Şiire karşı şiirle verdiği omuz mücadelesinde Ahmet Güntan’ın düştüğü ilk poetik riyakârlık, Parçalı Ham’ın YKY’nin şiir dizisinden okuruyla buluşmasıdır. Ortaya koyduğu eserin şiir olmadığını 'parçalı ham' olduğunu kitabın girişindeki taşıyıcı monologda açıklıyor Güntan. Parçalı Ham son zamanlarda şiir kelimesi üzerine kurulan spekülasyonlarla ilgisi olduğu için okunması gereken bir kitap. Güntan meseleyi en baştan ele almış. Kavramlara olan inancın kaybolduğu postmodern zamanlarda bir tür adı olan “şiir” kavramıyla da oynaşmak gerekiyordu. Parçalı Ham, günümüz metropol insanının ötekiyle kurulan empatiyi de nazara alarak oluşturduğu bir günlük. Tarih, coğrafya, haber metinleri, tıp, kültür, iktisat, istatistik gibi disiplinlerden Ahmet Güntan ile ilgili olan parçaları toplu bir şekilde okuyoruz.
Parçalı Ham 9.
TAKSİM TEKNOSA KAYITLARI [ . ]
A:Sabah kalkar kalkmaz Ahmet Güntan’ın içine
uyanmak istiyorum [ . ]
A: Ahmet Güntan ne [ ? )
B: Benim [ . ]
A: O zaman size NOKIA 9500 COMMUNICATOR verelim,
Yataktan kalkmadan bağlanırsınız [. ]
Hayır [ , ] değil içeri girerken duyarlı kapılar
Beni durdurdu duut duut çantamdaki kitapları
Okuyormuş duyarlı kapılarında kitapları bırakıp
Girdim teknosa [ ‘ ] ya bak valla doğru oldu
[ - ] olmuş gerçek [ - ] olmuş [ : ] ergin olgun
gerçek (s.81)
Kitabın başında bizi selamlayan taşıyıcı monolog adeta kitaba ait bir manifesto. Manifestonun en göze çarpan ve tekerrür eden cümleleri “metinlerarası kıl tüy” ve “yılışık söz”. Güntan, metnini bu ikisinden kaçırmak amacıyla kurmuş. Bu tavır bize Güntan’ın iş bu manifestodan önce (2005) şiir ortamında gördüğü manzaraya ne tür bir karşılık verdiğini anlatıyor. Demek ki Parçalı Ham meselesi olan bir kitap. Söz söyleme yeteneğine karşı söze gelmemiş bir şiir projesi olarak kalmış kayıtların dökümü. Taşıyıcı monolog’un 103. Maddesinde de belirtildiği gibi: Şimdi elinle Söz Yeteneği’nin üstünü kapat. İşte o kalan da Parçalı Ham’ın alanı. Bozuk beyin kimyası (var) +Gözlem Yeteneği (var) + Söz yeteneği (yok) = (ne?) Parçalı Ham. Diğer türlere de yakıştıramadığımız bu metin hastalıklı bir metin olarak bu kez şiire 'arkadan' yaklaşıyor ve şiiri yeniden tanımlama vazifesini üstleniyor. Bize burada bu bireysel çıkışa saygı duymaktan başka çare bırakmıyor. Bir şeyi tanımlamak köküne kadar özneldir çünkü.
{ Biz [ İstanbul’da birisinin cep telefonu numarasını ( o
aradığında ) tanıyıp açmak için değil, ( tanıyıp )
açmamak için ] kaydederiz } (s.82)
Enis Akın (1964) her kitabında başka bir dünyayı başka bir şiirle (başka bir özneyle) sorgulayan şairlerden. Sekizinci kitabı “Dağdaki Emirler” geçtiğimiz ay Pan Yayınları’nın yeni şiir dizisinden okuruyla buluştu. Şiir ile ilgili yazılarını topladığı Kekeme Türk Şiiri (Ebabil, 2009) kitabından sonra şairin çıkan ilk kitabı bu. Politik olanı kolay ve yumuşak söyleyişle işleyip şiirten bir üslupla karşı karşıyayız: Ey türk milletiydik/ ismimiz okunurdu tarih dersinde:/ aya ayak basan ilk türk kimdir?/ ellerimizi karldırırdık havaya: Adnan menderes! (s.8). Bununla birlikte mistisizmi madde ile karıştırarak mistikten kaçabilmenin güzel bir örneği sergileniyor kitapta. Üç dinin ortak peygamberi olan İbrahim üzerinden anlatılmış çoğu mısralar. adım İbrahim, elma seven birisiyim (s.9). allahım beni boş ver elmayı bağışla (s.26).
Kitabın önemli ölçüde bir teması da Kemalizm. Bu tema İzzet Yasar’ın aksine satirden daha çok ironik bir üslupla dile getiriliyor. “dedim ki bir halk, kenedini yönetenlerden nefret edilmekten yapılmıştır ve dünyanın bir yerinde birisi, kimse kimseyi kurtaramaz aslında, diye düşündükçe, bir azalıyorduk tanrı ve işte buydu türkçede bir ergen olmak hikayesi: hepimiz zerrin egelilerin çocuklarıydık (salâ) (s.27). heykeltıraşlar alınmasın ama ben mustafayı sevmiyorum kemali de, hele heykellerini hiç (s.36) sistemin simgesel aygıtları, sosyal kelepçeleri kitapta bir bir işlenen temalardan. Başta da dediğimiz gibi Enis Akın tüm bunları karma bir yöntemle şiirleştiriyor.
Kitabın biçimsel üslubu hayli dikkat çekici. Sayfaların alt kısmı düzyazışiir şeklinde yapılmış ve yazım fontları sayfa üstlerinden farklı. Kitap iki farklı kanaldan sağdan sola doğru akıyor. Bu bölünmüşlük okuru bir şekilde içinde bulunduğu kaostan düze çıkarmak için yapılmış ir oyun. Düzenin hedeflenip hedeflenmediğini bilemiyoruz ama. Akın’ın “6.hikaye: teneffüs (mutluluk üzerine bir seminer)” adlı şiirinden hareketle Enis Akın’ın mutlulukla ilgili sorularına Baudrillard’a vekaleten cevap verdikten sonra ben kaçar: “Üstüne konuşulabilecek bir şey varsa o da Kötülük ve mutsuzluk arasındaki farktır. Kötülüğün mutsuzluğa indirgenmesinden ve bu mutsuzluk kültürünün, hegemonyasını mutluluk üzerine kurmuş olan kültürle gerçekleştirdiği suç ortaklığından söz edebiliriz.”
Yazılı ve görsel medyanın internetle çekişmesinin kısa tarihi olarak da okuyabileceğimiz Blogdan Al Haberi, Zeynep Atikan ve Aslı Tunç’un titiz çalışmalarının bir ürünü. Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg 2010 yılında Time Dergisi tarfından yılın adamı seçilmişti. Aynı yıl Fransız Le Monde gazetesi Wikileaks’in kurucusu Julian Assange’ı yılın adamı seçmişti. Bu seçimler internetin, sosyal medyanın kamuoyu açısından ne denli mühim bir yerde durduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
Blog kavramı 1993’te doğdu. Blogcular internet ortamında bilgi aktarmak, yorum yapmak ve internet ortamında görüşlerini aktarmak isteyen bir grup. Milyonlarla ifade edilen bu grubun büyük ölçüsü otuz yaş altındaki insanlardan oluşuyor. Blogdan Al Haberi daha çok siyasi temalı blogları işlemiş. Buna bağlı olarak gazetecilerle blogcular arasındaki ilişkiye ve rekabete değinilmiş. Blogların geleneksel basının gözden kaçırdığı ya da bilerek vermediği haberlerin peşine düştüğünü ve iyimser tanımla blogcuların “hakikat avcısı” olduklarını iddia eden Harvard Üniversitesi öğretim üyesi Alex S. Jones’un görüşlerine katılmamak pek de mümkün görünmüyor. “Bu noktada ‘medya’ ve ‘basın’ adeta ortadan ikiye ayrılıyor. Medya şirketleşiyor, iş modelleri geliştirerek kâr peşinde koşuyor. ‘Basın’ ise internetle birlikte giderek daha fazla halka iniyor ve genişliyor”.
Kitapta ilginç olabilecek bir kavram da tartışmaya açılmış: Proneterya. Fransız moleküler biyolog Joel de Rosnay tarafından ortaya atılan bu kavram, kitlelerin hatta ekseriyetle alt sınıftan olanların internetin desteğini arkasına alarak müthiş bir gücü ve dinamizmi yakalaması ve üretimi ele geçirmesini temsil ediyor. Bu yeni sınıf siyaseti, toplumsal yaşamı, ekonomiyi ve gündelik hayatı etkileyecek bir ağın parçasıydı. Yaşasın e-devrim.
İnternetin çeşitli ülkelerdeki etkilerine, iktidarın internet üzerindeki baskı ve yasağının ülkelerdeki durumuna da değinilen kitapta en son yaşanan Tunus ve Mısır olaylarında internet faktörü etraflıca anlatılmış. Bununla bitlikte sosyal medya parçalarına sızan ‘devlet’in adeta bir panoptikon yaratarak insanları fişlemesi de kitapta dikkat çeken kısımlarından. Yunan hükümeti 2010 Mayıs’ından bu yana isimsiz ve rumuzla yazılan siyasi bloglara savaş açmak amacıyla kanun çıkarmayı düşünmektedir. Ayrıca İran’ın bir ‘siber ordu’ kurmakta olduğu biliniyor.
Nihayetinde bloglar herhangi bir editörün kontrolünden geçmeden egoyu birinci elden temsil etmenin bir yolu olarak gözüküyor. Bu bakımdan ifade özgürlüğüne katkısı olan bir imkândır. Genellikle iktidara (bu hem siyasi hem sosyal hem de sanatsal olabilir) bir çeşit başkaldırının yapıldığı bu alanlar bireyin konumlanacağı yeni mecrada etkili olacaklardır. Kitabın son paragrafında da dendiği gibi “bundan sonra ne olacak sorusu ise açık uçlu. Söz artık bu meseleleri düşünen ve dijital ortamla yoğrulan gençlerde. İnternet çağının değişim ortamını yeni insanlarla ve yeni soluklarla şekillendirecek, hele Türkiye gibi genç nüfusu olan bir ülkede.”
Cihat Duman Ben, yeniyazı dergisi, 10. sayı
pek ala.
YanıtlaSil