Bu Blogda Ara

22 Ekim 2012 Pazartesi

Sabitfikir 30.000 Adet Satıyor Zuh Zuh Zuh



Sabitfikir Dergisi’nin Ekim Sayısını okudunuz mu? Güncel Edebiyat etiketiyle çıkan dergi mizahi yönleriyle bizi bizden almaya devam ediyor. Gerçi bu konu hakkında daha evvel hayvan arkadaşlarımız yazmıştı ama olsun. Bi kere daha belirtmekte fayda var. Sabitfikir barındırdığı biçok çelişki ile muzır neşriyatın başta gelen ürünlerinden. Elif Tanrıyar’ın bir cümlesi ile başlayalım isterseniz: “Geçtiğimiz günlerde hatırlarsanız Orhan Pamuk’un Die Zeit gazetesine verdiği röportajda burjuvazi üzerine söylediği sözler…” Geçtiğimiz günlerde hatırlarsanız diye yazılmaz. Hatırlarsanız geçtiğimiz günlerde diye yazılır. Bir yazının ilk cümlesindeki bu hata bizi Sabitfikir’in gelen yazıları direkt wordden aktardığı bilgisine götürüyor. Gelişine vuruyor. Çünkü okur mal. Ne versen yer. İnek gibi bişey okur. Türkçe’yi bilmeden Türkçe Edebiyat yapıyorlar kurnazlar. Hasan Cömert, Şebnem İşigüzel ile röportaj yapmış. Anlaşmalı boşanma protokolü tadında bir iş çıkmış. Biri hadi siyasi röportaj yapalım hadi acı çekelim hadi tarafgir olalım diyo, diğeri de zıplayıp evet tatlım çok haklısın çok haksızlık var ülkede diyo. Sert bişey yok. Sabitfikir’in mizah anlayışı benim gibi ulvi anlayışlılar için tatmin edici. Mesela çeviri bi metin var. Çevirmenin adı yok. Çevirmen ya adı bu büyük (!) dergide geçmeyecek kadar küçük (mesela 3 kuruş verip bi üniversite öğrencisine çevirtmiş olabilirler) ya da gerçekten çevirmen yok.

Melisa Kesmez ve Aysu Önen’in kaleminden bir cümle: Edebiyatın 70’lerin sonlarında ve 80’lerde televizyonla yaşadığı yakın temas, görünen o ki son dönem dizi üretkenliğinin de en birinci hayat damarlarından biri. (açb) Bizim şaka olsun diye yaptığımız dil oyunlarını, dil eksiklerini arkadaşlar ciddi yapıyor. En birinci hayat damarı ne ya? Hayat damarlı mıdır? Sorarlar! (Gülücük) Arkadaşlar niteleme sıfatını da niteleme sıfatıyla pekiştirmişler. En birinci hayat damarının tam orta kalbi.

Mert Tanaydın. Sizce mert şu cümleleri hangi kelimeyi kullanmamak için sarfetti: Yapıtların sinema filmi haline getirilmesi, televizyona aktarma süreçleri, hiç de filme alınacak gibi gelmeyen yapıtlar, dizi haline getirme, filme aktarma, filme aktarılmaya pek de elverişli olmayan.
a)travesty
b)uyarlama
c)döllenme

Doğru cevap tabii ki uyarlama. FSEK’te geçen kavram da bu. İşi bilenler tarafından kullanılan kavram da budur. Uyarlama. Her ne hikmetse dosya kapsamında biçok yerde UYARLAMA kelimesi geçtiği halde sevgili editör Mert Kardeş’i UYARamamış. Çünkü okumamış metni. Kardeşin uyarlama kelimesindenden bihaber olduğundan bihaber. Daha daha ne haber?

Aslı Çavdar’ın adını ilk kez duydum. Yetenekli bir kadın. Kitap tanıştırma sanatından haberli.

Gelgelelim Ömer Türkeş’in yazısına. Bütün kitap tanıtım yazılarında yazının yanına kitap görseli konmuşken Ömer’in yazısı görselsiz bırakılmış. Soyut bi çalışma var o kadar. Türkeş önemli bir yazardan bahsediyor. Geçen sene Metis Yayınları’ndan çıkan Tırnak İçinde Ölüm’ün yazarı Svetlana Boym’un yeni kitabı Ninoçka’dan. Tırnak İçinde Ölüm, şiire ilişkin güzel bir eleştiriydi. Sevmiştim. Fakat aylardır Sel Yayınları’na sansür uygulayan iktidarla cebelleşen Sabitfikir, konu kapital olunca kendisine reklam vermekten imtina eden Metis’e sansür uygulayabiliyor. Metis cimri bi yayınevi. Bunu Yeniyazı Dergisi’ni çıkardığım günlerden biliyorum. Reklam vermez, verse iki kuruş verir filan. Zaten bütün yayınevleri biraz cimridir ya, neyse. Sabitfikir de -eğer şu an çok büyük bir hataya düşmüyorsam- Metis’i cezalandırmış. Sibel Oral ise meselesizliğinin çaresini din düşmanlığı yapmakta bulmuş. Onu akit Gazetesi’ne havale ediyoruz. O işlerle onlar ilgileniyor. 

14 Ekim 2012 Pazar

Bir Osman Sınav Komedisi: Uzun Hikaye


Mustafa Kutlu’nun Uzun Hikâye adlı kitabını yanlış hatırlamıyorsam 2005 yılında arkadaşım Aydın’ın tavsiyesi üzerine okumuştum. Kitabı çok sevmiştim. Hatta kitabın ilk bölümünde belediye otobüsünde hüngür hüngür ağladığımı, bu densizliğimden dolayı utandığımı şimdi bile utanarak hatırlıyorum. Sonraki yıllarda zaman zaman o bölümü açıp ağlardım. O Aydın, geçen beni aradı ve Uzun Hikaye’nin gösterişe girdiğini söyledi. Hatta bana bilet bile ısmarlayacaktı. Nitekim sözünü tuttu ve biz bugün Atlas Sineması’nın büyük salonunda filmi izleme talihsizliğine uğradık. Evet, üzülerek belirtmeliyim ki bu büyük bir talihsizlik. Mustafa Kutlu’nun küpe çiçeği gibi güzel eseri resmen sinemaya uyarlanırken rezil rüsva edilmişti. Sanatta kitsch dediğimiz şey resmen vücut bulup perdeye yansımıştı. Bu suça başta senarist Yiğit Güralp, yönetmen Osman Sınav, kelle oyuncular Kenan İmirzalıoğlu ve Tuğçe Kazaz olmak üzere diğer yeteneksiz oyuncular ve ekip ortaktır. Filmin ilk yarısında çıkacaktık lakin belki devamında ele avuca gelir bir şeyler bulmak ümidiyle izledik.

Sanat disiplinleri arası geçişler çok mühim. Hele de bir novellayı perdeye aktarıyorsanız bayaa bi taşaklı olmalısınız. Uyarlama dediğimiz şey çoğu uyarlayıcının kepaze olduğu bir yöntemdir. Uzun Hikâye, dili ve anlatımıyla güzel bir öykü. Öykünün kendine has bir bütünlüğü, tekniği, akışı var. Fakat öykü senaryo haline getirilirken bunun izleyici tarafından (sinema izleri) alımlanacağı hiç hesaba katılmamış. Senarist hazıra konmuş. Hiç acı çekmemiş. Zaten öykü formatında okura verilen şeyi bu kez ham senaryo şeklinde izlere vermeye çalışmış. Yani izler, filmden çıktıktan sonra, sıkıcı bir çekim senaryosu okumuş hissine kapılıyor.

Oyuncular ise tamamen kendi oyunlarını oynuyorlar. Sen, Deli Yürek’ten sıyrılamayan bir İmirzalıoğlu’nu alıp buraya koyarsan, Kutlu’nun güzelim Alisi’ni aynı mimik ve tavırlarla oynar. Mide bulandırır. İmirzalıoğlu gerçekten yakışıklı bir beyefendi. Tuğçe Kazaz’da aynı şekilde güzel bir kadın. Fakat Uzun Hikâye’de anlatılan kahramanları canlandıracak tipten yoksunlar. Ez azından mızıkayı arkadaki fon sesiyle birlikte emen bir kahraman istemiyoruz. Ya hiç çalmasın. Ya da gidip mızıka çalışsın. Hikayede mızıka çalınıyor diye İmirzalıoğlu’nun ağzına mızıka vermek zorunda değiliz. Yakışmıyor da zaten. Gelelim Tuğçe Kazaz’a. Dizi film oyuncusu sanırım. Çünkü sermayeye köle olan dizi oyuncularının sahip olduğu tüm sahteliklere sahip. Sahte mimikler, sahte jestler, oturmamışlık, hamlık… Sayarım daha. Neyse Allah’tan filmin başında öldü de kurtulduk. (Az önce internetten araştırdım oyuncu değilmiş. Güzelmiş. Güzellikten asgari ücret alarak geçiniyormuş, yani ettiğimiz lafların hepsi boşa gitti.) Filmin diğer oyuncularına gelince. Ben en çok sakat çocuğu oynayan Taner Ölmez’i beğendim.

Dekora değinelim biraz da. Film 1950’lerde geçiyor. Eski daktilo, eski rakı şişesi, eski şimendifer, vs. Ne güzel. Ne güzel de o hapishane sahnesi neydi öyle. Girişi okul girişi gibi. Elini kolunu sallayarak girip çıkabiliyorsun. Hatta Ali, hapishanede bile kravatla yaşıyor. O da yetmiyor bir oda tahsis edilmiş içinde daktilo (ne ilginç değil mi solculuktan içeriye atılmış bi köşe yazarının hapishanede bile daktiloya sahip olması J), sehpa, işlemeli örtüler, karısının vesikalık fotosu… Yok yok hapishanede. İnsanın içine girip tefekkür edesi geliyor. Baba ve oğul rahatça, babanın yattığı hücrede oturup konuşuyorlar. Çocuk utanmasa o gece yatıya kalacak babasında. Böyle değil. Şimdi değil. Eskiden de değildi. Hapishaneye elini kolunu sallaya sallaya giremezsin. Hadi girdin. Görüşme salonu vardır. Ancak orada görüşebilirsin. Açık görüş vardır. Kapalı görüş vardır. Bunları bilmek için benim gibi avukat olmak gerekmiyor. Çağa çoluğun bildiği numaralar bunlar. Ayrıca savcının gidip polise yalvarmasını gördük. Tek partili dönemde, savcı, en büyük adli amir olduğu halde altındaki polise yalvarıyor. Yeğenimi hoş görün, bi daha olay çıkarmayacak diyor. Polis de savcıya fırça çekiyor. REZİLLİK. Savcı kendisine gelen evrakı geri gönderir, ya da iddianame hazırlamaz olur biter. Hiçbir savcı gidip altındaki polise yalvarmaz. Böyle bir vesayet ilişkisi yok Türkiye’de. 1950’de olmadı! Mantığa aykırı.

Sonuç: Filme gitmeyin. Ben gittiğim için pişmanım. Tekrar Uzun Hikaye’yi okuyacağım. Bir de temizlenmek için birkaç tane Reha Erdem ve Lars Trier filmi izleyeceğim. 

13 Ekim 2012 Cumartesi

İlk Kısa Öyküm

Bay N. bir öykü düşünür. Bana anlatır. Atatürk’e ve Tarih’e saldırmaktadır. Yazınca neşredebilir miyiz diye sorar. Ben de ona gtalkta cevap veririm: Adamın götünden kan örneği alırlar. Biraz bekler ve cevaplar: Keşke deli raporumuz olsaydı. Sonra deforme ettiğim sözü google’dan araştırırım. “Adamın Götünden Kan Örneği Alırlar”. Bu sözü ilk defa kullanmış olmanın gurur değeriyle kendime bi paket sigara alamam. Bitti.

4 Ekim 2012 Perşembe

Keşke Cihat Duman, Artunç Tunçboyacıgil Olsaydı



Cihat Duman’ın şiir kitabı Kızkardeşleşmek Pan Yayıncılık’tan çıktı. Gerçi önceden çıktı ama ben yeni duyduğuma göre kitap yeni çıkmış demektir. Hazreti İsa’nın çarmıha gerildiğini o günden beri kim öğrense üzülmüyor mu? Üzülüyor. O halde Kızkardeşleşmek Pan Yayıncılık’tan çıkmış demektir.

Cihat Duman ile tanışıklığım çok uzun olmasa bile memleketlerimizin ayrı olmaması ve benim ona bir keresinde yemek ısmarlamam… İlk kitabı Ya da Pişman Değilimden sonra daha derlenmiş, toparlanmış şiirler yer alıyor. Aşırı Türkiye vardı birinci kitapta mesela, şimdi ise Tehlikeli Oyunlar var. Cihat Duman şiiri konuşamadığı için yazdığını söylüyor. Trabzon burmasının bir zengin takısı olduğunu sanırım bilmiyor. [Çünkü Cihat, bizler çeyrek altın çocuklarıyız.] Ve kendi kendine evlenmeyi beceremeyenler diyor bir başlıkta, evlilik programlarında hamile kalıyor. Keşke herkes hamile kalsa.

[Hatırlıyor musun Cihat Dumançığım? Sen Kızkardeşleşmek şiirini Taksim’deki büronda bana okurken ikimiz de çok aşırı biçimde duygulanmıştık. Özellikle bize çay getiren stajer avukat çocuğun sana yalakalık yaptığını fark etmiştim. O çocuğu kov lütfen Cihat. Avukatlar şiirden anlamaz. Stajerler ise mısradan anlamaz. Bak Cihat, burada büyük-küçük işareti yapmak zorundayım. Ben gördüm, iki kitabında da word ile hemhal olmuşsun.]

Avukat > Stajer Avukat > Han Görevlisi > Gece Bekçisi > Taşeron Firmada Çalışan Temizlik İşçisi > Çekirdek Kabukları > İzmarit> Arthur Miller

Kızkardeşleşmek 84 sayfadan oluşuyor. Kitap İstiklal Caddesi’ne, havralara, abdest alanlara, çocuklara ve spikerlere hitap ediyor. Bir kitabın güzelliği sanırım hitap ettiği kesimlerin fazlalığı. Mesela Cihat Duman insanlıktan kurtulup müzik olamayan yerine lir-mir yazsaydı sonu intiharla bitmesi muhtemeldi. Mesela şöyle olurdu: Ağzımdan lir ağlıyorum, gözümden mir geliyor.

Cihat Duman soldan atak geliştirip ceza sahasının içine girmeyi ayıp sayıyor. O yüzden sövecekse 18 yayının solunda sövüyor. Sevecekse maçı durduruyor. Hakemlere itiraz bile etmiyor. Ben diyor şiirde kafama göre hareket ederim. Ediyor ama “kahreden Rabbi’nin adıyla okuyor.”

Altını çizdiğimiz kitaplar sahaflara verilmez, ödünç de verilmez. Onun kitabının satırlarını bir kedi usulca tırmalıyor. Çün bitmiştir, sodyum sülfat, sodyum karbonat.
Kitabı güzel yapan şeylerden biri bize olan yakınlığı. Bizimle hala, teyze, enişte olan her kitap iyi kitaptır. Kızkardeşleşmek bizimle kardeş oluyor, yatağımızı serip yastığımızın altına koyuyoruz. Şeyh Edibali öğüt verirken artık Cihat’ın kitabından istiyor olabilir. Sonrası hayır olsun.          Cinnet iyi değil cennet iyidir.

Not: Başlıktaki Cihat Duman ismini googleda aratırsanız bulabilirsiniz ama Artunç Tunçboyacıgil’i bulamazsınız. Yoktu, uydurdum. Bazı kelimeleri Kızkardeşleşmek’te Cihat Duman uydurmuş. Yakışınca uydurmuş olmazsınız, icat etmiş olursunuz. İcat çok kitapta.

Lirik bir cümle ile poetik yazıma son veriyorum: [Bana 20 TL olan borcunu umarım tez zamanda ödersin. Gözlerinden öperim kardeşim. Erkek kardeşim.]

Bülent Parlak








2 Ekim 2012 Salı

Duran Topların Ustası


aleks topa daha iyi vurabilmek için topun önünü ayağıyla eşeledi. aleks topu korner noktasına ekti. önceden atılmış pet şişeler vasıtasıyla suvardı. cezasahasına şöyle bir bakış attı. orta açılsa ve insanlar bağırsa ingilizce bir şeyler olacaktı. gol. olmadı. top yeşerdi. top ağacından onlarca top yetişti. herkesin bir topu olmalıydı. herkes bir topun peşinden koşarsa topun götü kalkar. herkesin bir topu oldu aleks sayesinde. futbol, topun en az sayıya indirilmiş hali olduğu için bu durumu yadırgadı. futbol dile geldi. herkes fazla topunu bankaya yatırsın dedi. kimse yatırmadı, herkes oynadı. kapitalizm bunun neresinde.

aleks korner kullandı. cezasahası sakinleri gelecek olan topa vurmak itişti. top paylaşılmazdı. tek kişi topa vuruldu. aman tanrım ingilizce bağırıldı. gol. bu, birilerinin sevinci, ötekilerinin üzüncü demekti. bi taraf sevindi, diğer taraf üzündü. keşke balkona kaçıp kesilen bir top olsaydım dedi top. yavaş çekim diye bir şey olamazdı. az önceki olayı yavaş izlenimde tekrar görüyorum. diğerleri farklı açılarda görüyor. göz sayısının yarısı kadar farklı bakış açısı var. kamera sayısı kadar varmış gibi duruyor ama. yuvarlak, aşkın klozetidir.

aleks korner kullandı. cezasahasında topu uzaklaştıran adam topu uzaklaştırdı. adamlar ters yöne yöneldiler. yumuşak çimenlerin sütünde yuvarlanıyor böyle top. adamlar aleks. sanki böyle solcularla sağcılar. herkesin bir takımı var. herkes takımdaşıyla toplaşıyor. hakem bir anayasa. güzel ve ıslak bir anayasa. fikirler değerli. top ortada. mücadele tam anlatmalık. ben spikeriniz. eskiden ortasaha oynardım.

Cihat Duman

Kuru Otlar Üstüne Üzerine

Yazarın notu: Okuyacağınız yazıda sürpriz bozacak bir yorum bulunmamaktadır. İnsanlar roman okumayı bıraktılar. Film ve dizi izlemeye deva...