Bu Blogda Ara
14 Şubat 2015 Cumartesi
10 Şubat 2015 Salı
Cemal Süreya Şiiri Seks Oyuncağı mı?
Bedensel aşk şiiri
yazmak aşk mektubu yazmaya benzemez, gösteriye kaçtığı için bazı kurallara tabi
olur. Aşk şiiri “bakın nasıl da seviyorum, en güzel ben seviyorum”un sanatın
aracı kılınarak anlatılmasıdır. Bedensel aşk, şiirden bağımsız olarak da kafamızı
karıştıran bir durumdur. Bedenlerin birbirine değdiği anda ağızdan kontrol içi
ya da kontrol dışı çıkan sözler/ ses grupları herhangi bir sanatın nesnesi olabilir
mi sorusunu da getirir ki bu sorunun cevabı oldukça zordur. Arıca konu beden
olunca yapılan/yazılan şeyler vuslat aracı olarak mı kullanılmış yoksa firak ağıtı
olarak mı kullanılmış, bu da önemli ve deneyi etkileyen bir şey. Tüm bu farklı
olasılıklar yapılan/yazılan metnin gerçekle bağını ve estetik değerini
etkiliyor. Bu değeri metnin dönemi içinde değerlendirince bazı neticelere ulaşabiliyoruz.
Cemal Süreya, aşkın,
erotizmin, bazı bambaşka hislerin/ hasletlerin şairi olarak biliniyor.
Gerçekten de bedensel aşkın şairi midir yoksa manita peşinde koşan bir erkek
midir bilemeyiz, ama yaklaşabiliriz, yaklaşınız. Cemal Süreya’nın bütün
şiirlerinin toplandığı Sevda Sözleri adlı 329 sayfa kitapta birçok şiir var ve
aşk şiirleri bu toplamın %70’ine tekabül ediyor. Bu şiirlerden sadece 3 tanesi
(3 sayfa, İngiliz, Şarkı ve Yağmurun Yağması İyidir adlı şiirler) bizi
inandırıyor ve kışkırtıyor, diğer şiirlerin şiir değeri düşük olmakla birlikte
sanki bu metinler birilerini tavlamak, sakinleştirmek, gönendirmek için
yazılmış gibi. Daha açalım ve yaklaşalım. Eğer ekmek peşinde olmak için yazılmamışsa
bile bu kez şunu söyleyebiliriz: Cemal Süreya şiirden anlamıyor. Çünkü şiirden
anlayan biri bütün kitaplarında birinci tekil şahıstan ikinci tekil şahsa hitap
eden bir şiir yazmaz. Ara sıra başka şeyler dener. Epik şeyler dener. Fakat
Süreya bir kadına yazılacak aşk teklifi mektubunu ya da ayrılık sonunda
verilecek ağıt mektubunu aynı zamanda okura da gösteriyor. Kadını sadece
yazdığı güzel sözcüklerle etkilemeye çalışmıyor, aynı zamanda “bak sana
yazdığım bu güzel sözcükleri başkaları da okuyor, tarihe mal oldun, bi tanem”
diyerek etkiliyor. Ve büyük pislik burada başlıyor. Cemal Süreya, kadını razı
etmek için şiir okurunu tepe tepe kullanıyor. Şiir, Cemal Süreya’da, olması
gereken anlamından çıkıp bir seks oyuncağına dönüşüyor. Nedir şiirin anlamı, ya
halk için yapılanından bir anlam çıkarırız ya da sanat için yapılanından. Fakat
burada karı kız için yapılanından hiçbir anlam çıkaramıyoruz. Süreya, sürekli
kendi içinde geçirdiği bir cinsel devrimin reklamını yapıyor şiirle, kadınları çağırıyor
yatağına, sene 1957, ama burada devrim oldu, koşun diyor. Fakat bakir. Bence
bakir. Oğuz Atay’ı tiksindiriyor. Kaçırıyorlar ortamdan. Hele 60 darbesinden
sonra yaptıkları kaçış edebiyatı Oğuz gibileri iy’ce tiksindiriyor. Kaçış
edebiyatı denebilir mi o da şüpheli tabii. Attila İlhan kaçtılar diyor. Bence
Cemal Süreya kaçmadı. Neydiyse oydu. “Aşk” şiirini ele alalım, 1954, 23 yaşında.
Aşk şiirinde giden bir sevgiliye sözle ya da yazıyla söylenecek bazı sözler
bulunur. Fakat şiir yayımlandığı için bizler de okur olarak bu sözleri görür/
duyarız. Şimdi sen kalkıp gidiyorsun.
Git./ Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler. Diye başlar ve
ortada “Ki Karaköy köprüsüne yağmur
yağarken/ Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti/ Çünkü iki kişiydik”
der. Baştan ayağa yanlış kurulmuş bir çatı. Eğer bir kişi sevgilisi gitmesin
diye yalvarıyorsa o birlikteyken gittikleri köprü ortadan kalkar, tüm ikilikler
ortadan kalkar ve 1 olunur, 1’e övgü olur. Gök, altında bulunanların iki kişi olduğunu
görüp ikiye bölünmez, Karaköy ve Eminönü birleşir, doğu ve batı bir olur,
birliği kutlar. Ama Süreya heyecandan burada hata yapmış ve göğü ikiye bölmüş. Şöyle
yapsa anlardım: Sen gidince gök ikiye bölünecek
falan filan, senin gökyüzün benim
gökyüzüm hesabı, olurdu öyle, ama böyle olmamış. Bir önceki şiir de aynen
şöyle başlıyor: Bak bunlar ellerin senin bunlar ayakların,
sonraki şiir Memelerin vardı memelerin
kahramandı sonra. İki önceki Gül
adlı şiir: Ellerini alıyorum sabah
kadar seviyorum/ Ellerini beyaz
tekrar beyaz tekrar beyaz. Bir sonraki şiir yine manitaya hitap: Önce bir ellerin vardı yalnızlığımla benim aramda, Üvericinka şiiri: Lâleli’den
dünyaya doğru giden bir tramvaydayız/ Birden nasıl oluyor da sen yüreğimi elliyorsun. Balzamin şiiri şöyle giriyor: Sen
el kadar bir kadınsındır vesaire
vesaire. El organı üzerinden kurulan bir şiir, kadın eli. Gül şiirine gidiyoruz: Kösnüllüğün zirve
yaptığı ve bütün eleştirmenlerin gülmek fiili üzerinden değerlediği dizeye: Gülün tam ortasında ağlıyorum. Elbette
bu dizedeki gül çiçek olmamakla birlikte gülmek fiili de değildir. Bur’daki
Gül, vajinadır. Şair gülün tam ortasında ağlamak tabiriyle vajinaya boşalma
olayını anlatmıştır. Süreya, kösnül gibi durmayan şiirlerinde bile mecazlarını
cinsellik üzerinden ustaca kurar. Ama şiir okuruna değil tabii ki, kadına,
taliplisi olduğu kadına. Tabii, okur kim ki… Cemal Süreya’nın bu şiirle
günümüze kadar gelebilmesi adeta bir mucize. Bugün yapı Kredi Yayınları’ndan
baktım kitabın 55. baskısı yapılmış. İyi gelmiş vallahi. Necip Fazıl bile o
kadar ideolojik koltuk değneğine rağmen günümüze kadar gelemedi. En son 2009’lara
gelmişti, sonra ne oldu bilmiyorum. Cemal Süreya çıkardığı dergilerle, yazdığı
yazılarla şiirini kabul ettirmiş birine benziyor. Tabii bu arada övdüğü
kişilerin çoğu çürük kişilerdi ve maalesef günümüzde bu küçücük cümleleri
kaynak göstererek kendilerini Cemal Süreya’nın halefi gösterebiliyorlar. Hatta
haleften de öte kendilerini şiir otoritesi olarak görüyorlar cahil herifler. Ya
sen Cemal Süreya’nın halefi olsan ne olacak! Vasat herif. Sen git parayla şiir
kitabı bas, sen git şiir ödülü düzenleyip yatacağın kadınlara ödül ver. Puşt! Böyleyken
böyle. Cemal Süreya’nın yazdığı her bedensel aşk şiirinin birinci tekilden
ikinci tekile hitap şeklinde olduğunu, hitap şiirinin güzel bir tür olmadığını,
çok fazla yapılmasının insanı tiksindirdiğini, okuru röntgenci pozisyonuna
soktuğunu Cemal Süreya’nın bu pislikten sadece 3 şiirde kurtulduğunu, o 3
şiirin de iyi şiirler olduğunu, hatırlatıp daha sonra karşılaşmak ve yorumu
tamama erdirmek dileğiyle.
6 Şubat 2015 Cuma
ayna evremiz
kurgusu kim tarafından çılgınca elma
bilmektir
yürür gelir yürür gidişi orada bir
çakmak istenir
ah dilenir ahsızdır verdikleri yirmi
beş kuruş eksiktir
neler istenmiştir nelere gebe kalmak
karşılığında
çiçek beton mezarda renk vermez demiş
olabilir demiştir
hayvan beton mezardan beslenemez
çırılçıplak yazıp araştırmıştım
hiçbir kanunda sonuç bulunamamıştır
kadere inanmak ve delinin içindeki
gömlek bir gün
ah ne kadar beyaz, dikişsiz ve
kirletilmemiş
üsküdar’dan bir vapura binip çanakkale
lütfen
ece ayhan’a gidiyoruz, gidilecektir,
gidilmiştir
neresinden üzülür neresinden bir sürü
gülmek
hani insan bazen düşünür acabaa mı bu
gülmek
acaba dememek için karların yol
kapattığı bir gün
kısaca kendinden bahseder gibi gülmek
öpülmüştür bıçaklanarak ölen biri
tarafından
belki kadındır belki erkek artık fark
etmez
her iki şekilde de sigara çevirmiştir
en az bir kez utanmıştır yaptığı
tırnakçılıktan
2 Şubat 2015 Pazartesi
Politik Pozcu Şiire Misal Anlamında Güven Adıgüzel
Vasatı kaşıyarak
vasata tesir edebilirsin. Vasata tesir etmenin ekspermental bir yönü de var. Dedikodu
yazısı yazıyorsun, twitterda eleştiri diye paylaşıyorlar. Yazının içinde,
yazının eleştiri olmadığı belirtildiği halde, yorum olduğunun altı çizildiği
halde yapıyorlar, duramıyorlar, durduramıyorsun. Bir süre vasatı kaşımaya vasat
yazılarımla devam edeceğim. Neyse. Eskilerin
politik gerçekçilik/ toplumcu gerçekçilik adı verdiği bir sanat akımı var.
Doğru kullanılmadığı halde insanı rezil edebilecek, bıçak sırtı bir mecra, nice
koç yiğitler gerçekçiliğe giderken elindeki romantizmden de oldu. Dal daşşak
geri döndüler.
Türkiye gibi
bütünlemeye kalmış ülkelerde ağır abi gibi görünmek sanatçıyı cezbeder. Bu abi,
tarihten, felsefeden, coğrafyadan, hatta fizikten, iktisattan, seksten anlamak
zorundadır; anlamıyorsa anlamış gibi yapmakla mükelleftir. Cinsel partnerini
böyle bulur, yayın dünyasında ihtiyaç duyduğu hürmeti böyle temin eder. Tarihte
olduğu iddia edilen kitlesel tüm hareketlerden bir şekilde nemalanır. Kavimler
mi göçtü hoop ordan 10 kuruş telif, Kadeş Antlaşması mı imzalandı, hoop ordan
bir metrekare toprak mülkiyet, Ekim Devrimi mi oldu hoop hesaba 10 ruble kan
parası falan filan. Kızılderili mi öldürüldü hoop gözyaşı, Filistinliler mi
katledildi hoop lanetli dilekler. Derken şiir ortamı, siyasetçi olamayacak
kadar yeteneksiz ya da talihsiz olanların doluştuğu politik pozcu pazarına
dönüyor. Birbirine benzeyen duyarlı bir sürü şair. Al birini, öp ötekinin
kalbini. Estetik ile etiği, sanat ile siyaseti, politka ile poetikayı birbirine
karıştırıp sıvıyor. Lirik, romantik şiire attığı politik imgelerle heterojen
bir karışım sunuyor, heterojen ve sırıtkan. Naratif olmak istiyor, fakat
beceremediği için yeni epik bir tarzda kalıyor. Vasat bunu anlamıyor, basıyor
rtyi, vuruyor alkışı, eleştirmen de olmadığı için ortamda, diğer şairler kafa
sallıyor ve şairimiz kendi kendini aldatarak devam ediyor şiire.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Bir Mezarlık Komedisi: Gassal
Hayatta kalırsak su faturasını kim ödeyecek diyen milyonlarca insana sordukları soru gerçekten hokkabazların şanına yakışacak görkemdeydi: Ö...

-
Hayatta kalırsak su faturasını kim ödeyecek diyen milyonlarca insana sordukları soru gerçekten hokkabazların şanına yakışacak görkemdeydi: Ö...
-
(Yazı şahsi kin gütme yazılarından biridir, edebiyatla alakası yoktur. Şahıs, açlık grevleri için imza toplarken benden imza istememiştir...
-
Bayramın birinci günü adettir dedim bir mezarlık turu atayım. Eyüp’te Necip Fazıl, Ahmet Haşim; Edirnekapı’da Oğuz Atay, Beylerbeyi Küplüce...