Hayatta kalırsak su faturasını kim ödeyecek diyen milyonlarca insana sordukları soru gerçekten hokkabazların şanına yakışacak görkemdeydi: Ölünce bizi kim yıkayacak? Halktan alınan bağış ve haraçlarla geçinen devlet televizyonuna bağlı dijital platform, yani devletin ideolojik aygıtı Tabii, bu soruya cevap arıyordu panolarda. İnşallah cevabı Allah’ından bulacak. Ölümü gösterip sıtmaya razı ediyorlar ama bu vatanın halkları birleşip pisliği suyla boğacak. Her nefis nasıl ölümü tadacaksa her bürokrat da azli tadacak. Aygıtımız Osmanlı, Selçuklu, Teşkilat derken işi milletin yaşam mücadelesine de getirdi. Kim yıkayacak? Gördük depremde kimin yıkadığını.
Sonunu görmediğimiz hikâyelerle ilgili yargı dağıtmak
eleştirinin yapıcı yanına ters. Gassal ilk sezonu bitirdi ama hikayenin kaç sezonda
anlatılabileceğini bilemiyoruz. Bölümlerin münferit olduğu hesaba katıldığında
ana hikâyenin mevcudiyeti de şüpheli. Ama biz yine bu projenin bir başının bir
de bu başa uygun sonunun olduğunu farz ederek girişelim yazıya. Her ne kadar
neşir mercii şaibeli olsa da işin tekniğine girme nezaketini gösterelim
istiyorum.
Yazacağım yazı diziyi izleyenler için bir rehber, izlemeyenler
içinse sürprizleri içerdiğinden huzur kaçırıcı olacaktır. Bu yüzden diziyi
henüz izlememiş okurlar buradan itibaren ayrılabilir.
Bâki, büyük bir şehirdeki bir ilçeye bağlı kasabanın gassalidir.
Annesi çocukken ölmüş, babası 20 sene önce hapse girmiştir. Anne evinde yalnız
yaşar. Etrafında cenaze işleri ekibinden ve komşulardan ibaret 10-15 kişi
vardır. Meslek icabı ölümü düşünmeye başlayan kahraman, yalnızlığının farkına
varır ve etrafının da ısrarıyla evlenmek için çalışmalara başlar. Ölünce kendisini
yıkayacak kişiyi düşünür. Cenaze aracı şoförünü bu konuda eğitir. Etrafındakilerin
kalabalık hayatı onu yalnızlığıyla yüzleştirmiştir. Arkadaşlarının tavsiyesi
ile kız istemeye giderler ve sonuçta hüsrandır kalan gassale. Aşk üzerine
düşünmeye başlar. Aforizmalar arka arkaya gelir. Arkadaşı ölür, kendisine araba
çarpar, babası hapisten çıktığı gün kız kaçırmaya teşebbüs eder. Çırağı ölülerden
korkmaktan vazgeçmediği için ona çilingir dükkânı açar. Gassal değil de bir
çöpçü olsa hikayelerin tıkır tıkır işleyeceği bir projedir incelediğimiz. Sıradan
memurun, bir tekstil işçisinin de başından geçebilir bu hikâyeler.
Elimizde gassal mefhumunu dolduracak bir senaryo yok. İşte bu
bizim ilk hayal kırıklığımız. Dizide arabesk müzikle zoraki yapılan dramla
başat giden sense of humour yarım yapılmak zorunda olduğu için paçalardan
dökülüyor maalesef. Yarım şaka candan sahte dram imandan ediyor insanı. İşte
dozu ayarlanmamış ironi de ikinci sorunumuz. Eserin adı Gassal ama elimize
verilen Ahmet Kural. Ve onun hem eski projelerinde hem de gündelik hayatında
yaptığı espriler, jestler, biraz da mimikler. Silahın şakası olmaz ama ölümün
şakası oluyor. Her kuşun komedisini yaptık bir leylek kaldı. Ama her kuşun eti
yenmez değil mi? Mezarlık komedisi, ölüm mizahı yapabilmek için öncelikle düşünceyi
hür ifade etmek gerekir. İfade edilen düşünce sonradan sanat yapılabilecektir.
Ben bir izleyici olarak ambülans hekimliği, itfaiyecilik,
çöpçülük, tuvaletçilik, tren rayları temizleyiciliği, cerrahlık, fahişelik, gassallik
ve benzeri acayip meslekleri merak ediyorum. İnsanın kendisini toplumda var
ediş şekli olan meslek, yabana atılamaz. Kan grubu, cinsiyet gibi
belirleyicidir. Eğer bir kurmaca bir kişinin başına gelen bir şeye değil de
mesleğine dayanarak yazılmışsa sanatçıdan dolandırılmamayı istemek en büyük
hakkımızdır. Fakat ben dizide bir gassalin ölü yıkama tekniği dışında bir
özelliğini göremedim, kendimi bir gassal ile özdeşleştiremedim doğrusu. Gassallerin
sıradan insanlar olmadığını biliyorum elbette. Kendilerini seçilmiş insanlar
olarak görüyorlar ve oldukça megalomanlar. Ellerine geçirdikleri bir cenaze
üzerinden evreni büküyorlar. İnsanların onlardan tiksinmesi ya da korkması
umurlarında değil. Sadece üç şeyden korkuyorlar: Bebek ölüsü, parçalanmış ölü,
evde bekleyip kararmış etleri dökülmüş ölü. Bu korkunun sebebi de (özellikle
ikinci ve üçüncü tür cenazede) işin uzayacak olması ve cenaze sahipleriyle
girilecek polemikler. Parçalanmış bedenin İslam’a göre yıkanmadan gömüleceğine
bir türlü inanmak istemiyor halkımız çünkü.
Okuduğum bir tezdeki röportajda bir gassal bazı talepler
karşısında artık şoka girmediğini söylüyordu. Cenaze sahipleri yıkamadan artan
suyu istiyorlar başka bir akrabalarına içirip alkolü bıraktırmak için. Kısacası
mesleğin imkânları, yan hikâyeler için oldukça kullanışlı. Fakat bu dizide bunu
göremiyoruz. Bu umutlarla girmiştim diziye fakat modern bir Yeşilçam melodramıyla
karşılaştım ve üzülmedim. Sevindim çünkü çok uzun zamandır ucuz işler izliyorum
ben. Rambo serisi yeni bitti. Son bir
ayda Karate Kid, Mercan Adası
hatırladığım işlerden. Ulusal televizyonlarda bile artık bulamadığımız pulp
fiction’ların bir dijital mecrada, hem de yeni bir dijital mecrada karşıma
çıkması hoş bir sürpriz oldu doğrusu. Evrensel işleri takip ediyorum ve oldukça
orijinal buluyorum. Yerel işlere bakıyorum, aynı mantıkla yapılmış sitcomlar, Gibi, Ayak İşleri ve benzeri işler
nevaleyi kurtarıyor. Dijital platformlar muayyen bir seviyeye ulaşmış. Ama
yepyeni bir dizinin böyle 70’ler tekniği ile halkı ağlatması başlı başına bir
performans. Buna gerçekten güldüm ama. Tam bir mezarlık komedisi. Ölü komedi.
Gassal’ın esprileri, hayata eleştirel bakışı, iğneleyici
tavırlarına bakıyorum da sanki karşımda çok özel bir görevle dünyaya
gönderilmiş tuhaf bir melek – insan arası yaratık değil de edebiyat dergisi
çıkardığım nevrotik arkadaşım var. Entel, konuşkan, retoriğe hâkim, diplomalı. Halkın
şımarıklıkları karşısında yer altından gelen kesin kanunların uygulayıcısı
yerine bir soytarı görüyorum ekranda. Dili pabuç gibi. Mangalda kül bırakmıyor.
Böyle bir gassal olamaz. Gassal konuşmaz.
Ne zaman üzüleceğimizi çalgıcılar belirliyor. Bu da üçüncü
problemimiz. Gökhan Güney. Kadın başkasıyla. Buğulu sesler. Adamın bakışları.
Sadri Alışık. Korkunç. Aslında bölüm sonlarında kadraja giren orkestra ve yanık
sesli şarkıcı ait oldukları filmlere geri dönseler seyirci belki de ibret
alacak zamanı bulacak. Ama nerede o özgüven. Ola ki sinemada burunlar
çekilmezse reji rezil olur. Yeni film çekemez hale gelir. Hiçbir sahnede üzülmedim
yani katharsis yaşayıp kendimi karakterlerin yerine koyup sarsılmadım. Ama
müziği duyunca kendimi koyuverdim bir iki yerde. Ortadoğuluyuz. Müzik tesir
ediyor. Bunu biliyorlar maalesef.
Absürtle karşılaşıyoruz. Kadının kardeşi, eniştesini 15 sene
sonra bacısını kaçırdığı gerekçesiyle vurup öldürebiliyor. Gassal telefonda
babasının üzerinden gasilhaneye kefenleme tarifi verebiliyor. Bunlar toplum
içinde anlatılıp gülünecek şeyler değil. Yukarıda, adamı vuran kişi baldız olsa
gülerdim mesela. Anladığım kadarıyla bürokratlar, sıra dışı olanın üzerinden bir
kere geçiyorlar. Anayasal bir şey oluyor orda. Absürt, aşağı iniyor yukarı
çıkıyor oluyor çılgın türk. Bu da dördüncü problem olsun. Trajikomik trajedi
ile komedinin karışımı değildir. Eğer denerseniz çorba olur. Helva, aşure.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder