Bu Blogda Ara

26 Aralık 2011 Pazartesi

esin abla dünyaya göçtü

veda etti yarın bu dünyadan dün gidecektik
kimsenin tutmadığı bir takım yıldızıydık birlikte
hiç bir zamanın yakışmadığı gülümsememizmi anlatacaktık
olsa da olur olmasa da olmaz bir hayatım kenarından
yarattğım yoldan dik dik kat be kat yaktın soğurken esin abla
bizi tanrım buz gibi sularda yakacak ve rahatlayacak nefsimiz
yediğimiz ve yemediğimiz tatlıları affedecek korkma sakın
belki yenen üç kaşık dondurma seni ve  gülmen yakacak
hareketsiz seviyor olabiliriz sade şekerli türk kahvesini şimdi
şimdi duruyor da olabilirim senin resminde kendime kıyam
donmuş ve ağlıyor taklitleri yapıyorum görürsün diye
bir kere ölsün uzulmeyi istedim senin için önemlisin
bir damacana yaş akmıyor ellerimden sen bu kadar kurudum ve
bu kadar haşroldum senin banal aleminde ve lacivertlerle
tanıdım ve tanımadım ve sevmediğim ve istediğim ve berberliğe
daldım daldım demek ben de sonunda ensana hayroldum gibi
tövbelerden nefreti sevdik ve her şey silindi esin abla günahsızız
şimdi  bir damla öpücük akıyor gözlerimden sana doğru
akamıyor mu yoksa ayrı yerlerde öldük daha göremeyeceğim
anlayan, seven, gülen ve din'liyor rolünde en iyi kadın oyuncuyduk
yaratıcı oyuncu ve de haksızsın haksızız kimseye bulaşmadık
ne mutlu sana hiç bir şeyim yok üzerimde esin abla
gözlerimden seslerin akmaya başladı kendime geldin mi
geçerken uğrayan komşuların hepsi yalan dedikodular
beni hiç anlamadın esin abla ve dediklerimin hepsi aslında yalan
bana üzülürken ve ağlarken ne kadar da kendime benziyordum
şimdi içerideyim ve haşrolanların hayatını dedikodu yapıyorum
sözleştiğimiz gibi elimde çekirdek ve soda da var hem
senin hayatına gelince bakmıyorum ayıp sahneler var
ve sen her şeyi mi gördün
yaşadığım her rezilliği ve rüsvalığı ve haksızlığı
üzülmedin esin abla biliyorum yaptığın sempatiydi
çünkü bana venezuellada yaşayan karıncalar ağlamadı
ne çok sevdik esin abla ne çok şekerlendik turşular gibi
rahatsızsın biliyorum çünkü bunun öznesi olduğundan
sana bir mevlid yazmak istedim abdestsiz okunmayan
el üstünde taşınan ve gözyaşlarıyla okunan bir şey istedim
her olanın ardından okunacak nicelikte ölelim beraber
sana bir kuran yazacaktım yüzlerce ayet taşıdık  dünyadan
bıraktığım bu piç yüzünden affet ve rüyanda beni gör
iyi geceler

Şeyma Aydın, Yeniyazı Dergisi, 11


17 Aralık 2011 Cumartesi

Hukuk Muhabirleri Paradigmasında Seks Hukuku ve Boşanma Haberleri

Weaving spiders come not here DEMO by DigitalNative614

Bu sabah gene komikcinsel bir hukuk olayı ile neşelendik sevgili dostlar. Gerdek sendromu denen şey yüzünden bir yuva daha yıkıldı. Çanakkale’de olan bu olay… Acı tabii. Ama benim dağıtan tarafı gazetelerin birbirinden farklı haber yapması. Biz hukukçuların bile içinden çıkamadığı olayları öyle güzel düzeltip anlatmışlar ki… Cehaletin, kurnazlığın bu kadarına da pes. Örneklerle açıklayayım. Önce Sabah Gazetesi’nin Ersan Atar’ın imla ve yazım yanlışlarıyla dolu haberine bakıyoruz.


Kadın evi terk etmiş. Adam da “TERK” sebebi ile dava açmış. Çanakkale Yerel mahkemesi davayı reddetmiş. Yargıtay hukuk dairesi ise hayır efendim bunları boşamalıydınız demiş. Mahkeme ise bu karara direnmiş. Direnince olay bu kez Yargıtay Hukuk Genel kuruluna gitmiş. Genel kurul da boşayın gitsinler demiş: Sevişmesiz evlilik mi olur?

Şimdi Hürriyet Gazetesi’ne bakıyoruz.

Kadın evi terk etmiş. Adam da “TERK” sebebi ile dava açmış. Mahkeme ise şunu demiş: Mahkeme kocayı kusurlu buldu ve dava bitene kadar eşine tedbir nafakası ödemesine karar verdi: “Evlenmenin sosyal amacı yanında daha önemli olarak nesli devam ettirme ve cinsel arzuları tatmin etme gayesi de vardır. Kocanın fiziksel sorunu olmadığı belgelenmiştir. Cinselliği beklemek için kadını zorlamak açık bir haksızlıktır. Bu koşullar altında evliliğini devam ettirmesi beklenemez.”

Yerel Mahkeme adam sağlam diyor. Adam sağlam olduğu halde kadınla yatamamış. Bu koşullar altında evlilik olmaz. Yani Yargıtay ile aynı şeyi söylüyor. Sevişmesiz evlilik olmaz diyor. E peki bunlar aynı şeyi söylüyorsa neden birbirlerine giriyorlar. Yerel mahkeme ile Yargıtay arasında da mı sancılı bir ilişki var yoksa. Yoksa bizim habercilerimiz mi cahil. Hukuk terimlerini çok mu basite alıyorlar. Neyse efendim devam edelim Hürriyet’ten Oya Armutçu’nun haberine: Yargıtay Dairesi ise mahkemenin bu görüşüne ters karşılık veriyor. Adamın malafat sağlam, dolayısı ile bunlar ilerde birleşebilir. Mahkeme ise direniyor. Bunun sonucunda Yargıtay Genel kurulu terk nedeniyle boşanma sebebinin oluşmadığını söyleyerek mahkeme kararını bozuyor. Yani sonuç: Sevişmesiz Evlilik olur.

Bu olaydan bir şey anlayan var mı arkadaşlar. Benim anladığım kadarıyla şiddetli geçimsizlik (MK 166) sebebiyle açılması gereken bir dava Terk (MK 164) sebebiyle açılmış. Sonra yerel mahkeme tazminat için bi kusur karşılaştırmasına gitmiş. Kusuru belirleyip tazminata hükmedecek ya. Sonrasını ben bulamadım. Ne olmuş burada. Neden bu kadar karışmış ortalık. İki insan evlendikten sonra cinsel ilişkiye giremiyorlarsa bunları ayırırsın biter. Zaten bi boşanma sebebidir bu. MK 166/1 açık: Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenemeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir. Olayda temelinden sarsılmış bir evlilik var. O değil de bu olaydan ben bir şey anlamadım.

Sabah Gazetesi:

Yerel Mahkeme Kararı: Sevişmesiz evlilik olur. Boşanmasın.
Yargıtay Hukuk dairesi: Sevişmesiz evlilik olmaz. Boşansın.
Yargıtay Genel Kurulu: Sevişmesiz evlilik olmaz. Boşansın.

Hürriyet Gazetesi:

Yerel Mahkeme Kararı: Sevişmesiz evlilik olmaz. Boşansın.
Yargıtay Hukuk dairesi: Sevişmesiz evlilik olur. Boşanmasın.
Yargıtay Genel Kurulu: Sevişmesiz evlilik olmaz. Boşanmasın

Bizler olayın içinde seks olunca cumburlop atlarız. Memlekette evliliklerin hemen hemen %30’unda gözlemlenen bir şeydir bu performans anksiyetesi. Birçoğu tedavi ile çözülür. Birçoğunun başka başka yöntemleri vardır. Düşük kalitedeki sitelerde aranan bir tamlamadır mesela “ten uyuşmazlığı”. Neyse bunlar derin mevzular. Ne diycem. Bu muhabir arkadaşlar hukuk haberleri yaparken neden bu kadar cesurlar? Neye güveniyorlar? Muhabirci özgüveni diye bi şey mi var ki yukarda yazdığım rezillikler yapılıyor. Basit bir haberi aktaramadıkları gibi seks’i milletin gözüne sokayım diye asıl meseleyi de aktaramamışlar. Biz hayal kuvvetimizi kullanıp olayın aslına gitmeye çalışıyoruz. Ya da gidip Çanakkale’de bu fantastik olayın peşine düşeceğiz. Muhabirlerin yeni görevi mi bu? Vatandaşı haberin peşinden bi yerlere götürmek mi?



15 Aralık 2011 Perşembe

Sinirimden 3 Kilo Verdim


Çağlayan Adliyesi hakikaten çok büyük ve yorucu. Gereksiz bir yapı. Buradayım. Bugünüm. Elimde 40-50 sayfalık bir balya var fotokopi sırasında. Arkamdan nüfus cüzzamını uzatıyor. “İzin verir misiniz benim bir tane, sizin bin tane. Önce ben çeksem” diyor.

Senin gibi 40 kişi gelse ne yaparım peki ben. Neden bana sözcüklerinle saldırıyorsun dişi avukat. Bu baro odasını sana yamalarım bak. Neden benimle konuştun. Neden bana dışarıdan müdahale edildi. Neden acı çektiriyorsun. Senin gibi 40 kişi gelip izin isteyebilir. Senin gibi 40 kişi gelip beni cima edebilir. Bunu hak edecek ne yaptım. Namusumla sıramı bekliyorum, fotokopimi çekeceğim. İşimdeyim gücümdeyim. Neden bana sözcüklerinle saldırıyorsun?

“Ben sizi rahatsız etmeyeyim buradan çıkmak istiyorum dedim. Sizin gibi 3-4 kişi gelse her halde bana sıra gelmez” dedim. Ve sıra bana gelmişken adliyedeki başka bir fotokopi fabrikasına gitmek üzere yola çıktım. “E çıkın efendim” diyerek/ses çıkararak kendisini haklı çıkarmaya çalıştı. O an zayıfladım işte. 3 kilo verdiğimi düşünüyorum. O fotokopi sırasından sonra kadife pantolonum belimden düşmeye başladı. Sinirimden 3 kilo verdim.

Bi kereler de tuvalet sırasında acı çektirdiler bana. Arkamda bekleyen şahıs sıra bana gelmişken içerideki işini çabuk görsün diye kapıyı dövüyor. İçerideki ise işini bitirip çıktığında gözleri ile bana bakıyor. Ses çıkarmıyor. Genelde böyle oluyor. Gözleriyle bana bakıyor. Ben ise arkamdakine bakamıyorum. Olayı örtbas etmek için kendimi tuvalete atıyorum.

Gerizekalıhayvan, insan hiç tuvalette fuzuli durur mu? Neden kapıyı çalıyorsun. Acelen olabilir. Çalman neyi hızlandıracak. Adam ya işiyor ya da sıçıyor. Ya da ağlıyor. Ya da kusuyor. Başka ihtimal var mı? Yok. E bunları daha acil yapmak mümkün mü? Yok. Neden çıkan adama beni mahçup ediyorsun? Ben çalmışım gibi bana bakıyor? 

12 anthem by emancipator

6 Aralık 2011 Salı

Beni Kim Yarattı


Yancı Hakan Arslanbenzer yine “üretilmiş” bir tartışmaya yandan dâhil oldu. Böylelikle beni aylardır güldüren ulusal felaketle siz de müşerref oldunuz. Daha evvel yani geçen ay da dergisinin giriş yazısında saçma sapan tespitlerde bulunarak şahsıma saldırıda bulunmuş. Yazıyı ben okumadım. (Biriniz tarayıp gönderin de okuyyaım ne demiş hazret?) Ben Haydar Ergülen’e açık mektup yazıyorum. Taner Cindoruk kişisinin ergenlik bunalımlarını aktararak Haydar Ergülen’in de içinde bulunduğu jürinin ne yapmaya çalıştığını sorguluyorum. Hakan Arslanbenzer, blogunda bana gereksiz uyarılarda bulunuyor.

Hakan Arslanbenzer beni neden adam yerine koyuyor?
Hakan Arslanbenzer beni tenbelheyven filan sandığı için adam yerine koymuyor. Bu benle iletişime geçmesi için kendisinin uydurduğu kendisinin inandığı ve insanları da yanılttığı bir bahaneydi tenbelheyven. Hakan Arslanbenzer beni Hece Dergisi’nden yazmaya başladıktan sonra adam yerine koymaya başladı. Tenbelheyven’i de tam o sıra üzerime atarak gerçek niyetini gizledi. Bu olaylar 2010’un Ağustos ayında oluyor. Hece Dergisi’nin yeni çıkan kitabıma sahip çıkması benim de orada 6 ayda bir de olsa yazmaya başlamam çok rahatsızlık verdi bu arkadaşlara. Aynı anda Kitap-lık Dergisi’nde de yazıyordum mesela. Ama dikkat ederseniz Kitap-lık demiyorum. Hece Dergisi diyorum. Neden Hece? Çünkü Hece, eski düşmanların (daha doğrusu dost iken düşman olunmuşların) yuvasıdır Arslanbenzer’e göre. Ve buranın ürettiği yeni insanlar da düşmandır. Ben bu teoriye göre Hece  Dergisi’nin ürettiği bir tip oluyorum, potansiyel hedef yani?

Peki, beni Hece Dergisi mi yarattı?
Mustafa Kutlu’nun yarattığı Hakan Arslanbenzer (Kutlu’nun yarattığı tipler-daha doğrusu Kutlu’nun kurmacaları- Enis Batur’un kurduklarına oranla daha yeteneksizdir) haklı olarak ötekilerin de yaratılmış insanlar olduğunu tasarlıyor. Çok korkutucu bir şey söyleyeyim. Ben yaratılmadım gardaş. Ben oluş halindeydim zaten. 2005’ten beri şiir yazıyorum. Ürünlerimi dergilere gönderiyorum. Kimseyle şahsi bir ilişkim olmadı. Kimseye yalvarmadım, projeye girmedim. Bana denk arkadaşlarla kendi dergimi kurdum. Bana denk arkadaşlarla yayınevimi kurdum. Kitabımı kendim bastım. Bu kitaba katkı sağlayan, hakkında yazan, söyleşi yapan bi sürü insan oldu. Destek verdiler sağ olsunlar. Kitap-lık, Hece, Ğ, Yeniyazı, Ücra, Karagöz gibi dergiler şiirlerimi yayımlayarak beni ayakta tuttular. İnkâr edemem. Ama maalesef tek bi kişi ya da kurum tarafından yaratılmadım. Ha, daha evvel Yediiklim’den Zafer Acar arayıp beni yarattığını iddia etmişti. Ben de hayır mösyö beni Allah yarattı demiştim. Mösyö benim Yediiklim’de yayımlanan şiirlerimi kendisi seçmişmiş. Bu yüzden minnettar olmalıymışım ve kitabımdaki özgeçmişe Yediiklim’i neden yazmamışmışım. Çok gülmüştüm. Çünkü Ali Haydar Haksal’dan başka birinin adını duymamıştım ben Yediiklim Dergisi’nde.
Hakan Arslanbenzer’in beni adam yerine koymasının bi sebebi de bu işte. Yaratılmamış olmam. Cihat da şunun şeyinden çıktı diyemiyor. Çünkü yıllarca birilerini birilerinden çıkmış diye eleştirdiler. Hatta bu eleştiri metoduna bi isim de takalım. Sebzesel Eleştiri olsun.  Bitkisel sanata bol bol hıyar verdiler. 

Benim de Hakan Arslanbenzer’e tavisyelerim var.
Kaba kuvvetten hoşlanmadığını ben de biliyorum. Tarık Zafer Tunaya Kültür merkezinde o gece neden ortalığı birbirine katmadığımı efendi gibi çekip gittiğimi çok yakının olana soruver. Anlatacaktır. Bu saatten sonra da bir daha böyle bir şeye girişmem. Dava meselesine gelice… Dava da açmadım zaten. O dilekçe örnekti.
Hakan Arslanbenzer, sen neden kendi kuşağınla kaybettiğin savaşın gözyaşlarını bize sıçratıyorsun koçum. Bizim kuşağa ulaşmak için beni mi kullanıyorsun yoksa? Sıkı bir numaradır bu? Bi alt kuşağa ulaşmak için iyi bi hortum bulunur. O hortumdan reklam pompalanır. Kum saatinin en ince yerinde durduğumu mu sanıyorsun? Benden mi geçiliyor yeni kuşağa? Bana eyvallah çekmeden gidemiyor musun? Derginle ilgilen diyorum. Oradan da ulaşırsın tazelere. Beni gözünde bu kadar büyütme. Ben de nihayetinde sırf arkadaşları için yazan yaşayan biriyim. Kitlende gözüm yok. Yuvan var çocukların var. Bizim gibilerle uğraşma. Görmezden gel. Sağlı gel. Gel gel gel hoop.


3 Aralık 2011 Cumartesi

Gülmeden önce Gülünüz

kaddish for chesnutt by Constellation Records




BÜYÜYÜNCE YAKIŞIKLI OLACAK ÇEVRE MÜHENDİSLİĞİ VE SİYASALDA OKUYAN TÜM GENÇ ERKEK ŞAİRLERE GELSİN. 


Nihayet insanlık öldü.
Haber aldığımıza göre, uzun zamandır amansız bir hastalıkla pençeleşen insanlık, dün hayata gözlerini yummuştur. Bazı arkadaşlarımız önce bu habere inanmak istememişler ve uzun süre, ’yahu insanlık öldü mü?’ diye mırıldanmaktan kendilerini alamamışlardır. Bu nedenle gazetelerinde,’insanlık öldü mü?’ ya da ‘insanlık ölür mü?’ biçiminde büyük başlıklar yayımlamakta yetinmişlerdir. Fakat acı haber kısa zamanda yayılmış ve gazetelere telefonlar, telgraflar yağmıştır; herkes, insanlığın son durumunu öğrenmek istemiştir.

Bazıları bu haberi bir kelime oyunu sanmışlarsa da, yapılan araştırmalar bu acı gerçeğin doğru olduğunu göstermiştir. Evet, insanlık artık aramızda yok. İnsanlıktan uzun süredir ümidini kesenler ya da hayatlarında insanlığın hiç farkında olmayanlar bu haberi yadırgamamışlardır. Fakat, insanlık aleminin bu büyük kaybı, birçok yürekte derin yaralar açmış ve onları ürkütücü bir karanlığa sürüklemiştir; o kadar ki, bazıları artık insanlık olmadığına göre bir alemden de söz edilemeyeceğini ileri sürmeğe başlamışlardır.

Bize göre, böyle geniş yorumlarda bulunmak için vakit henüz erkendir. İnsanlık artık aramızda dolaşmasa bile, hatırası gönüllerde her zaman yaşayacak ve çocuklarımız bizden,bir zamanlar insanlığın olduğunu, bizim gibi nefes alıp ıztırap çektiğini öğreneceklerdir. İnsanlığın güzel ve çekingen yüzünü ben de görür gibi oluyorum. Zavallı insanlık kendini belli etmeden sokaklarda dolaşır ve insanlık için bir şeyler yapmaya çalışanları sevgiyle izlerdi. Bugün için insanlık ölmüşse de, onun ilkeleri akıllara durgunluk verecek bir canlılıkla aramızda yaşamaya devam edecektir.

İnsanlıktan paylarını alamayanlar için zaten bir ölüydü; onun bu kadar uzun yaşamasına şaşılıyordu. Yıllarca önce küçük bir kasabada dünyaya gelen insanlık, dünya savaşlarından birinde, çok rutubetli bir siperde göğsünü üşütmüş ve aylarca hasta yatmıştı. Bu olaydan sonra, hastalığın izlerini bütün ömrünce ciğerlerinde taşıyan insanlık, önce ki gece sabah karşı nefes alamaz olmuş ve gösterilen bütün çabalara rağmen gün ağarırken doktorlar, insanlıktan ümitlerini kesmek zorunda kalmışlardır.
Doğru dürüst bir tahsil göremeyen ve kendi kendini yetiştiren insanlık hiç evlenmemişti. Küçük yaşta öksüz kalan insanlığa,doğru dürüst bir mirasta kalmamıştı; bu yüzden sıkıntılarla geçen hayatı boyunca insanlık, başkalarının yardımıyla geçinmeğe çalışmıştı. İnsanlığın ölümüyle ülkemiz, boşluğu doldurulması mümkün olmayan bir değerini kaybetmiştir. Gazetemiz, insanlığın yakınlarına baş sağlığı ve sonsuz sabırlar diler.
Not: merhumun cenazesi, önce uzun yıllar yaşamış olduğu hürriyet caddesinden geçirilecek ve ölümüne kadar içinde barındığı ümit apartmanı bodrum katında yapılacak kısa ve sade törenden sonra toprağa verilecektir…

[Nihayet insanlık da öldü...]

/Oğuz Atay – Tehlikeli Oyunlar/

Kuru Otlar Üstüne Üzerine

Yazarın notu: Okuyacağınız yazıda sürpriz bozacak bir yorum bulunmamaktadır. İnsanlar roman okumayı bıraktılar. Film ve dizi izlemeye deva...