Bu Blogda Ara

12 Ocak 2022 Çarşamba

Orhan Veli’yi Sevme Nedenlerim

Yaşayanları bizden borç para istediklerinden midir nedir genellikle ölü yazarları seviyoruz. Orhan Veli’yi seviyoruz. Fakat yarım yamalak, yalan yanlış seviyoruz. Önce karikatüre benzettiğimiz şiirleri sayesinde şiirini sevmiş gibi yaptık, sonra da çukura düşüp ölmesi yalanına kanıp komik ölümünü sevdik. Sevimli olduğunu düşündük Orhan Veli’nin. Geçim sıkıntısı yaşamıştı, şaraba düşmüştü, genelevlere gitmişti. Öyle, uzaktan davulun sesini seviyorduk. Nazım Hikmet’i sever gibi sevmiyorduk, Turgut Uyar’ı sever gibi sevmiyorduk, İsmet Özel’i sever gibi sevmiyorduk. Genç öldüğü için sevdik onu, sıska ve esmer olduğu için sevdik. Bir de Yazık oldu Süleyman Efendi’ye dediği için sevdik sanırım. 

Birinci olarak, Orhan Veli çok iyi bir şairdir. Özellikle bu yüzden sevmemiz gerekiyor. İkinci olarak Orhan Veli çok iyi bir insandır. Genelde, çok iyi insanların çok iyi şiir yazamadığı iddia edilse de Orhan Veli müstesnadır bu eksiklikten. Orhan Veli’nin şiirleri kitap olarak basılmış vaziyette idi. Daha sonra yazıları, konuşmaları ve mektuplaşmaları basıldı. Tüm metinlere uğrayarak Orhan Veli’nin bir çeşit el falına bakmaya çalışacağız. Önce şiirlerinin güzelliğinden bahsedeceğim.

Orhan Veli dediğimizde muhakkak aklımıza bazı dizeler gelir. Bunun sebebi, şiirlerini zorunlu eğitimde gösteriyor olmaları değildir elbette. Halkın anlayacağı bir şiiri tercih etmesidir bunun sebebi. Her ne kadar İnönü diktasınca toplumcu şiirin (toplumcu gerçekçi) önünü kesmek için Orhan Veli ve arkadaşlarının kullanıldığı iddia edilmişse de -Attilla İlhan tarafından-, buna katılmak mümkün gözükmüyor. Halkın anlayacağı şiir yazarak toplumun yozlaştırılması iddiası, halk plajlara hücum edince toplum denize giremedi gibi tuhaf bir şey. Halkın anlayacağı diyorduk, evet, sadece anlayacağı değil, bir kez duyduğunda insanda alışkanlık yaratacak dizeler yazmıştır Orhan Veli. Beni bu güzel havalar mahvetti, bir kadının suya değiyor ayakları, ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda, cep delik cepken delik, yazık oldu Süleyman Efendi’ye, bir de rakı şişesinde balık olsam gibi sözdizimleri harikadır. Garip Akımı evvela sadece kafiye ve hece ölçüsüne karşı bir şiirmiş gibi algılanmışsa da aslında yeni bir tekliftir. Öyle yeni bir tekliftir ki İkinci Yeni’nin önünü açıp, çıkışını erkene almış, belki de çıkışana sebep olmuştur. Sonradan önemi anlaşılmış ve Birinci Yeni denmiştir zaten Garip Akımı’na. Kafiye ve ölçü reddedilmiş fakat gizli kafiye, aliterasyon, serbest müstezat gibi tekniklerle sehl-i mümteni sağlanmıştır, akıcı bir şiire ulaşılmıştır. Orhan Veli bu tarz şairi Garip Manifestosu’nda acemiliğin ustası olarak tarif eder. Orhan Veli 36 yaşında, garip manifestosu 9 yaşındayken Ankara’da bir çukura düşmüş, sonra İstanbul’a gelmiş, herhalde oradan başına aldığı bir travmadan dolayı da günler sonra beyin kanamasından ölmüştür. Yani artık savunmasız hale gelmiştir diyebiliriz. Asıl verimli çağını yaşayamamış, başladığı poetik yolun yarısında maalesef yarışı ölerek terk etmiştir. Yaşasaydı, henüz değişmiş iktidarın da etkisiyle (Türkiye 1950 seçimlerinde sağcıların elinden çıkıp kendini sağcı sananların eline düşüyor) nasıl hamleler yapacaktı bilinemez. Belki de yaşasa İkinci Yeni diye bir şey olmayacaktı, atak ondan gelecekti.

Orhan Veli, Yalçın Küçük’ün “hayat arkadaşı” dediği, en yakın arkadaşı Melih Cevdet’in hiç bahsetmediği bir kadınla mektuplaşmış ayrı şehirlerde oldukları vakit, kadının adı Nahit. Kadın evli. Aralarındaki ilişkiyi kocası bilmiyor. İlişkinin içeriğini biz de tahmin edemiyoruz aslında. Cinsel bir durum var mı yok mu çok anlaşılmıyor. Tehlikeli zamanlarda mektupları iadeli taahhütlü atıyor Orhan Veli. Yani sadece ilgili kişinin imzası karşılığında alınacak şekilde. Bir gün yakalanıyorlar tabii. Hatta bir mektupta Orhan Veli Nahit Hanım’a “[…] bu seninle benim aramdaki bir hadisedir. Halbuki zevcinizin maşukaları dillere destan.” diyerek rahatlatıyor.

Seza Karakoç’u seviyorduk.

  

Tanıştığım en üst insan Sezai Karakoç öldü. Bu kara haberi Twitter’dan öğrendim. Ömer Erdem’e telefon açıp başınız sağ olsun dedim. Sesinin tonu ve rengi berbattı. Milli ve yerli eğitim kitaplarından öğrendiklerimi saymazsam adını duyduğum ilk şairdir aynı zamanda Karakoç. Bir şiir kasetinin künyesinde yazıyordu adı. 14 yaşındaydım. Yıllar sonra o isimle arkadaş olacağımı kestiremezdim. Şimdi kıyasıya eleştirdiğimiz şiir seslendirmeleri ve şiir kasetleri olmasa, şiir çoktan ölmüştü diyebiliriz. Yani, Selçuk Küpçük o muhteşem sesiyle Monna Rosa şiirini okumamış ve kasete doldurmamış olsaydı ben Cihat Duman olamazdım. Bu çok nettir. Cihaüttin Dumanoğlu ya da Mehmet Cihat Dumankaya filan olurdum. Asla espri olarak değerlendirilmesin bu yorumum. Çok ciddiyim. Çok üzgünüm. 2021’in kasım ayının 16. günü bizi biz yapan üst insanlardan birini yitirdik. Sevenlerine sabır diliyorum.

Sezai Bey’in [acil olarak belirtmek gerekir ki Sayın Karakoç’a Sezai Bey diyenlerin safında değilim fakat bir seferliğine beni affediniz, bu şekilde daha kolay geliyor yazmak] Monna Rosa şiirini severek başlayan maceram Köşe şiirini sevmekle devam etti. Sonra Köpük’te karar kaldım. Her biri oldukça farklı tekniklerle yazılmış olmasına rağmen bu şiirlerin üçü de aşkı anlatır. Kendi şiir gelişimim de bu tekniklerle sırasıyla rabıtalıdır. Bu konuyu belki bir başka yazıya ayırıp uzun uzun açıklamak gerekecek. Şimdilik Sezai Bey ile buluşmalarımı aktarmak isterim. Bu hatıralar zamanın eğesinden geçtikçe hususiyetlerini kaybediyorlar. Tadı, tuzu heyecanı azalıyor. Bu bağlamda keşke daha önce yazsaydım bu yazıyı diyorum kendi kendime. Sezai Bey’in cenaze törenine gitmeye hazırlandığım şu vakitten çok daha önce. Ve namuslu bir yazar olmanın gereğini yerine getirmek adına, bedeni hala sıcakken kaleme kağıda daktiloya koşan yazarları eleştirdiğim için okurlardan ve o yazarlardan özür dilerim. Meğer keyfi bir hareket değilmiş ölenin ardından yazıya sarılmak. Gençken anlayamamışım bunu.

Kuru Otlar Üstüne Üzerine

Yazarın notu: Okuyacağınız yazıda sürpriz bozacak bir yorum bulunmamaktadır. İnsanlar roman okumayı bıraktılar. Film ve dizi izlemeye deva...