Bu Blogda Ara
22 Nisan 2012 Pazar
20 Nisan 2012 Cuma
14 Nisan 2012 Cumartesi
Şimdiki Zaman
Umutsuzluk ile mutsuzluk arasında fark var mı? U’dan başka?
Olmadı. Böyle başlanmaz. Yarın ne kadar sürer? Sonsuzluk ve bir gün kadar. Soru ile başlanmaz. Sorunun olduğu
yerde geleceğe işaret eden bir cevap vardır. Buna gerek yok. Gelecek yoktur
çünkü. İyi film, seyirciye bildiği kavramları… Böyle değil. İyi sanat,
tüketicisine bildiği kavramları yeniden düşündürten ve böylelikle bu düşünce
ile tüketicisini değiştiren, onu başka bir insan yapan sanattır. Belmin
Söylemez’in dün akşam İstanbul Film Festivali’nde prömiyeri yapılan filmi Şimdiki Zaman beni mutsuzluk ve
umutsuzluk konuları hakkında tekrar düşünmeye sevk etti. Film, işsiz kalan Mina’nın
(Sanem Öge) bir fal kafede iş bulması ve Amerika’ya gitmek için para
biriktirmesini anlatıyor. Aslında filmin anlattığı bir şey yok. Aşk, yalnızlık,
göç etme isteği, yersiz yurtsuzluk, kıskançlık, çaresizlik, kimsesizlik… Her şeyden
bir parça anlatılıyor. Hayatta da böyle değil mi zaten? Modern birey, durumlara
tam odaklanamıyor. Durumların ortasında boğuşma halinde olan bir özne var. Mina
da aynen bu şekilde patron gibi olmayan bir patronla (Ozan Bilen)
tanımlanamayacak bir şey yaşıyor. Daha doğrusu yaşayamıyor. Arkadaş gibi
olmayan bir arkadaşı ile dostluk gibi durmayan bir dostluk durumu içerisinde.
(Özellikle eve ilk geldiğinde odadan çıktıktan sonra cüzdanı kontrol etmesi) Mina’nın
neden yalnız kaldığını anlayamıyoruz. Öncesinde ne iş yaptığı, kimden
ayrıldığı, Amerika’ya gitmek istemesinin gerçek nedeni, banka kullanmaması gibi
soruların cevabı yok. Ve bunları merak etmiyoruz. Çünkü filmde karakterler ve olaylar
çok hesaplı ve programlı bir şekilde ayarlanmış. Bi kere oyunculuklar çok iyi.
Sanem Öge, Ozan Bilen ve Şenay Aydın çok iyi bir üçlü olmuş. Özellikle Sanem
Öge, adeta oynadığı karaktere japon yapıştırıcısı ile yapışmış.
Filmin bir temasının da fal olması filmi şiirsel kılmış. Filmin
çeşitli telve görselleri ile bezenmesi ise dinlendirici etki yapmış. Fallarına bakılan kimselerin verdiği tepkiler
filmin gerçeklik dozunu arttırmış. Hem mesela bir dövizci neden müşterisinin
gözüne bakmaz, selamını almaz? (Umumi tuvalet işletmecileri de öyledir)
Nihayetinde Mina köküne kadar mutsuz ve umutsuzdur. Nihayetinde tüm insanlık
köküne kadar mutsuz ve umutsuz. Nihayetinde Mina kadar saygılı, sessiz, sevgi
dolu, sakin olsak da yeri geldiğinde telefonu yere çarpıyoruz. Nihayetinde genç
kızlar kendi aralarında dedikodu yaparken birine “evli” demek yerine yüzük parmaklarını
işaret ediyorlar. Nihayetinde biz de Mina gibi uykuyu en çok ölüme
benzettiğimiz için yataklarımıza gidiyoruz her gece. Çekiyoruz, çeeeek…
11 Nisan 2012 Çarşamba
1 Nisan 2012 Pazar
Mona Hatoum- You Are Still Here
ARTER hem bana çok yakın hem de umumiyetle güzel sergilere ev
sahipliği yapıyor. Şimdilerde Mona Hatoum’un “Hâlâ Buradasın” (You Are Still Here) adlı sergisi var ARTER^de. Mayıs’ın sonuna kadar da işlek olacak. Daha girişte
Globe (2007) adlı iş dikkatimi çekince serginin diğer işlerini görmek için
ciddiyetle sabırsızlandım. Globe hakkında tanıtım kitapçığında aynen şunlar
yazıyor:
"Kafesi andıran bu küre ortalama insan boyunda ve ekseni dünyayla aynı
derecede eğik. Ortaçağ pencere parmaklıklarına benzer bir biçimde birbirine
örülmüş çelik çubuklarıyla bu heykel, her an yuvarlanabilecek ağır bir kafes
gibi görünüyor. Bu bütün coğrafi ve siyasi sınırlardan arındırılmış “küre”,
ancak bir kişinin sığabileceği bir hücreye dönüşüyor.” Hani bir laf vardır: “İnsanı büyütsen dünya,
dünyayı küçültsen insan olur.” Bedene
hapsolmuş ruhun farkındalığını bu küre karşısında hissedebiliyorsun. Daha doğru
bir ifadeyle demirden örülmüş bu küre ile empati kurabiliyorsun. Çünkü çok
şeker.
Deep Thorat: Endoskopi, koloskopi ve ekografi için
uzmanlaşmış tıbbi ekipmanlar aracılığıyla çekilen bir video. Yediklerimizin
sindirim sistemi içindeki yolculuğunu anlatıyor. Kamera ağızdan başlayıp mide
ve bağırsaklardan geçerek anüse ulaşıyor. Sonra tekrar anüsten başlayarak ağza doğru
geliyor. Korkunç tabii. Sanatın, tıbbi imkânları da malzeme yaparak iğdiş
edilmesi. İlginç. Video bir lokantanın usulüne uygun bir biçimde düzenlenmiş
standart masasının üzerinde duran bir tabağın içinde izleniyor. Aklıma
Stanizlaw Lem’in “Hayali Büyüklük”(Pinhan Yay, 2012) adlı kitabının girişi
geldi: Birkaç yıl önce sanatçılar
cankurtarıcı olarak ölüme sarıldılar. Anatomi ve histoloji atlaslarını donanıp,
nü’lerin karınlarını deşmeye, bağırsaklarını çıkarmaya, etimizin haklı
nedenlerle gözlerden saklandığı utanç verici ıvız zıvırımızın pörsümüş
çirkinliğini tuallerine boşaltmaya başladılar.
Şiir Ticareti Bağlamında Küçük İskender
Bu
Defa Çok Fena hakikaten
Mesele şiir olunca aslında iyi şiir
okumaktan başka çaremiz yoktur. İyi şiir okursun ve ilham alabilirsen yazarsın.
İlham verebilen şiir, iyi şiirin bir özelliğidir zaten. Şiirin ne olduğu belli
olmasa bile ne olmadığı az çok bellidir. Bir mekânda o an yazılan şiiri incelediğimizde
hangi tür şiirin iyi olduğunu, hangi şairlerin başı çektiğini azıcık bir
dikkatle ortaya koyabiliriz. Şimdi koyamazsak bile bir iki kuşak sonra ortaya
konacaktır bu gerçek. İkinci Yeni’nin, ortaya çıktığı 50’li yıllarda değil,
80’lerden sonra benimsendiğini bir kez daha belirteyim yeri gelmişken. İkinci
Yeni güzel bir kaynak. Elbette modası da geçmiş bir şiirdir. İkinci Yeni’nin ne
aşılması gereken bir “baba”, ne de şiirin aslı ve özü olduğuna inanıyorum. Bu
kadar büyütmemek lâzım. İkinci Yeni hoştur diyip geçmek lazım. İkinci yeniden
sonra problemli bir 80 kuşağı ve nihayetinde 80 sonrası bir şiir var. Uzun uzun
tasnif edip can sıkmak istemiyorum. Konuma döneceğim. 80 kuşağı şairlerinden
sayılabilecek küçük İskender ortaya çıktığı yıllarda (80-90) arası güzel bir
çıkış yapmış. Gözlerim Sığmıyor Yüzüme
sadece sol çevrelerce değil, İslamcılar tarafından da olumlu karşılanmıştır. Şimdi
burada küçük İskender’in peşinde düşmeye, dergilerdeki macerası için
kütüphaneye kapanmaya, hakkında yazılanlara tek tek bakmaya gerek yok.
Akademisyen değiliz çok şükür. Elimizde onun Sel Yayıncılık tarafından Kasım ayında basılan Bu Defa Çok Fena adlı şiir kitabı var. Kitap aynı ay içerisinde 3. baskısını
gerçekleştirerek yaklaşık 5.000 kişiye ulaştı. Normal bir şiir kitabının
yaklaşık 40 katı kadar satmış gözüküyor.
Evvela bütün samimiyetimle söylemek
isterim ki küçük İskender’in yazdığı metinler birer şiir değil, manzumedir.
Günümüz şiirinin çok gerisinde metinlere imza atmış hazret. Kendini her
fırsatta marjinal şair olarak pompalayan, eşcinselliği gözlere gözlere sokan,
uyuşturucu bağımlısı olduğu imajını vermekte bir beis görmeyen bir insandan
daha fazlası beklenemez çünkü. Sanatla boşalamayan insanın kaderidir hayatla
boşalmak. Neyse; şiire dönelim: küçük İskender’in şiir problemleri nelerdir.
Sonrasında da ortaya çıkan metinler hangi şahıslar tarafından piyasaya
pazarlanmaktadır.
Seslendirilmek
üzere şiir yazmak:
İskender, düzenli aralıklarla
gerçekleştirdiği şiir gecelerinde okunması için şiir yazmaktadır. Şiire günlük konuşma
dilinin ustaca sızmasından bahsetmiyorum. Tam tersine Bedirhan Gökçe tarzı
“ritimli” bir manzume dilinden bahsediyorum. Yoksa dille problemi olan bir
insan şu metinleri “şiir” diye yazabilir mi?
Susmak,
tanrıya da bir gün kitap ineceğine inanmak gibi! (s.9)
Devasa
duman ve ecel arasında, bitmiş bir aşk gibi kayboldu (s.9)
Oturup
tanrının kesik kesik öksürmesini bekledik (s. 10)
Çatıya
gel gece, şişe şişe alkol dökeceğim şehre (s.12)
2009
yılında İstanbul’da Leonard Cohen’i canlı dinlemek (s.18)
Ben
aşkımı o beni hiç sevmedi diye sevdim galiba (s.19)
Bana
dildodan başka ne alırsan al (s.20)
Tüketilmiş
aşklar ele geçirilecek hack’lenen bir internet sitesinde (s.35)
Gel
şiirler okuyup ölesiye öpüşelim (s.54)
Tanrıya
doğru yola çıkarsan seni peygamber ezer (s.55)
Biraz
daha alengirli hap çak! (s.39)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Bir Mezarlık Komedisi: Gassal
Hayatta kalırsak su faturasını kim ödeyecek diyen milyonlarca insana sordukları soru gerçekten hokkabazların şanına yakışacak görkemdeydi: Ö...

-
Hayatta kalırsak su faturasını kim ödeyecek diyen milyonlarca insana sordukları soru gerçekten hokkabazların şanına yakışacak görkemdeydi: Ö...
-
(Yazı şahsi kin gütme yazılarından biridir, edebiyatla alakası yoktur. Şahıs, açlık grevleri için imza toplarken benden imza istememiştir...
-
Bayramın birinci günü adettir dedim bir mezarlık turu atayım. Eyüp’te Necip Fazıl, Ahmet Haşim; Edirnekapı’da Oğuz Atay, Beylerbeyi Küplüce...