Bu Blogda Ara

29 Kasım 2012 Perşembe

Godot'nun Düğünü


Oynanabilir. Fakat ortasında buluyorum kendimi. Acının tam ortasında. Düğün otobüsünün heterojen yapısı ve bozuk klima. Klimanın bozuk kısmı ile ikinci köprünün arızası kuzen çıkıyor. Baya bi dertleşiyorlar. Atlı bi film kadar, o kadar kısa ki tam 8,5 saat düşündürüyor. Topuklu ayakkabı ile çekilen halayın aslında Niçeci olduğu ortaya çıktı. Güngören’in karanlık sokaklarında seri katil peşinde koşan 7 arkadaş. Yakalasalar çocuğunun çok hasta olduğunu tebliğ edeceklerdi. Otobüs bitmez, sonsuza kadar azalır. Özellikle bedeninin değişik aksamları muazzam bir uyumla hareket etmeyen kişiler için bu azalma yavaş ve ağrılı bir yaşama sebep olur. İçimi bi tiyatroya kiralamıştım. Böyle gecelerde işe yarıyor. Gelin ve damat ve misafirler. Konuşmalar, müzikler, kostümler, koşan çocuklar, ayrılık parçaları eşliğinde dans eden evliler, Edip Cansever, disk jokey (özellikle disk jokeylerin part time olması) ve Çin Halk Cumhuriyeti. İçim kiralık diye en rahat benim. Fazla acısı olan da bana atıyor.

Marş dinamosunun motoru harekete geçirmesiyle benzin yanmaya başlar. Pistonlar karşılıklı gidip gelirler. Bu arada şarz dinamosu motor sayesinde aldığı elektrik enerjisini aküye pompalar. Akü daha sonra yanacak olan farların enerji kaynağıdır. Motor hareketi şaft yardımıyla dingile, oradan iki arka tekerleğe birden aktarılır. Şanzımanda hareketi çeşitli döngülere bölen vites, motordan gelen hareketi tekerleklere çeşitli hızlarda paylaştırır. Bunların hiçbiri eşit değildir. Hareketten ortaya çıkan yer değiştirme pastası otobüsteki tüm kişilere eşit dağıtılır ama. Dünya yüzeyinde, aynı otobüs içinde bulunanlar eşit şekilde yer değiştirirler. Muazzam bir yönetimin tüm özelliklerini taşır otobüs. Şoför, kendisi bir Ece Ayhan deliliği olarak yaşamıştı. Şu an sadece ölü. Ve şoför. Beyninin emir verme merkezi ile el ve ayakları arasında var olan binlerce sinir sürekli çalışıyor. Bu kablolar canlı kalabilsin diye dakikada 100 kez kıpırdayan kalp ve ciğeri var. Bu hareketin ortaya çıkardığı bir ısı var. Biyolojiyi zorluyoruz. Allah’ı zorluyoruz. Fakat bu sigara kokusu?

Ey ortamın buğulu sesine sahip kaslı. Emrediyor: Dans edin! Yoksa sizi müzikle gebertirim. Annenizi ağlatırım. İnceltilmiş şanzıman gürültüsüne benzeyen bir ritim çalıyor. Herkes dans ediyor. Bunun en çok bi teyzeyi yeşilletmesi ilgi çekiyor. Teyze etrafında toplanan kalabalık onun fotoğraflarını çekiyor. Çeşitli açıklamalar yapılıyor. Yerel gazete muhabiri oracıkta intihar ediyor. Midesinde ölü pasta parçaları buluyorlar. Pasta maketmiş. Her düğün aynı pasta kesiliyormuş. “Fakat bunun gerçek bi evliliğe ne gibi bi tesiri olabilir ki” dedi Filiz. Gözler Filiz’e çevrildi. Bi bardak su içmesine müsaade edildi. Çetin boşalan bardağın bisürü fotoğrafını çekti. Delillerin kararmasına izin verilmiyordu. Şuh bi kahkaha attı Zeynep. Hah ha ha. Şekerim dedi. Elbette pasta sahte olacak. Metin bu lafı idealar dünyasına bir gönderme olarak algıladığı için çok rahattı. Aristo ve Büyük İskender’in büyük aşklarını düşünüyordu. Bu düşünceye, dönüş yolunu en çok dert edinen Elif’in tek koltukta en uygun vaziyette yatma teknikleri eşlik etti. Vücudun kıvrılabilen yerlerinin ne kadar kıvrılabileceği, yatarken ağız suyu akıtmama teknikleri, kendi horlamanızı nasıl dinlersiniz kursları… Osman tüm bunlara utandı. Mütemadiyen utanıyordu. Utanma üzerine yaşıyordu. Beyninin diğer kısımları çalışmıyordu. Utanmakla ilgili bi sürü cinsel fıkra anlatabiliyordu. Çetin’in bu utancın fotoğrafını da çektiğini söyleyenler vardı. Ben görmemiştim.

Konuşma, asıl konuya girmemek için icat edilmiştir. Fakat bu asıl konu dediğiz şey de çok kaypaktır. Tam asıl konuyu buldum deyip içimizde tutarken, asıl konuya gelmemek için başka konuları konuşurken, asıl konu kaybolur. Asıl konuyu kaybettiğimizi anladığımız anda susma başlar. Çünkü başka bir düğüne doğru yola çıkan otobüsün ışıkları kapatılmıştır. 

*Başlık ve el yazması F.K.'ye aittir. 
**Zemin, Alenka Zupancic'in Komedi:Sonsuzun Fiziği adlı kitabının arka kapağı.


Cihat Duman

28 Kasım 2012 Çarşamba

Gökhan Yılmaz Pısalcılığı


Memlekette tedaviyi reddeden bir yazarçizer güruhu var. Acınası haldeler. Meseleleri birbirine karıştırıp kendilerini kepaze ediyorlar. Belli bir yaşın üstünde olan bu güruhun yazdıklarına itibar etmemeliyiz. Şimdi bu yığından bir örnek sergileyelim. İnternette dolaşırken rast geldiğim birkaç eleştiri artığını buraya alıyorum:


Metnin yazarı isim vermeden Gökhan Yılmaz’ı eleştirmiş. Onun karşısına da Birgül Oğuz, İlhan Durusel, Ahmet Büke, Bora Abdo, Şule Gürbüz’ü koymuş. Gökhan Yılmaz’ı yalnızlaştırmış. Üstelik Gökhan Yılmaz’ın ismini bile vermemiş. Ürkekçe ona söz cambazı demiş ve konuyu kapatmış. Ben Fişekçi’nin yazısında Gökhan Yılmaz’ı kastettiğini nerden anladım peki? Pek de zor olmadı. İyi kötü öykü okuyoruz. Bu sene çıkan öykü kitapları arasında “laf kalabalığı”, “söz cambazlığı” yapılan tek kitap vardı: Biraz Kuşlar Azıcık Allah. YKY’den çıkan bu Gökhan Yılmaz kitabı bükük neşe içeriyordu. Gerçekten de Fişekçi’nin tabiriyle içi laf cambazlıklarıyla doluydu.

Laf Cambazlığı Kötü müdür?

Laf cambazlığını kötülemeye başlayacaksak Beckett’tan yiyeceğimiz tekme/tokata hazır olalım derim. Laf cambazlığını evrene öğreten odur çünkü. Okuru bıktıracak derecede laf kalabalığı ve söz cambazlığı içerir kitapları. Bilen bilir, örnek vermeye gerek duymuyorum. Laf cambazlığının kötülüğü meselesinde sonuca ulaşmak için metin-yazar-okur ekseninde biraz düşünmek gerekiyor. Metin, bizlere bir şey taşıyabilir mi? Bir yazardan, okura sadece metin mi ulaşır. Örneğin Tehlikeli Oyunlar’ı okurken ağladığı yerleri işaretleyen ve orayı her okuduğunda ağlayan insanın gözyaşları Oğuz Atay’ın o kısmı yazarken ağladığı yaşlardan mı gelmektedir. Gözyaşı aktarılabilir mi? Gülüş aktarılabilir mi? Anlam akar mı? Bunların kesin bir cevabı yok. Bunların kesin bir cevabının olmaması bizi postyapısalcı bir merhamete sürüklüyor. Yapısalcılar doğruluğu metnin içinde ya da arkasında görürken postyapısalcılar okuyucu ile metnin karşılıklı etkileşimini üretkenlik olarak görmektedir. Okurun performansı tabi ki önemlidir. Çünkü günümüzde, okur, artık yazarokur ya da okuryazar olarak ikiye böldüğümüz özel kitlenin bir parçasıdır. Gökhan Yılmaz’ın öykülerini bu açıdan okuyorum. “İşte babam böyle kendi kendine konuşurken birden girdim içeri. At dölüsü gibi yatıyordu yatağında.” At ölüsü ve at dölü. Geliş ve gidiş. Bu gereksiz ve ebebiyata dahil söz oyunu bizi felsefi bir gerçeğe kaçırmaktadır. Atlar kirli bir sıvıdan gelir ve ölür. DÖL, içinde ÖL’üm barındıran bir kelime. Bu tipografi çok önemli işte. Okuru salt semantikle baş başa bırakırsan okur onu becerir. Okuru aynı zamanda sentaks, tipografi, biçimle de boğuşturmak gerekiyor.Ya daha yazıcaktım da Bilal geldi. Bilgisayarımı tamir edecek.  

Ece Ayhan Ölmedi, Kadıköy'de Yaşıyor


Fotoğraf: Murat, Gönderen: Çetin, 28.11.2012

27 Kasım 2012 Salı

kalkıp tavuklu bi patates yemeği yapayım


iyiyim iyi. öleceğimden korktuğum için yataktan kalkamıyorum. uyku iyi. günlük tutuyorum. 
ha bi de sadece pink floyd'un atom heart mother albümünü dinliyorum. gereksiz aramalarda bulunmayın. 

26 Kasım 2012 Pazartesi

Ciddi Bazlı Maskeler Tarihi


Ey ciddiyet senin için gülmekle dolu
Senin için kolu kesik çocuk gözleri
Bir şiire başlamanın en komik yolu
Benim için üzülme üzülürsen kısa kes
Bundan sonra ben sana Hamlet derim
                         Ahmed de diyebilirdim
                
kin tutar mıyım hiç annemle babamın
beni çalışırken ki çocukluğuna
müsvedde kalmanın tıbbi faydaları olmalı
birileri ortaksa bu suç içindir
gel de beni tanımla çizdiğim şiirlerden
suç olmasam devrik kalırdım elbet
ne olur bana ağlamak yapma ne olur
seni kıracağıma mısra
                                   kırarım hamlet

önce sana bir manita bulmak lazımdır
mümkünse intihardan hayayla dönmüş
kesin tereddüt kesileriyle hamlet
bakire, kumral, dövmesiz
bu ağlayış üçümüze yetmezken
evet---------evet tam o anda ben
üsküdar belde itinin havladığı yetkiyle
sizi düşman ilan ediyorumdur

fakülteden atıldın mı gerisi kolay
yeterli acıları yeter ki gülümse
karnın acıkırsa ben veririm karnımdan
alt dizleler ve üst dizeler
mm harfini aralıksız söylerken
sana ben bakarım ben bakarım ben

o atların ne kokar külotlu çorapları
hele biraz pembeyse ve değilse ayak
kokusu soyulurken bir portakal
çırılçıplak ölüyor çocuklar hamlet
onlar gebersin biz gülelim hamlet
onlar gebersin biz akım çalışalım

neyse bunlar ikimizi riyakâr yapar

üzgünüz
karizmatik bir günümüz olmadı
annelerimiz çirkin ve çok ciddi
erkeksiz kalmış kadınlar gibi
ağlayarak boşalırız birbirimize
tanrı kabul ederse güzeldir gözlerimiz

oysa ben o maymunla bakışmasaydım
onun şair olduğunu bakışmasaydım
nazariye bir kez daha yalan çıkmayacaktı
suç olduğum saatleri onunla değiştirdim
bir hayatı bir şiirle anlatmanın
bir hayatı bir şiirden kusmanın
gelişine vurmuş da hakem saymamış

Yorgunum Ahmed, Allah’a söyle
                                          böyle devam edemem

                        -perde-



Cihat Duman, Avantgardé, 2 

22 Kasım 2012 Perşembe

Asmalımescit Çırpınışları



Çello çalan o kızı
Gözlerinden unut
Seninle hiç konuşmadan
Kısa bi müddet yürüyelim
Nasıl olsa bunu kürtçe’ye çevirecek biri bulunur

Bunları
Hiç ödenmeyecek bi su faturasına yazıyorum
Kalkıp gidecek, ortadan kaybolacak bir gök gibiyim
Cihat… merhaba…
Senin çaresizliğinle
Bir fil müddeti yaşanır
Gözlerinden

Senin kalbin. Sesten ibaret değildi
Bilek damarlarının hiç tecrübe edilmemiş
Kopma acısını hayal ettiğim an kustum
Birisi güneşlenmeye mi çıktı
O sesi bulmak için mi

Göz kusmuğu
Hayır, ağlıyor
Tuzsuz kalmış
Ömrün yılla hesaplanmasına
Maruz kalmış
Bin yaşında ve
Hâlâ ilkokul beşte
Baypas geçirmiş her kalbin sesi
Uzaktan ne hoş gelir

A silver mt. zion
NASA kayıtlarını şarkı ederken
Hiç ödenmeyecek su faturasına
Bunları yazdım

Geri zekalı Fransızlar

15 Kasım 2012 Perşembe

Çok Korkuyorum


Bunun gibi olmalıydı. Backspace tuşuna basılı tutunca az önce yazdığım paragraf silinip gitti. Sağdan sola. Hiç yazılmamış gibi. İçinde bulunduğum durum eskisi gibi olmamı merhametsizce engelliyor. Eskiden çok iyi yazardım. Silip silip başa dönmezdim. Şimdi, bu başlangıcı da 20 dakika sonra sileceğimi düşünüyorum. Olmayacak. İnsan, sanırım daha çok bir suçun delili. Hangi suçtur, deliller nasıl yok edilmelidir inan bilmiyorum.  Bana haddimden fazla önem verenler, ecdadımı siktiler. Olan bu. Teşekkürler. Çok sonra görüşürüz. 

Kuru Otlar Üstüne Üzerine

Yazarın notu: Okuyacağınız yazıda sürpriz bozacak bir yorum bulunmamaktadır. İnsanlar roman okumayı bıraktılar. Film ve dizi izlemeye deva...