Bu Blogda Ara

15 Kasım 2020 Pazar

Bir Başkadır Benim Ütopyam

Sırasıyla; doğmuş olmaktan, bir başka insandan (biri hariç), konuşmaktan, yazmaktan, ateşin icadından, ritüellerden, büyüden, ibadetlerden, danstan, Antik Yunan tragedyalarından, öyküden, romandan, sinemadan, diziden ve Netflix’ten tiksiniyorum. Sadece sözsüz müzikten ve modern şiirden hoşlanıyorum. Azıcık da aşk filmlerinden. Bu kadar.

Kurmacanın sonunun geldiğini, yola eleştiri ile devam edeceğimizi düşünüyorum. Geleceğe sadece eleştirmenler, yorumcular kalabilir. Dizilerin artık efsanelerin yerini tuttuğunu zannediyorum. Efsaneler, mitler yazıya geçirilince kendilerini geliştiremediler, güncellenemediler, zarar verdiler. Şimdi ise Metamfetamin adlı efsane, görüntüye hapsediliyor. Gözlerimize direkt saldırı var. Biyoloji öğretmeni kel, karısı sarışın, öğrencisi torbacı. Gömleğinin rengi tartışılmaz. Homeros almış eline kamerayı, çekiyor babam çekiyor. On saat, elli saat, yüz saat. Eskiden meseleyi bir günde anlayabilirdik. Hatta kitap inceyse iki saatte biterdi. Film çok uzun değilse üç saatte biterdi. Şimdi dizi var. Kendisine daha çok zaman ayrılmasını istiyor dizi. Nasıl ki efsaneler ve menkıbeler kitleyi uyuşturmak için vardıysa, diziler de orta ve geri zekalı bu yığını eylemek için var.

Ben dizi izlemem. Eğer bir diziyi izlemişsem bunu izleyen diğer kişilerle dalga geçebilmek için yapmışımdır. Fakat bazen izlediğim bir dizi hem beni hem de genel kitleyi aynı anda etkileyebilen bir dizi çıkabiliyor. Sanatın böyle sürprizleri var tabii. Kurmacadan nefret etmemin genel sebebi hem tiyatroda hem romanda hem de öyküde bazı kurallara tabi olmasındandır. Bu kurallar konvansiyoneldir. Bazı dolandırıcılar kitleyi, yani geri zekalıları nasıl memnun edebileceklerini keşfedip yazılı hale getirmişlerdir. Bu dolandırıcıların halefleri de seleflerine tıpatıp uyup bu kurallara uygulamaktadır. Ben bu kurallardan tamamını ya da en azından birini gördüğüm an sıkılıyorum anlıyor musunuz? Diziyi kapatıyorum. Kendime saygım mâni oluyor zamanımı o şarlatanın çektiği filme adamaya. Roman ve öykü kitaplarında böyledir. Tahammül eşiğim çok düştü.

Kurmacanın beni rahatsız eden iki temel kuralı: Olaylar birbiriyle bağlantılı olacak ve karakterler değişime uğrayacak. Aptalların bundan zevk almasının sebebini bir türlü bulamıyorum. Şarlatanlar her projede bu iki duruma tapıp, uymayanları eleştirdiklerine göre bu iki durum onları da büyülemekte. Şu sinema dininde bu üfürükçülerin, tatmin olmak, hikâyeye inanmak, olaylar arasında bağlantı kurmak, karakteri değiştirmek ha bir de zekât vermek gibi şartları beni aşırı rahatsız ediyor. Yani halı mı örüyorsunuz kardeşim? Kilim mi dokuyorsunuz? Fayans mı dizmektesiniz? Biraz rahat olun, ferahlayın ya hu.  

Bu devletin sınırları içinde insanların en ilkel yönlerine hitap etmeyen senaryolar çekilemez. Bayrak ve at sevgisi, kadın dövmek tutkusu, baldız, mafya, değnekçi, boyalı yüzler, bebek gibi adamlar ve kadınlar, vitrin, azınlık aşağılama, kılıç sallama, aldatma, dolandırma, intikam, gereksiz hırs ve saire. Bu projelere ekmek için giren çıkan oyuncular, yönetmenler pişmandır ve üzgündür. Aileden bir geliri olmayan gariban çocuklar için başka yol göremiyorum zaten. Berkun Oya’nın dizisi Bir Başkadır bir Netflix yapımı. Riski Amerikalılar almış. Böylece Berkun boktan bir projede yer almaktan kurtarmış kendini ve ekip arkadaşlarını. Kurtlar Vadisi ya da Behzat Ç’den daha serbest bir dizi çekmiş.

Dizide Türk yapımı dizilerde görmediğimiz şeyler olduğunu söylediler insanlar. Ben daha evvel Evdeki Yabancı dışında Türk dizisi izlemediğim için neyi göremediğimizi pek anlamadım. Bir başkadır benim memleketimdeki başkalığı bir kerterize vuramadan yorumlamak isterim. Türk sinemasında tam altmış yıldır şive problemi var. Bir karakterin Anadolu’dan bir yörenin şivesiyle konuşmasını taklit eden oyuncular aslında zekâ geriliği oyunu verdiklerini pek anlamıyorlar sanırım. Şener Şen de böyle idi Öykü karayel de. Öykü Karayel’i oynatan Berkun Oya da. Bazı yönetmenler bu sorunu gerçekten anadili Kürtçe olan oyuncu seçerek çözmeye çalıştı. Başarılı da oldular. Bir sürü değişik oyuncu kazandık. Anadolu’da onlarca şive var. Herhangi bir şive bölgede bir süre durarak çözülebilir. Nihayetinde Uğur Yücel’in Muhsin Bey’deki rol için Urfa’da çalıştığını biliyoruz. Nuri Bilge’nin Ahlat Ağacı’ndaki anneyi hatırlayalım. Bennu Yıldırımlar İstanbul Türkçesinden asla vazgeçmedi. Ya da vazgeçirilemedi. Sanırım, beni alan, dilimle alır diye geçirmiş içinden, düzgün bir oyuncu olarak. Fakat Kızkardeşler’deki Ece Yüksel, şiveyi muhteşem vermekteydi. Bir iki tane böyle çalışkan oyuncu var.

Bir Başkadır’da ise nereli olduğu belli olmayan Meryem, ara sıra normal he harfi söylenmesi gerekli harfleri Arapça ha harfiyle söylüyor. Yani Allax diye bir kelime yok. Müslüman olan kimse Allah’a Allax demez. Allax nidası karikatürdü ya hu. Anadolu’da böyle bir kelime yok. Anadolu’da bazı he harflerini ha (x) yapan kişiler de Kürtler. Fakat bizim dizide Kürtler başka bir ailede. Bu ailede ise %5 Kürtçe konuşuluyor %95 Türkçe. Buyur buradan yak. Böyle ailelerde anadili Kürtçe olan çocuklar, ebeveyn ve kardeşler ile daima Kürtçe; anadili Türkçe olanlar ise ebeveynler ve kardeşlerle daima Türkçe konuşarak anlaşır. Yarım yarım konuşulmaz. O dizide bir tane Kürt yok muydu be? Bu kadar mı uzaktı setiniz işlediğiniz konuya. Hiç mi kimseye danışmadınız? Tenezzül etmediniz mi yoksa her şeyi herkesten daha iyi analiz ettiğiniz ve bildiğiniz için. Üstelik o Ege köyündeki tecavüzcüyü niye Kürt yaptınız ya hu? Yerli tecavüzcü yok muydu? Kürtlükte oturun, 0 aldınız. Gelelim Sünni İslam geleneğine.

İslam’da bir kadın ile bir erkek, eğer birbirilerine nikah düşebilecek kişilerse aynı ortamda bulunamazlar. Çünkü bulunurlarsa üçüncü kişi şeytan olur. Ateşle barut yan yana olmaz. Jungcu mürit ile mavi gözlü kadının aynı ortamda durabilmesi, yürüyebilmesi, mavi gözlü kadının cemiyette yok edilmesi ile sonuçlanır. Namusu beş paralık olur. Sabah namazını bile kaçırmayan bir ailenin üyesi mavi gözlü kızın bir erkekle bir odada bir saniye bile durmasının neticelerini bilmeme ihtimali yoktur. Ayrıca, bir kadının yalnız başına temizliğe gitmesi İslam’da memnudur. İslam’ı sabah namazına kalkacak kadar bellemiş bir abi, bacısını asla bir adamın evine göndermez. Bu dinden çıkmaya eşit bir rızadır. İslam’ı sadece kültürel olarak bellemiş ve türbanı o şekilde asla bağlamayan bir kadının yaşayabileceği hayat Meryem’e yaşatılmış. Bu bir ütopyadır. Bu ütopya güzeldir ama gerçekçi değildir. Erkeklerin, kadınları daha feci sömürebilmek için dini kullandıkları gerçeğini bir saniye bile es geçemeyiz. Bunu hiçbir sanat eserinde yapmamalıyız. Müslümanlar ayıksa bile bu durumları korkularından çekemiyor, seküler ise çekince böyle sıradan bir şey çıkıyor ortaya. Geçmişte, hidayet filmleri çeken yönetmenler de seküler hayatı anlatırken çuvallamışlardı: Sürekli şarap içilen ev, perma, ojeli tırnak, avizeler, konken. Allah sabır.

Herkesin bir sinirsel hastalığa duçar olması da biraz abartılı fakat hastalıklar güzel serpiştirilmiş. Majör depresif Meryem, onun OKB psikiyatristi Peri, Peri’nin paranoyak psikoloğu Tülin Özen, Tülin Özen’in doğuştan zihinli özürlü kardeşi, histerik yenge, histerik yengenin konuşmayı reddeden kaygı bozukluğu hastası oğlu, grandiyözite ile narsitik kişilik bozukluğu arasında sıkışmış ünlü dizi oyuncusu. Ödipal soytarılıklar son zamanlarda dizilere de malzeme oluyor. Çocukluk travmalarının nevroz olarak yetişkinliğe musallat olması, bastırma, regresyon, terapi, terapist gibi bir sürü şarlatanlık artık dizilerin konusu. Bir Başkadır’da ise değişik sınıfların kesişme alanı olarak klinik seçilmiş. Bu kliniğin devlete bağlı olması ve Peri’nin orda ne işinin olduğu sorusu yanıtsız kalmış. Çünkü Peri en iyi okulların mezunu ve devlet dairesi basitliğine katlanamaz. Ne hikmetse yarısı başörtülü olan nüfustan şimdiye kadar bir türbanlı hastası olmuş. Hatta bu türban takıntısı Peri’nin başına öyle işler açıyor ki kendi psikoloğu tarafından terk ediliyor. Çünkü kendi psikoloğuna gittiği bir gün, psikoloğun bacısının da türbanlı olduğunu anlıyor. Psikolog da bu sırrı ifşa olunca etik olarak terapiye son vermesi gerektiğini söylüyor. Böylelikle modern insanın başına gelebilecek en ödipal trajediyi, hekim tarafından terk edilmeyi tadıyor.

Tekniğiyle mekniğiyle on numara bir ütopya çekilmiş. Güzel kameralar kullanılmış. Geçişler meçişler. Şu şive olayı dışında oyunculuklar da gayet güzel. Bu filmin/ dizinin Türkiye ile uzaktan yakından bir alakası yok. Çünkü sette Kürt ve Müslüman yok. Filmde olan, ekipte olmak zorundadır. Böyle olmayan ekipler yanlış ekiplerdir.     


Cihat Duman                            

 

 

 

9 Ekim 2020 Cuma

Bir Hülya - Louise Glück

Dinle: İnsanlar her gün vefat ediyor.

Bunla kalsa iyi

ayrıca taziye evlerinde her gün

yeni dullar doğuyor yeni yetimler

peki şimdi ne yapacağız der gibi

kavuşturup ellerini oturuyorlar.

 

Sonra: Kabristana gidilir

bazıları için bu ömürde ilk kezdir.

Korkarlar ağlamaktan

korkarlar bazen de ağlayamamaktan.

Biri sokulur yanlarına

bir şeyler söyletir ya da

birkaç kürek toprak attırır kazılmış kabre.

 

Dul kadın koltukta vakarla bekler eve dönünce.

Kalabalıktan kimileri elini tutarak

kimileri sarılarak sırayla teselli etsinler diye onu.

Kimseyi kelimesiz bırakmaz

minnettar kalır geldikleri için.


Gitmelerini geçirir içinden

geri dönmek ister kabristana.

Hatta ve hatta hastanedeki odaya…

Tek dileği zamanda birazcık

ters yönde ilerleyebilmektir

bunun imkânsız olduğunu bilerek.

Nikahtan da öteye ama

ilk öpüşmeye.

 

Louise Glück 

(Tercüme edenler: Nuray Önoğlu, Cihat Duman)



A Fantasy

I'll tell you something: every day

people are dying. And that's just the beginning.

Every day, in funeral homes, new widows are born,

new orphans. They sit with their hands folded,

trying to decide about this new life.

 

Then they're in the cemetery, some of them

for the first time. They're frightened of crying,

sometimes of not crying. Someone leans over,

tells them what to do next, which might mean

saying a few words, sometimes

throwing dirt in the open grave.

 

And after that, everyone goes back to the house,

which is suddenly full of visitors.

The widow sits on the couch, very stately,

so people line up to approach her,

sometimes take her hand, sometimes embrace her.

She finds something to say to everbody,

thanks them, thanks them for coming.

 

In her heart, she wants them to go away.

She wants to be back in the cemetery,

back in the sickroom, the hospital. She knows

it isn't possible. But it's her only hope,

the wish to move backward. And just a little,

not so far as the marriage, the first kiss.

 

Louise Glück


Not: Şairin Nostos adlı şiirini geçen sene Nuray Önoğlu ile birlikte çevirmiştik fakat sona erdirememiştik. Noktayı koyamamıştık diyelim. Bugün yaptığımız araştırmada çeviriyi maalesef bulamadık. Kayıp. Nostos, yukarıdaki şiirden çok daha zor bir şiirdi. Bugün Nuray Hanım'ın çevirip gönderdiği metni daha evvel çevirdiğimizi hatırlamamla birlikte önceki çeviri çalışmasına ait hayaletler bana musallat oldu diyebilirim. Ne vakit Nostos'a girmeye çalışsam endişelendim, vesveselendim. Böylelikle A Fantasy adlı şiiri çevirme kararı aldık. Nostos'un beraber çalıştığımız hali meydana çıkarsa çok şaşırır ve sevinirim. Belki gücümüz yerine gelirse bir daha çevirmeye çalışırız kim bilir.  


3 Ağustos 2020 Pazartesi

İsmet Özel Şiiri Üzerine Mülahazalar ve Yazarak Düşünme Etkinliğim



Merhaba. 2 Ağustos 2020’de Kurban Bayramı’nın üçüncü günündeyiz. Son aylarda tam bir beyinsiz yamyam gibi sadece ve ancak yazarak düşünebildiğim için yeni bir etkinlikle karşınızdayım. Bu aynı zamanda interaktif bir etkinlik. Yazıya katkıda bulunup eleştiri oklarını yöneltebilirsiniz. Tashih yapabilir telif ödeyebilirsiniz. İsmet Özel’e gösterilen ilginin bir türlü kesilmemesi üzerine bir şey kaçırmış olma telaşıyla kitapçılara koştum geçen hafta. Kitapları oldukça pahalı olduğu için bayramın birinci günü yemeğe davetli olduğum evde Ferdi Amca ve Yıldız Amca ortak kitaplığından Bir Yusuf Masalı, Erbain, Of Not Being A Jew adlı eserlere el koydum. Bunlar şiirdir. Bir adet de düzyazı kitabına el koydum. Daha evvel okuduğum düzyazılarını beğendiğim Özel’in şiirlerini ilk kez okuyacağım. 

İçinde CD de olan ve tasarımı CD boyutunda olan Bir Yusuf Masalı’ndan başladım okumaya. Sebebini bilmiyorum tabii bu tercihin. Dün başladım da bugün yarıladım diyebilirim. Şunun altını çizmekte fayda var: Daha evvel içkili ya da içkisiz ortamlarda okunan Özel Şiirler’de (bundan böyle Özel’in şiirleri yerine kullanılacak) hep tuhaf bir karikatür bulmuştum. Kariler ve ses sanatçıları sayfada gördükleri şeyi başkasını taklit ederek okuyorlardı. Bu başkasının İsmet Özel olduğunu daha sonra sosyal medyada önüme düşecek video kayıtlarından öğrenecektim. O saatten sonra Özel Şiirler’in seslendirilmek için yazıldığını düşünmeye başladığım için bu şiirlerden uzak durmaya çalıştım. Devamında masalarda kendi şiirlerini de okuyan arkadaşların bu şiirleri Özel Şiirler gibi okumalarını da şayan-ı hayret buldum. Albaylıktan emekli edilmiş bir edaya sahip, güzel, pes ama aynı zamanda şiiri kepaze edecek bir tonlama ve üsluba sahip ses. Korkunç bir şiir okuma şekli. Darbe bildirisi ya da bir kocanın kadını tokatlamadan evvelki son sözleri gibi. Çırağa fırça atan bir ses. GBT soran polis sesi ve dikkat dikkat etrafınız sarıldı. 

Özetle, şiirle ilgili olmayan bir ses. Şişmiş bir phallustan başka bir tahayyüle bürünemeyecek kesif kokulu bir fenomen. Toplumcu gerçekçi şiirin adıyla çalışmayan hali. Korkunç. Korkunç. Son: O hepimizin karşı olduğu ama içten içe istediği ve bu isteği gizlediği babadan azar yeme hatırasını şiir kılığında bize iteleyen ses. Şiirde anlam ve şiirde ses konusundaki ses değil bu. Ona sonra değiniriz. Şiirden kopan ve bir şarkıcıdan fırlamış gibi muhatabına yapışan emekli albay bir erkek sesi. Şarkıcıları bilirsiniz, asker çocuğu olsalar da bir tarzları vardır. İyi yaptıkları bir icra beste ve güfteye el koyar. Şarkıyı mülk edinirler. Diğer şarkıcılar perişan olur. Amatör şarkıcılar ve iki artı bir ev ahalisini eğlendiren ergenler şahsiyetlerini kaybederler. Mesela ben Ferdi Özbeğen’in Firuze icrasını Sezen ve Tarkan'ınkinden daha çok severim. Benden Firuze rica edildiğinde Ferdi gibi icra ederim. Uzadı. Kestik.

İçimizden terennüm ettiğimizde Özel Şiirler’in o kadar bağırmadığını not etmek lazım. Sahibinin sesinin çok etkisi var yani bu mevzuda. Özellikle hali hazırda BYM’nin yarısına kadar böyleydi. Belki de ONBAJ’de postallı asker yürüyüşü (nizami) hiç almayacağız. Oradaki şiirler yazıldığında siteden takip ediyordum arada. Fakat bu nokta-i nazardan temaşa etmemiştim hiç. Ederiz önümüzdeki günlerde. BYM, Münacat ile başlar. Münacat, eski edebiyatta yaratana yakarıştır. Bu şiirin konusu ölüm ve özellikle gençken ölümdür. Ölüm temasını ilerleyen sayfalarda çokça görürüz. Ayrıca Erbain’de de başından itibaren bize eşlik etmeye başlayacaktır. Ölüm şiiri bir çeşit bedavaya mal etmektir. Ölüm konusu ve teması insanın temel korkularının başından geldiğinden bununla karşılaşan okuyucu katharsis yaşamaya can atar. E zaten bir baba azarı vezni ile yazılan şiirde içeriğin ölüm olması insana hem eski komplekslerini hem de korkularını hatırlatır. Bunun nelere mal olabileceğini kompleksi doğru aşamayan çocuğun büyüdüğünde siyasi otoriteye nasıl destek vererek faşizmi icat ettiğini W. Reich çok beliğ yazmıştır Ünlü FKİ kitabında. (Hava çok sıcak olduğu için yazma arzum tükeniyor.) (Biraz daha ilerletmem gerekecek.) 

Münacat şiirini ilk kıtasında yaptığım aruz ve hece çalışmalarında bir vezne ulaşamayınca şairin sesinden dinledim. O da kafasına göre bölmüş dizeleri okurken. Serbest müstezat bile olmayan düz modern serbest şiir çıkmış ortaya. Burada şairin kendi iç sesine saygı duymak gerekir. Muhakkak bir yutkunma ritmi vardır deyip geçecekken son dize de kafama bir şey takıldı: ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende.”  Aslında bu laf bu kıtadaki üçüncü ölmedim. Bir de gizli ölmedim var ilk dizede eder dört. Otuz sekiz kelimelik kıtada şair okura ölümü ve rabbin gençken canını almadığını defalarca hatırlatıyor. Aslında şiir yazabildiğine göre ölmediğini biz de görüyoruz ama olsun. Kimsenin gelmeyeceği bir filmde boş salonda yer göstericinin yaptığı hareketleri getirin aklınıza. Birazdan film başlayacak ve tek başına izleyecek gösterici. Gösterici. Özel için güzel bir tanımlama. Bir düzyazısında göstergebilimsel tabirlerden gösteren, gösterilen ve göstergeyi örneklerle güzelce anlatmıştı. Ama aynı beceriyi şiirde yapamıyor anlaşılan. 

Bu dizede üstte tekrar edilen ve bizi sıkan ölmedim kelimesinden daha çok “kaldı” kelimesi ihracat fazlasıdır. Kelimeyi attığımızda dizenin anlamı değişmediği gibi fonetik değeri de değişmiyor. Değişen ne biliyor musunuz? Eğer şiir seslendirilirse bu fazla kelimenin dizeye “görkem” katacağı yanılgısı. Emekli albayca okunan darbe bildirisi tonunda bir tekleme olursa bütün başarılı darbeler başarısız addedilecektir endişesi. İlginç bir endişe. “ölmedim bir gençlik ölümü saklı bende” daha hoş. Çünkü KALDI kelimesindeki görülen geçmiş zaman eki, ölmedim’deki görülen geçmiş zaman ekini boşa düşürüyor. Kullanılsa bile şöyle kullanılmalıydı: “ÖLMEYİNCE bir gençlik ölümü saklı kaldı bende”. Hem o saçma virgül de yok olurdu. İkinci olarak KALDI kelimesi öncesindeki SAKLI kelimesi I harfi ile bitmektedir. SAKLI KALDI BENDE: Kapalı açık kapalı açık kapalı açık [(_._._.) aruzla yazılmadığı ve sadece bu üç kelime için ritim alıştırması yaptığım için dizenin son hecesini kapalı çizmedim]. Saklı kaldı bende yazımında aruzdaki gibi ulamaya göre seslendirsek: Saklık al dı bende şeklinde bir okuma çıkıyor. Bu ihtimal daha şiirsel elbette. Ama yine de saklı kelimesi içinde geçmiş zamanı da taşıdığından ve kaldı kelimesine gerek olmadığından bu fazlalığın kaset çıkarma görkemi yüzünden atıl(a)madığını düşünüyorum. 

Hem sonraki örneklerden hem de yapım eki kullanma biçiminden Özel Şiirler’de bu tür fazlalıkların olduğunu göreceğiz. Ayrıca bu şiirde küçük kelime bulmak çok zordur. Gençlik, ölüm, vakit, doğa olayları, gök, toprak, aşk gırla gider. Özel, emekli asker sesiyle yetinmez, kelimelerini de hep kadim, büyük, değerli, yüce kelimelerden seçer. Geçtiğimiz on yıllarda bu Apollonik tavır oldukça övülmüştür ve genç şairlere oldukça zarar vermiştir. Şiirde gündelik dilin kullanımını “ironi” ile yaftalayarak haraç toplayan bir çete de bizzat tarafımca çökertilmiştir. Yarın gece devam edeceğim. Biraz kitap okumam gerek. Selamlar. 03.08.2020, Cihat Duman


(Popçu Ezgi Pekel’in kötü şarkısından)

6 Temmuz 2020 Pazartesi

Kamuoyuna Saygıyla


KAMUOYUNA SAYGIYLA


05.07.2020 günü saat 02.30-02.45 sularında Beyoğlu İlçesi’nin Mis Sokağı’nda 10-15 adet bekçi kıyafetli şahıs tarafından yüzlerine biber gazı sıkılıp darp edilen iki vatandaşın gözaltına alındığı sırada topluluğa yaklaşıp “Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılanacaksınız. Bu yaptığınız suçtur, kötü muameledir. Avukat olduğum için Görevli Memura Mukavemet Suçları’nda bu tür davranışların muhakkak memur aleyhine neticelendiğini biliyorum” demem üzerine iki bekçi kılıklı şahıs tarafından saldırıya uğradım. Ellerim arkadan kelepçelendi. Haklarım hatırlatılmadı. Suçlama tarafıma yöneltilmedi. Avukat olduğumu söylediğim halde kimliğime bakılmadı, baroya haber verilmedi. Gözaltına alınan diğer iki kişi ile birlikte Beyoğlu Polis Merkezi’ne götürülürken neden gözaltına alındığımı sorduğumda bekçiler ağız birliği yapmışçasına Süleyman Soylu’ya ve Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret etmemin hesabını vereceğimi söyleyip bu kez tuttuklarımı kolumu bükmek, kelepçeye kıstırmak suretiyle boynumdan tutup kambur şekilde yürüterek karakola getirmişlerdir. Karakoldaki polislerin bekçi kılıklı şahısları mekâna kabul etmesiyle bu şahsıların Bekçi olduğu anlaşılmıştır. Burada kelepçeyi uzun süre çıkarmamış, ifade işlemlerine yaklaşık 7,5 saat başlamamışlardır. Bu arada götürdükleri Taksim İlk Yardım Hastanesi’nden vücudumdaki yaraları ve ezikleri belgeleyen darp raporu alınmıştır. Bununla beraber ayakta bekletme, diğer mağdurlarla konuşturmama ve kaldığımız mekâna tek tek gelip ben ve yanımdaki diğer mağdurlarla sürekli dalga geçerek psikolojik işkenceye devam etmişlerdir. Şahısların sürekli olarak vurguladığı şey avukatların hukuk bilmedikleri, “avukatların kanunu” olan olan TCK ve CMK’nın kendi kanunları” olan PVSK’dan daha az önemli olduğu bize haddimizi bildirecekleri vb. saçmalıklardır. Bekçi kılıklı şahısların saç kesimleri, jestleri, mimikleri, konuşurken seçtikleri kelimeler ve olayları mukayese ve muhakeme yeteneklerinin sokak çeteleri üyelerininkine benzer olduğu tarafımca gözlemlenmiştir. Aynı zamanda bu şahısların polis merkezinde polisleri de bunalttıkları, yordukları uğraştırdıkları görülmüştür. Altına imzamızı atmadığımız olay yeri tutanağında 7-8 adet bekçi, ağzımızdan çıkmış gibi Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanı’na küfürnameler düzmüşlerdir. Bu küfürlerin ayrıntılarını incelediğimizde söylemin değeri kahvehane ağzı diyebileceğimiz bir düzeydedir ve oldukça başarısız bir kurguya sahiptir. Olay yerindeki 20’den fazla vatandaş dinlendiğinde ve kamera kayıtları incelendiğinde gerçek anlaşılacaktır.

8 saat boyunca tarafıma işlenen kötü muamele, yaralama, ifadeyi geç alarak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkımı çiğneme, iftira, hakaret, oturacak, yatacak yer, yiyecek ve su vermemek suretiyle manevi işkence ve sonrasında açacağım AYM, AİHM, maddi ve manevi tazminat davaları ve suç duyuruları ile o sahte tutanak altına imza atan tüm bekçileri yargılatacağım. Davalar bir ömür sürse de asla peşlerini bırakmayacağım.  

Bununla beraber pişkince ve kolayca iftira atabilmelerinden hareketle, bu şahısların diğer gözaltı işlemlerinden dolayı işledikleri suçlarda da başkan ya da bakan ile ilgili aynı kurgusal küfürlerin tespitini sağlamak için imza attıkları tüm dosyalar incelenecektir. Bizim açacağımız dava dosyalarına istenip küfürlerin basma kalıp olup  olmadığına göre değerlendirmesi yapılacaktır. Zannımızca bu şahıslar kanun bilmedikleri için, bir şekilde hedeflerine aldıkları insanların eylemlerinin suç oluşturmaması durumunda başları belaya girmesin diye CB ve bakana hakaret iftirasında anlaşma halindedirler. Aksi halde yüz yüze baktığımız birinin pişkince ve gözlerini kaçırmadan bağırarak ve az önce olmuşçasına hakaret iddiasında bulunması hayatın olağan akışına aykırıdır. Rutinde iftira daha yavaş, kâğıt üstünde ve mahcupça atılır. Bu olayda ise kâğıt üstünde zaten önceki anlaşmaya binaen atılacak iftiranın bir de yüzüme karşı ve birden yapılması şahısların bunu itiyat haline getirdiğini gösteriyor. Bu sebeple daha önce bekçi tarafından işlem yapılan kişilerin anılarını ve kendilerine iftira atıldıysa ne tür bir iftiranın atıldığını bana anlatmalarının bu davaların çözümüne yönelik bir ilaç olacağı kanaatindeyim. Sizden rica ediyorum.

Demokratik toplum arzusunda olan her şahsın ve kurumun bu önemli davaları takip edeceğinden kuşkumuz yoktur. Karakol önünde bize destek veren ve el sallayan herkese teşekkür ederim. 06.07.2020, Cihat Duman


22 Nisan 2020 Çarşamba

Sayın Vedat Özdemiroğlu Abi’ye ikaz.



Çok mu yalnız kaldı acaba? Sahnelere alışık kişiler evde delirir mi? Yaşlılığı da sevmemiş olabilir. Yalnız kalmamanın bir yolu olarak da orta yolu deniyor. Majör duyguları gıdıklıyor. Orta yol sanat erbabına gelmez. Yalnızlıktan kurtulur ama o kalabalıkla beraber kendi cehennemine düşer. “Evde kal Türkiye, evine dön Suriye” diyebiliyor. Genç komedyenler hakarete, tehdide ve devlet terörüne maruz kalırken mizahın vicdanla yapılması gereken bir iş olduğuna dair video röportaj veriyor. Kendisine ciddi kişi ve kurumlardan bir yorum da gelmiyor eleştiri de. Twitter’da bazı eli kalem tutanların istihzasına maruz kalıyor. Bu bile ne kadar yalnız kaldığını gösterir. Bir kardeşi olarak uyarıyorum Vedat Özdemiroğlu’nu. Öncelikle yazdıklarının bir editör kontrolünden geçmediği Twitter adlı siteyi bıraksın. Ben bıraktım rahatladım. Ben de kullanmayı beceremiyordum çünkü. İkincisi, mizah teorisyenlerine göre mizah kutsalın mekanikliğinden doğar bildiğim kadarıyla. O yüzden dinler yasaklar gülmeyi. Mizah, kutsal denen şey her ne ise ondan üstündür. Sınırlanamaz. Doğasına aykırıdır. Benden yaşça büyük bir üstada bu yazıda mizah dersi vermek terbiyesizlik olacaktır. Fakat görünümü ve tavırları genç olan bu arkadaşımı da yaşlılıktan muhafaza etmek de vazifemdir. Kendisini yaptığı göçmen düşmanlığından ve gençlere gösterdiği müsamahasızlıktan dolayı uyarıyorum. Hadi genç komedyenlere ve mizaha istediği şekilde yaklaşsın ama şu göçmen meselesi namusumuzdur. Coğrafya bir misafirhanedir. Hepimiz vaktimiz dolduğumuzda güneşe göçeceğiz. Hassaten Anadolu bin yıllardır çeşitli misafirlere kervansaraylık yapmıştır. Yapmaya devam edecektir. Bunu hiçbir güç değiştiremez. Coğrafya, devletlerden de güçlüdür.  Lütfen ya hu? Kendisini savunamayacak durumdayız. Selamlar. Sağlığınıza dikkat ediniz. Şarkı olarak da Theo Angelopoulos’un Saddam’ın zulmünden kaçıp Yunanistan’a sığınmaya çalışan Kürt mültecilerin anlatıldığı Leyleğin Geciken Adımı filmi için Eleni Karaindrou’nun Refugee’sTime parçasnı öneriyorum.

25 Ocak 2020 Cumartesi

Elazığ Depremi

24.01.2019 tarihinde sınırları içinde doğup büyüdüğüm Elazığ ve Malatya illerini etkileyen 6.7 büyüklüğündeki deprem sebebiyle ölen hemşehrilerime güneş, yakınlarına sabır, yaralanan hemşehrilerime sağlık, korkanlara cesaret; söz konusu faciada evlerini kaybedenlere bu soğuk kış şartlarında şans dilerim. 25.01.2020, İstanbul, Cihat Duman

Kuru Otlar Üstüne Üzerine

Yazarın notu: Okuyacağınız yazıda sürpriz bozacak bir yorum bulunmamaktadır. İnsanlar roman okumayı bıraktılar. Film ve dizi izlemeye deva...