Bu Blogda Ara

16 Ocak 2013 Çarşamba

Bir Yeteneğin Yokoluşu Ya da Mehmet Müfit



Mehmet Müfit’in özgeçmişi, şiirini çözümleyebilmemiz adına bize bazı ipuçları sunuyor. İki kitap çıkardıktan sonra 1988’de “Para kazanmak için şiiri bırakmam gerekir, ikisi bir arada yürümüyor çünkü” deyip şiir âlemiyle ilişkisini kesiyor. Evlilik, çocuklar, Nişantaşı’nda antikacı dükkânı… Daha sonra bazı şair arkadaşlarının “yoğun çaba ve baskıları” sonucu yayımlanmamış üç kitabını da ekleyerek toplu şiirlerini basıyor. Müfit’in YKY’den çıkan Toplu Şiirleri’ni[i] bu arka plan üzerinden okuyabiliriz. Buradan, yani şiir ortamından çeyrek asırlar ayrı kalma rejiminden, içine düştüğü durumla acı acı dalga geçen bir Osman Konuk ile şiiri parçalı bir yapıya taşıyan Ahmet Güntan çıkar en fazla. Mehmet Müfit ya çok saf ya da gerçekten yıllardır kopuk olduğu güncel şiirden bu şekilde intikam almaya çalışıyor. Mehmet Müfit, hayat-şiir çatışmasında hayatı tercih etmiş ve kaybetmiştir. Çünkü 1986’da yayımlanan ikinci kitabı Tekkede Bahar ile ortalamanın üstünde, umut vadeden bir şiir yazmıştır. Bu kitaptan iki yıl sonra para kazanmaya karar verip şiirden ve şiir ortamından kopmuş. Fakat toplu şiirlerdeki son 3 kitaba baktığımızda Müfit’in sadece şiir ortamından değil, şiirden de ayrıldığını ve çok kötü metinler kaleme aldığını görüyoruz. Peki, nedir okuru Tekkede Bahar’ı sevmeye iten ve Tekkeden Bahar sonrası kitapları kötü yapan?
Müfit’in ilk kitabı İstanbul’un Ağır Sultanları 34 yaşında (1984) çıkıyor. Günahı olmayan, bir ilk kitap için iyi diyebileceğimiz bir kitap. “Bu kış sobayı kırmızıya boyadık” (s.32), “Doğduğum günün kokusunu merak ediyorum” (s.20) gibi kesin ve sert dizeler kurabileceğini anladıktan sonra kitabı güvenle okuyabiliyoruz:
annem  annem
o aptal arabesk var ya o
aptal olduğu kadar egzoz
egzoz olduğu kadar klaksın
kulaklarıma pamuk
pamuk dayanmıyor (s.41)

Müfit’in ikinci kitabı Tekkede Bahar, 36 yaşındayken çıkıyor. Çıktığı dönem itibariyle çağdaşlarının düzeyinde hatta kimi söyleyişleriyle onları aşan bir niteliğe sahip bu kitap. Şair bu kitabında bireysi şiirin olanaklarını sonuna kadar kullanmış.

çünkü ipeğin son durağında, açık kalmış
penceresi genelevin; bir kamyon
kadın üzerimize,
üzerimize bir
kamyon.
                    ta
                    ta
                    ta (s.53)

Tekkede Bahar kitabından yapmış olduğum bu alıntıdan da anlaşılacağı üzere Müfit, Metin Eloğlu temalarıyla Orhan Veli söyleyişini güzel bir biçimde şiirine oturtmuştur. Bu anlamda tipik bir 80 kuşağı şairi gibi duruyor. Ve elbette 80 dönemi kaçış edebiyatının da bir temsilcisi. İşi serseriliğe, alkole, orospulara, çifte sarılmış kâğıtlara vuran ama arada da üstü kapalı biçimde işkencelerden, ölümlerden bahseden bir şiir. Tekkede Bahar’ın en ilginç kısmı ise kitabın ikinci bölümü olan Şairler Panayırı. Müfit bir öz farkındalık tekniği olarak şairleri sınıflandırıyor. Kafa Şairler, Uygunadım Şairler, Cici Şairler ve Amigo Şairler olarak 4 tür şair sınıfı belirliyor. Kafa Şairler, Müfit’e göre devrin en iyi şairlerini temsil ediyor. “Suyun başında oturan ve suyu çeviren” şairler olarak niteliyor kafa şairleri. “kuyumcudurlar/ yaratıcıdırlar/ ünlem işaretlerini, yaşadıklarınca alınlarına/ öldükten sonra mezar taşlarına/ kazımamız gerekir”. Uygunadım Şairler ise kafa şairlere yancılık yapan şairler olarak konumlandırılmış. Devrin kafa şairlerine yaranmak için onların masasına oturan tipler. “Yıkayıcıdırlar/ yağlayıcıdırlar” diyor Müfit, “gün gelir/ ki yıldızların titrediği gün/ uygunadım şairler/ edebiyat müzelerine defnedilir/ ama törensiz”. Günümüzde de en tehlikeli insan türü Uygunadım Şairler’dir. Baba’larına karşı zerre miktar Oidipus hıncı beslemezler. Çünkü bu hınç için azıcık da olsa bir şahsiyet taşımak gerekiyor. Özne, kendi bilincinde olmadan Baba’yı alt edemez. Hilmi Yavuz etrafında konumlanan bazı günümüz şairlerini bu kategoriye rahatça sokabiliriz. Müfit sadece Uygunadım Şairleri aşağılamıyor, aynı zamanda lirik ve slogancı şairleri de hafife alıyor. Lirik şairlere Cici Şairler, slogancı şairlere ise Amigo Şairler diyor. Cici Şairler şiirinden: “imge ise hiç. şunu iyi bilin ki kentin sürüngen sınıfı/ mahmurlukla yorgunluk arası, saatçiler yani/ şiir adına kızılcık sopalarıyla sizi bekliyor.” İkinci Yeni’nin Attila İlhan gibilere açtığı bir savaşın benzerini Müfit 80’lerde yapmış. Mesele, şiir ortamımızın ebedi ve ezeli meselesidir.
Müfit, Tekkede Bahar’da güncel olanı, sokak jargonunu kullanarak şiir okuruna sunmayı başarmış bir şair. Ayarında kullandığı satirle hem ortalama insanın acizliklerini, hem de ortalama şairin pespayeliklerini eleştirmiş. Okunabilir, okutulabilir bir şiir yazmış. Fakat toplu şiirlerinde karşımıza çıkan son 3 kitabı maalesef di’li geçmiş zaman kipiyle yazılmış birer günlük yazılarından ibaret. Evvela bu metinler birer hatıra metni. İkinci olarak bu metinler öykü bile değil. Kurmacadan çok uzak. Üçüncü olarak metinler çok hafif dereceli felsefi özellikler taşıyor. Orta yaşı geçmiş bir amcanın nostaljik sayıklamaları. Günümüzde bu biçimde yazan birçok emekli öğretmen var. Özellikle Müfit’in Kemalist yanını ortaya koyan bölümler ibret verici:

işte, bir Osmanlı paşası varmış, kahraman mı kahraman
mayıstan bir gün çıkınca Samsun’a
iki üç toplantı, üç beş yandaş ve
boğulurcasına Angora… (s.149)

Müfit, Toplu Şiirleri’nin son üç kitabında günümüz şiir okurunu, hatta günümüz okurunu ilgilendirmeyen manzumeler karalamış. Meselesiz, burjuva bir şiirin peşine düşmüş. Ya da peşine düşmek de demeyelim, yanlışlıkla bu tür bir anlatıma kaymış. Tekkede Bahar’dan böyle bir dereceye inme ancak kariyer planlarını tamamlamış bir özneden çıkabilirdi: Tıpkı Müfit’in özgeçmişine yazdığı gibi. Para mı Şiir mi?  İkisi de tedavül imkânı olan şeylerden. Müfit, şiir için bedel ödemeyenlerin, bedel ödeme riskini göze alamayanların düşeceği durumlar için çok iyi bir örnek. Genç şair tercihini yapmalı; şiiri bir metres gibi değil, bir kanser gibi de değil, basit bir cilt hastalığı gibi taşımasını bilmelidir.




[i] Mehmet Müfit, Herşey Dün Gibiydi, YKY, 2012, İstanbul



Cihat Duman, Hece Dergisi, Aralık 2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Keşke bizi de kamyonlara koyup taşısalardı.

Keşke bizi de kamyonlara koyup taşısalardı kavunlara haksızlık oldu. Cadde-i Kebir’e bir damla kan düşmesin diye yapıldığını farz ettiğim ku...