Mehmet
Müfit’in özgeçmişi, şiirini çözümleyebilmemiz adına bize bazı ipuçları sunuyor.
İki kitap çıkardıktan sonra 1988’de “Para kazanmak için şiiri bırakmam gerekir,
ikisi bir arada yürümüyor çünkü” deyip şiir âlemiyle ilişkisini kesiyor.
Evlilik, çocuklar, Nişantaşı’nda antikacı dükkânı… Daha sonra bazı şair
arkadaşlarının “yoğun çaba ve baskıları” sonucu yayımlanmamış üç kitabını da
ekleyerek toplu şiirlerini basıyor. Müfit’in YKY’den çıkan Toplu Şiirleri’ni[i] bu
arka plan üzerinden okuyabiliriz. Buradan, yani şiir ortamından çeyrek asırlar
ayrı kalma rejiminden, içine düştüğü durumla acı acı dalga geçen bir Osman
Konuk ile şiiri parçalı bir yapıya taşıyan Ahmet Güntan çıkar en fazla. Mehmet
Müfit ya çok saf ya da gerçekten yıllardır kopuk olduğu güncel şiirden bu
şekilde intikam almaya çalışıyor. Mehmet Müfit, hayat-şiir çatışmasında hayatı
tercih etmiş ve kaybetmiştir. Çünkü 1986’da yayımlanan ikinci kitabı Tekkede Bahar ile ortalamanın üstünde,
umut vadeden bir şiir yazmıştır. Bu kitaptan iki yıl sonra para kazanmaya karar
verip şiirden ve şiir ortamından kopmuş. Fakat toplu şiirlerdeki son 3 kitaba
baktığımızda Müfit’in sadece şiir ortamından değil, şiirden de ayrıldığını ve
çok kötü metinler kaleme aldığını görüyoruz. Peki, nedir okuru Tekkede Bahar’ı sevmeye iten ve Tekkeden Bahar sonrası kitapları kötü
yapan?
Müfit’in
ilk kitabı İstanbul’un Ağır Sultanları
34 yaşında (1984) çıkıyor. Günahı olmayan, bir ilk kitap için iyi
diyebileceğimiz bir kitap. “Bu kış sobayı kırmızıya boyadık” (s.32), “Doğduğum
günün kokusunu merak ediyorum” (s.20) gibi kesin ve sert dizeler kurabileceğini
anladıktan sonra kitabı güvenle okuyabiliyoruz:
annem annem
o
aptal arabesk var ya o
aptal
olduğu kadar egzoz
egzoz
olduğu kadar klaksın
kulaklarıma
pamuk
pamuk
dayanmıyor (s.41)
Müfit’in ikinci
kitabı Tekkede Bahar, 36 yaşındayken
çıkıyor. Çıktığı dönem itibariyle çağdaşlarının düzeyinde hatta kimi
söyleyişleriyle onları aşan bir niteliğe sahip bu kitap. Şair bu kitabında bireysi
şiirin olanaklarını sonuna kadar kullanmış.
çünkü
ipeğin son durağında, açık kalmış
penceresi
genelevin; bir kamyon
kadın
üzerimize,
üzerimize
bir
kamyon.
ta
ta
ta (s.53)
Tekkede Bahar
kitabından yapmış olduğum bu alıntıdan da anlaşılacağı üzere Müfit, Metin
Eloğlu temalarıyla Orhan Veli söyleyişini güzel bir biçimde şiirine
oturtmuştur. Bu anlamda tipik bir 80 kuşağı şairi gibi duruyor. Ve elbette 80
dönemi kaçış edebiyatının da bir temsilcisi. İşi serseriliğe, alkole,
orospulara, çifte sarılmış kâğıtlara vuran ama arada da üstü kapalı biçimde
işkencelerden, ölümlerden bahseden bir şiir. Tekkede Bahar’ın en ilginç kısmı ise kitabın ikinci bölümü olan Şairler Panayırı. Müfit bir öz
farkındalık tekniği olarak şairleri sınıflandırıyor. Kafa Şairler, Uygunadım
Şairler, Cici Şairler ve Amigo Şairler olarak 4 tür şair sınıfı belirliyor.
Kafa Şairler, Müfit’e göre devrin en iyi şairlerini temsil ediyor. “Suyun
başında oturan ve suyu çeviren” şairler olarak niteliyor kafa şairleri.
“kuyumcudurlar/ yaratıcıdırlar/ ünlem işaretlerini, yaşadıklarınca alınlarına/
öldükten sonra mezar taşlarına/ kazımamız gerekir”. Uygunadım Şairler ise kafa
şairlere yancılık yapan şairler olarak konumlandırılmış. Devrin kafa şairlerine
yaranmak için onların masasına oturan tipler. “Yıkayıcıdırlar/ yağlayıcıdırlar”
diyor Müfit, “gün gelir/ ki yıldızların titrediği gün/ uygunadım şairler/
edebiyat müzelerine defnedilir/ ama törensiz”. Günümüzde de en tehlikeli insan
türü Uygunadım Şairler’dir. Baba’larına karşı zerre miktar Oidipus hıncı
beslemezler. Çünkü bu hınç için azıcık da olsa bir şahsiyet taşımak gerekiyor.
Özne, kendi bilincinde olmadan Baba’yı alt edemez. Hilmi Yavuz etrafında
konumlanan bazı günümüz şairlerini bu kategoriye rahatça sokabiliriz. Müfit
sadece Uygunadım Şairleri
aşağılamıyor, aynı zamanda lirik ve slogancı şairleri de hafife alıyor. Lirik
şairlere Cici Şairler, slogancı
şairlere ise Amigo Şairler diyor. Cici Şairler şiirinden: “imge ise hiç.
şunu iyi bilin ki kentin sürüngen sınıfı/ mahmurlukla yorgunluk arası,
saatçiler yani/ şiir adına kızılcık sopalarıyla sizi bekliyor.” İkinci Yeni’nin
Attila İlhan gibilere açtığı bir savaşın benzerini Müfit 80’lerde yapmış. Mesele,
şiir ortamımızın ebedi ve ezeli meselesidir.
Müfit, Tekkede Bahar’da güncel olanı, sokak
jargonunu kullanarak şiir okuruna sunmayı başarmış bir şair. Ayarında
kullandığı satirle hem ortalama insanın acizliklerini, hem de ortalama şairin
pespayeliklerini eleştirmiş. Okunabilir, okutulabilir bir şiir yazmış. Fakat
toplu şiirlerinde karşımıza çıkan son 3 kitabı maalesef di’li geçmiş zaman
kipiyle yazılmış birer günlük yazılarından ibaret. Evvela bu metinler birer
hatıra metni. İkinci olarak bu metinler öykü bile değil. Kurmacadan çok uzak.
Üçüncü olarak metinler çok hafif dereceli felsefi özellikler taşıyor. Orta yaşı
geçmiş bir amcanın nostaljik sayıklamaları. Günümüzde bu biçimde yazan birçok
emekli öğretmen var. Özellikle Müfit’in Kemalist yanını ortaya koyan bölümler
ibret verici:
işte,
bir Osmanlı paşası varmış, kahraman mı kahraman
mayıstan
bir gün çıkınca Samsun’a
iki
üç toplantı, üç beş yandaş ve
boğulurcasına
Angora… (s.149)
Müfit, Toplu
Şiirleri’nin son üç kitabında günümüz şiir okurunu, hatta günümüz okurunu
ilgilendirmeyen manzumeler karalamış. Meselesiz, burjuva bir şiirin peşine
düşmüş. Ya da peşine düşmek de demeyelim, yanlışlıkla bu tür bir anlatıma
kaymış. Tekkede Bahar’dan böyle bir
dereceye inme ancak kariyer planlarını tamamlamış bir özneden çıkabilirdi:
Tıpkı Müfit’in özgeçmişine yazdığı gibi. Para mı Şiir mi? İkisi de tedavül imkânı olan şeylerden.
Müfit, şiir için bedel ödemeyenlerin, bedel ödeme riskini göze alamayanların
düşeceği durumlar için çok iyi bir örnek. Genç şair tercihini yapmalı; şiiri
bir metres gibi değil, bir kanser gibi de değil, basit bir cilt hastalığı gibi
taşımasını bilmelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder