tarzından sözlerine karşı koymamış diyor. Adam haklı beyler. Sadece 80 kuşağından değil benden bir yaş bile büyük olsun her insandan tiksiniyorum. Dünya tarihi 1984’te başladığı için onları tarih öncesi insanlar olarak addediyorum. Fakat bir açıklama yapmam gerekiyor. Yeniyazı Dergisi’nde vardiyalı çalışıyoruz. Her çerçevenin ve atölyenin editörü farklı. Mesela ben 7 sayı boyunca yattım. 8. Sayı geldiğinde semih Kaplanoğlu ile röportaj yaptım. Şimdi de yatışa devam ediyorum. Hüseyin Ferhad çerçevesinin editörü Can Habip Türker’di. Onun takdirine saygı gösterdik. Bana kalsa şimdiye kadar çevreye aldığımız hiçbir şairle işim olmaz. Hiçbiri benim kalemim değil. Beğenmem. Zaten benim beğendiklerimi de bizim arkadaşlar beğenmiyor. Pek karışmıyorum. İşin daha da garibi bizim dergide ki şairlerle de arkadaşlık dışında poetik ve düşünsel bir bağlantım yok. Bunu birbirimizin yüzüne de söylüyoruz zaten (Çok anlaşanlar çabuk dövüşüyor bırak böyle kalsın). 8 kişi dergi çıkarmak kolay değil. Her düşünce uyuşmayabiliyor.

80 kuşağına gelince. Gökhan Arslan seksene geçiren bir yazı yazdı bu sayıda. On güne kadar okunabilir. Ben zaten seksen kuşağının ödül jürilerinde, göt korkusundan müteşekkil bir refleksle lirik şiire gaz verdiğini biliyorum. Geriye kalanları da kendi köşesinde yazdıkları şiire bakıp ağlayarak ölümü bekliyorlar. Burada isim saymaya gerek yok. Jürileri gidip incelerseniz, eski arkadaşlıklarını kullanarak kitap eklerinde ve kültür sanat sayfalarında öne çıkmak için havhavlayan adamlara bakarsanız ortalama bi liste oluşur. Kültür sanat ortamı işgal altında. Bu işgale şiddetle cevap verebilmenin yollarını arıyorum. Kısacası daha sonra uzun uzun da belirteceğim üzere seksen kuşağından al 2-3 kişiyi diğerlerini ölmeden çöpe at gitsin. Acımaya bile gerek yok. Bir de kız bakireydi diyolar, bakire kız nasıl orospu oluyo ben anlamıyorum yaa.

Kuru Otlar Üstüne Üzerine

Yazarın notu: Okuyacağınız yazıda sürpriz bozacak bir yorum bulunmamaktadır. İnsanlar roman okumayı bıraktılar. Film ve dizi izlemeye deva...