Bu Blogda Ara

7 Aralık 2014 Pazar

Kadın, Fukara, Genç, Geleceksiz İsyanı Olarak Taksim Gezi Parkı İsyanı

Natama 3 / Cihat Duman

Bu günlüğü neden tuttuğumu bilmiyorum. Başına gelen hadiseleri unutmaya çalışan bir insan olarak bu iş çok yorucu. Ama gelecekte bunu okuyanlar için eğer bir ibret olacaksa… Aslında buna günlük denemez. Bu metni 13 Haziran 2013 günü 00:08’de yazmaya başladım. Çünkü geçmiş günlerde yazacak zamanım ve motivasyonum yoktu. Olaylar evimin çok yanında cereyan ediyordu ve buna elbette diğer insanlardan daha fazla tepki veriyordum. Vicdanım beni evde tutamıyordu. %50’mi bile evde tutsam belki daha az acı çekecektim. Fakat beraber çay içtiğim, her zaman caddede gördüğüm geleceksiz, plansız, partisiz insanların iktidar tarafından telef edilmeye çalışılmasını sindiremedim. Umumiyetle meydanda olmaya çalıştım. Bir nefes de ben gaz solursam, diğer insanların daha az boğulacağını düşündüm. Twitter’dan anlık düşüncelerimi sürekli belirttim. Olayın sosyolojik boyutundan çok psikolojik boyutu beni ilgilendiriyordu. Olay bir karı koca ilişkisi ya da Freudcu komplekslerle anlatılabilirdi. Roboskî’yi kürtajla, Reyhanlı’yı alkolle kapamak, bu ikisi arasında da sürekli insan bedenine ait dokunulmaz şeylere dokunmaya çalışmak, halkta bir enerji birikmesine yol açmıştı. Eve neden geç geldin, o kadın kim, o adam sana niye SMS attı, çocuğu okuldan kim alacak, babama neden saygısızlık ettin, annem hasta ve bizde kalması gerekiyor türünden bir savaşım bir karı koca muharebesinin temsiliydi. Biriken eş diğer eşi ya öldürür ya da boşar. Başka açıdan bakacak olursak özgürlüğü ana, Tayyip’i baba yerine koyup hadım edilmekten korkan neslin babayı öldürmeye çalışmasıydı. Benlik işgal altındaydı ve polisin maksadı aşan müdahalelerine gençler mizahla ve pasif direnişle mukabele ediyordu. Kimse silah çekmedi. Fakat refleksler görevdeydi. Gazı soluyan ve solunum sistemi çöken genç küfrediyordu. O yetmezse dükkânların kepenklerine vuruyordu. O da yetmezse taş atıyordu. Fakat taşlar yetişmiyor ve hiçbir polis bu taşlardan yaralanmıyordu. Belki yararlanıyordu diyebiliriz. 

27 Mayıs Pazartesi

Taksim Gezi Parkı’nın kuzey kısmının bitişinde dozerlerin ağaçları söktüğü haberi Twitter’dan yayıldı. Haberi duyan 50 kişi gece vakti mekâna gitti ve dozerlerin önünde durdu. Durum emniyet güçlerine haber verilince sabaha karşı direnen 50 kişiye biber gazı ile müdahale edildi. Haksız ve orantısız güç kullanıldığını öğrenen milletvekili Sırrı Süreyya Önder, sabah dozerin önüne çıkarak gaz atılmasını engelledi ve olay haber sitelerine taşındı. 

28 Mayıs Salı

Natama Dergisi’nin Ömer Hayyam’da toplantısı var. Çıkışta parka gidiyoruz. Parkta şenlik var. Yaklaşık 3.000 kişi parkta toplanmış. Bir yandan davullar çalınıyor bir yandan kurulan platformdan insanlar düşüncelerini dile getiriyorlar. Gece yarısı eve dönerken yolda duvar şairi Atilla Çapraz ile karşılaşıyoruz. Olayları anlatıyorum mercimek içerken. Ağaçları söküyor iktidar Atilla Abi! “Kâğıt paraları bittiği içindir,” diyerek kendine hayran bıraktırmasını biliyor. 

29 Mayıs Çarşamba

Gezi Parkı’na şair Y (ekmek parası uğrunda AKP ile yoğun ilişkisi olan bir şirkette çalışmak zorunda, anne ve babası mütedeyyin) ile gittik. 1.000 kişilik bir kalabalık var idi. Sağlık sorunlarımdan dolayı parktan ayrıldık. Sabah aldığım haberlere göre o gecenin sabahında polis tekrar orantısız güç kullanmış. Gaz sıkmış ve çadırları yıkmış. 30 adet çadır vardı. 

30 Mayıs Perşembe

Polislere karşı kitap okuyan direnişçilerin fotoğraflarının yayılması üzerine Fornier’in Son Siyah Saçım adlı kitabını alıp parka gittim. Gideceğimi Twitter’dan yazdığım için oraya 10 tane arkadaş geldi. Saatlerce oturduk ve kitap okuduk. Ben kitabı bitirdim. Asyak (9) geldi anne ve babasıyla. Fotoğrafımızı çektiler. A, G, S, R geldi. S (AK Parti’ye bağlı belediyede çalışıyor ekmek parası için, Kürtçü…) kitabımı getirmiş. İmzaladım. Tiyatro sanatçıları geldi ve kalabalığı coşturan laflar ettiler. Sabah baskın olacağı endişesiyle evime gittim. Sabah G mesaj atmış. “Gaz bombalarıyla geldiler.” 


31 Mayıs Cuma

Çok sinirlendim. Kadıköy’de sabah işim vardı. Gittim ve geldim. Taksim Meydanı’nda saat 13:00’da basın açıklaması olacak diye haberler aldık Twitter’dan. Yarım saat kala meydanda idim. 300 kişi kadar toplandık ve güneşin altında oturmaya başladık. Dün kendini kepçeye siper eden Sırrı Süreyya Önder geldi. 12:45 gibi Cuma ezanı okundu. Bu arada çevik kuvvet etrafımızı sarmıştı. 13:00’da basın açıklaması yapacaktı Sırrı. Yerde bağdaş kurmuştum. Haziran güneşi acayip yakıyordu. Çok yakınımda Cihangir tikileri vardı. Sosyete tadı vardı erkek ve kadınlarda. Derken 1,5 litrelik pet şişe açıldı ve tikiler tarafından döndürüldü. Herkes herkesin ağzından içiyordu. Öz saygımı, benlik gibi taptığım ön yargılarımı yitirdim birden. Bu sosyete ne yapıyordu böyle! Bir yudum aldım. Susuyorduk. İçiyorduk. 12:55 gibi polis 300 kişiye tazyikli su ve yüzlerce bomba ile saldırdı. Yakın mesafeden nişan alarak ateş ediyorlardı. Sırrı birden yığıldı. Kaçmaya başladık. Ama dumandan göz gözü görmüyordu. Kadınlar bir şeylere takılıp kafa üstü düşmeye başladılar. Nasıl kaçtığımı hatırlamıyorum. Kimi Sıraselviler’e, kimi Tarlabaşı’na, kimi Kazancı’ya kaçtı. Maskemiz yoktu. Silah olarak sadece su, limon ve sarma sigaramız vardı. Kendimi bir sokakta buldum. Birden karşıma İTÜ Mimarlık öğrencisi İ (kadın, 21 yaşında, apolitik, Natama okuru) çıktı. Gözlerime ilaç sıktı. Tanış birini bulmak çok sevindirmişti beni. Tanış birinin şefkati daha iyi geliyordu. 1 saat içinde İstiklal Caddesi sokaklarında insanlar toplanmaya başladı. Kimse kimseyi tanımıyordu ama amaç ortaktı: Gaz yemek ve pes etmemek. Yaş ortalaması 25 olan bu insanlar çok sinirlenmişti. Sokak savaşları sürdükçe kalabalık artıyordu. Şair O (öğrenci, 21 yaşında, oy kullanmıyor) geldi. Onlarca gaz bombası yedik. Önce caddeyi sonra meydanı işgal etme refleksi hâkimdi. Ama neden? Ama neden olduğunu vallahi bilmiyorduk. Kimse anamıza bacımıza da küfretmemişti. Sonra çatışmanın yoğun olduğu bölge Meşelik Sokak’a gittik. Polis meydanda durup gelişi güzel bomba yağdırıyordu. Meşelik sokak yılmıyor. Kızlar, polise taş atanlara kaldırım parçalıyor. Yaralanan erkekleri tedavi ediyor. Kaçan erkeklere “nereye gidiyorsunuz lan yavşaklar!” diye engel oluyor. İşte o an bu işin bir kadın başkaldırması olduğunu anladım. Sonra o kızlar gidip caddede durdular. Bombadan ve gazdan etkilenmiyorlardı. Polisin yoğun ateş ettiği bir anda sol bacağıma bir fişek isabet etti. Can havliyle Sıraselviler’e kaçmaya başladım. Şair O’yu kaybettim. Bir otelin önünde durup boğulmaya, öksürmeye başladım. İçerden bir müşteri çıktı, su ister misin dedi. Su getirdi. O anda sol bacağımda pantolonumun yırtıldığını ve koyu renkte bir şeyler aktığını gördüm. Az önce değen fişek bacağımı yaralamıştı. O’yu telefonla aradım. Beni Taksim İlk Yardım’a götürdü. İki tane dikiş attılar. Metal dikiş. Kadın doktor geldi, buradan yaptığınız tedavi kayıtlarda, devlete dava açabilirsiniz dedi. Avukatım, biliyorum dedim. Çıktık. Sırrı hastane bahçesinde basın açıklaması yapıyordu. Durumu iyiydi. Sonra tekrar sokaklara gittik. Savaş devam ediyordu. İlk barikatlar da kurulmaya başlanmıştı. İsyanın ilk barikatı Emek Sineması önünde kuruldu. Sonra o barikat Taksim Meydanı’yla Galatasaray arasında gidip geldi. Barikatı ilerletirken Bekar Sokak hizasında yanımda ses bombası patladı. Tiz bir ses çınlamaya başladı kulağımda. Öldüğümü sandım. Ama nasıl oluyordu da ruhun kulakları sağır oluyordu diye düşündüm. Dona kaldım. Birileri beni o şok halinde sokağa çektiler. Bir şeyler söylüyorlardı ama duymuyordum. 30 saniye sonra duymaya başladım. Güldüler. Hava kararınca kalabalık arttı. Sonra başörtülü arkadaşım E (27) ile karşılaştık. Gazdan etkilenmediğini muzip bir şekilde söyledi. Saldırı olunca Ben, O ve E apartmana sığındık. Su verdiler. Sonra cadde insanla doldu. Arka taraflarda millet içki içiyordu. Ama ön taraflar çetrefilliydi. Oraya doğru yöneldim. Yoğun gaz bombası isabeti sonucunda eve gittim. Saat 22:30’da pansuman oldum. Twitter üzerinden olayları takip ettim. Polisin havadan gaz attığı ve caddenin boşaltıldığını duyunca 00:30’da dışarı çıktım. Kürt Meselesi lakaplı S (öğretmen, 33 yaşında) ile karşılaştık. Bu iş bitmez dedim ve meydana doğru ilerledik. Polis sürekli gaz atıyordu. İnsanlar tekrar sokaklardan birleşti ve yaklaşık 1.000 kişi barikatı meydana kadar ilerletti. O an TOMA’nın suyu bitti ve gaz bombaları da azalınca isyancılar meydanı işgal etti. Meydanda bir zafer ateşi yakıldı. 45 dakika süren bu zaferden sonra polis bizi geri püskürttü. Kalabalık dağıldı ve 50 kişi kaldık. Gelen bütün bombaları polise geri attık. Artık gazı hissetmiyorduk. Derken 20 kişi kaldık. 20 kişi ile meydanı bir daha işgal ettik. Kaldıraç bayrağı taşıyan bir abi vardı. Eldivenliydi. Gelen bütün bombalara koşuyor ve onları Fransız Kültür’ün çatısına atıyordu. Bir ara ambülans meydana yanaştı. Gaz bombalarını polise verdi. Zaten o andan sonra eylemciler ambülansları aramaya başlamış. Bana sıkılan bir bomba beni köşeye sıkıştırdı. Arkamda oval bir duvar vardı. Kaçamıyordum çünkü polisin hedefindeydim. Ben de elime bombayı alıp ileriye attım. O ara üç parmağım yandı. 7 kişi kalmıştık. Moralim bozuldu. Eve dönerken Peyote çalışanlarını gördüm. Meydana gidiyorlardı. Geri çevirmeye çalıştım, başaramadım. Eve döndüm. Zaten ertesi sabah on binlerce kişi gelmiş ve meydanı tekrar almıştı. 

 

1 Haziran Cumartesi

Saat 14:00 gibi kalktım. Cadde binlerce insanla dolmuştu. Asmalımescit’te hemen evimin önünden sesler geliyor. Dışarı attım kendimi. Polis bizim sokağa bile gaz sıkmış. İlk defa buralara kadar ilerlediler. Saint Antuan Kilisesi önünde barikat kurulmuştu. Bu kadar aceminin barikat kurmayı nerden öğrendiğini sorgulamaya başladım. Bulamadım. Kısa bir süre sonra polis geri çekildi. Meydan ağırlığını Mustafa Kemal’in askerlerinin oluşturduğu kalabalığa kaldı. Ne idüğü belirsiz ergenler polis arabalarını yakmaya başladılar. Dün gece beraber gaz yediğimiz insanları gözlerim aradı. Örgütlü olmadığımız için ve olay cereyan ederken tanışamadığımız için kimseyi bulamadım. Zavallı gibi bir köşeye oturdum. Cumhuriyet Meyhanesi’nde ellerinde rakı bardaklarıyla “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganları atan beyaz ve temiz gömlekli amcaları izledim. Eve geldim. Sonra şair Y, şair U ve eşleri geldi. Onları almaya giderken asker kızı M (21), sağlam Müslüman B (21), bireysel gazeteci H ve tanımadığım bir iki kişi ile karşılaştık. Beşiktaş’ta büyük zulüm varmış, bu şerefsizler eğleniyor, oraya gidelim dedik. Kabataş’a inip Beşiktaş’a doğru yürüdük. Ben dün yaklaşık 500 adet bomba yediğim için ilerleyebildim. Arkadaşlar bir yerde beklediler. Beşiktaş İnönü Stadı’nın yanında çok büyük bir barikat kurulmuştu. Barikata yaklaşıp polise bakacaktım. Ama nasip olmadı. Sıktıkları gaz dumansız bir gazdı. Ben ilk nefeste boğulurcasına öksürdüm. Kusmak üzere yere çöktüm ama kusamadım. Gözlüğüm yoktu. Gaz maskem ise bezden ibaret amatör bir maskeydi. Sıkılan maddenin biber gazı olmadığı, başka bir gaz olduğu her halinden belliydi. Geri çekildim ve arkadaşlarımı buldum. Zaten onlar da telef olmuştu. Bir çift ta Beylikdüzü’nden buralara gelmişti. Set Üstü’nden mahalleye tırmandık. Mahalleli bize sirke ve su verdi. Çiftler ayrıldı. Ben, asker kızı öğrenci M ve Müslüman B parka doğru yola çıktık. Point Otel’in orda bir kafede acayip bir cisimle karşılaştım. Sarışın, kısa saçlı, göğüs dekolteli bir kadının başında “Mücahit Erbakan” yazıyordu. Çaktırmadan B’yi uyardım. Çünkü halüsinasyon gördüğümü sanıyordum. B ufak kahkahalarla oradan uzaklaştı. Tiyatrocu U (19, kendini eski İslamcı olarak tanımlıyor, iktidara yakın televizyonların dizilerinde oynamış) geldi ve Asmalımescit’teki evime geldik. Yol boyunca çok tartışmıştık arkadaşlarla, herkes sinirliydi. Evde ise B gülme krizine girdi. Durduramadık. Sonra bunun Beşiktaş’ta o gece atılan meçhul gazın etkileri olduğuna karar verdik. Yoğun baş ağrısı ve geçici hafıza kayıpları yaşıyorduk. Söylediğim bir lafı 1 dakika sonra yine söylüyordum. Gidip pide aldılar. O iki sapık erkek. Aldıkları cipsi pidenin arasına koyup yediler. Şok oldum. Daha önce de yapıyorlarmış. 

2 Haziran Pazar

Öğrenci A ile (22) Beşiktaş’a yardıma koştuk. Ihlamurdere’de polis orantısız gaz kullanıyormuş. Nişantaşı üzerinden gitmenin güvenli olduğu yazıyordu Twitter’da. Öyle yaptık ve ulaştık. Mephisto çalışanları da ordaydı. Sokak aralarına kadar çıkıp gazladılar. Çok kez boğulma tehlikesi geçirdik. İlk defa bir bombayı elleyemedim bu gece. Hep diğerleri koşup tekrar polise attı. Saat 02:00 gibi ateşkes sağlandı. Evlerimize döndük. 

3 Haziran Pazartesi

Gümüşsuyu’nda çatışma vardı. Halk geri püskürttü. 

4 Haziran Salı

Kütüphane, ateşkes.

11 Haziran Salı

Sabah iki tane duruşmam var. Gece kütüphane nöbetinden çok geç dönmüşüm. Kalktım ve bilgisayarımı açtım. Polis, işgalcilerin geçen Cumartesi işgal ettiği Taksim Meydanı’nı işgal etmiş. Direnişçilere su ve gaz sıkıyor. Televizyonlar ilk kez canlı yayın yapıyor. Bu durum, bu sabah olanların bir mizansen olduğunu kanıtlıyordu. Sivil polislerin, TOMA’lara molotof attığını ispat eden görüntüler yayılıyordu internette. Çağlayan Adliyesi’nde duruşmalarıma girip çıktım. Hemen eve gelip kot pantolon giydim. Keten giymedim. Çünkü eğer bacağıma gaz fişeği isabet ederse daha fazla yaralanabilirdim. Saat 13:00 gibi meydana gittim. İstiklal Caddesi’nde çatışma vardı. Mis Sokak’tan Tarlabaşı’na geçtim. Oradan Talimhane’ye. Her taraf polisti. Gaz maskemi sakladım tahrik olmasınlar diye. Bir şey yapmadılar. Kütüphaneye ulaştım. Hemen yan caddede (Eski Havaş’ın olduğu ve Mecidiyeköy’e giden cadde) çatışma vardı. Kütüphanede kitap azalmıştı. Sonra gürültüler üzerine caddeye indim. Polis gaz bombası yağdırıyordu. Fakat rüzgâr polise doğru estiğinden ne eylemciler ne de kütüphane etkilendi. Saat 20:00’da polisin attığı bir bomba kütüphaneye geldi. Bombaya elimdeki pet şişeyle koştum. Üzerine su dökünce söndü. Benim maskem amatör bir bez maske olduğu için etkilendim. Arkadaşlar o kadar da etkilenmedi. Gözlerime Talcid sıktılar. Geçti. Olayların büyümesini engellemek için S’den (apolitik, hukuk öğrencisi, 24 yaşında) beyaz bir tişört alıp polisin karşısına çıktım. Tişörtü sallayarak burası kütüphane, revir de çok yakın, buraya atmayın dedim. Polis ise uzaktan yan tarafta taş atanları uyarmamı istedi. Pazarlık yaptık. Bana sıkmadılar. Ama çok korktum ileri çıktığım için. İleri çıkanların vücutlarına nişan alıyorlar çünkü. Polis geri çekildi. Kütüphanede olası bir yangına karşı bekliyoruz 7-8 arkadaş. Yarısı kadın. Korkulan gece saat 02:00 gibi oldu. Polis caddedeki eylemcileri püskürtmek bahanesiyle gezi parkına onlarca gaz sıktı; yetmedi, plastik mermi atmaya başladı. Birden kütüphane boşaldı. Yalnız kaldım. Ama inat etmiştim. Burada yangın çıkarmayacaktım. Kısa bir süre sonra arkadaşlar da desteğe geldi. Bir kovaya su koymuştuk. Bomba gelirse onu suya atıp söndürecektik. Birçok bombayı bu şekilde söndürdük. Fakat TOMA’dan gelen tazyikli su dergilerin olduğu kısmı yerle bir etti. Polis kitaplığı barikat sanıyordu ve yıkmaya çalışıyordu. Heves Şiir Dergisi’nin çoğunlukta olduğu dergi kitaplığı yerle bir oldu. Bir süre sonra polis geri çekildi. Dergilerin döküldüğü ve çamur deryasına dönmüş kısma gittim, sinirimden ağlamaya başladım. Bir yandan da arkadaşlar görmesin diye vücudumun titremelerine engel olmaya çalıştım. Ama her şey ortaya çıktı. Polisin parkı işgal etme ihtimali olduğu için uyumadık. Uyuyanların da canını kurtarmak için ayakta kaldık. Birçok arkadaşımız uyudu, azı ise nöbet tuttu. Sabah 05:00 gibi parkı gezmeye başladım. Birileri Kadıköy minibüslerinin olduğu yerde polisle pazarlık ediyordu. Ama gençleri de tutamıyorlardı. Arbede yaşandı, polis parka 3-4 tane daha gaz bombası attı. Kütüphane tarafına koştum ve beklemeye başladım. Neyse ki polis abartmadı. Sonra ayarlı ayağım aklıma geldi. Revire gittim. 13 gündür ayağımda demir dikiş olduğunu söyleyince hemen hastaneye gitmemi söylediler. Birini uyandırdım nöbet için. Taksim ilkyardıma gittim. Ama polikliniklerin sabah açılacağını söylediler. Eve gelip uyudum. Sabah gittiğimde ise SGK’ya borcum olduğu gerekçesiyle dikişlerimi almadılar. Yine ağladım ve koşarak Gezi Parkı’na gittim. Revirdeki çocuk cımbızla dikişlerimi aldı. Demir ete çok yapışmıştı. Çok acıdı. Tanımadığım bir kadın, belki tıp fakültesi öğrencisi saçlarımı okşadı. Antibiyotik verip eve gönderdiler. “Sen artık dinlenebilirsin.” 

Gezi’de hayat.

Para tamamen tedavülden kalkmış durumda. İnternet üzerinden ihtiyaç listeleri düzenleniyor ve iyi insanlar yardımda bulunuyor. Yiyecek, içecek, giyecek ve barınma ihtiyacı tamamen ücretsiz. Benim de katkılarımın bulunduğu kütüphanede kitaplar bedava dağıtılıyor. Burası küçük bir ülke gibi. İnsanlar boş buldukları yere mutlaka bir slogan yazıyorlar. Ve sloganların tamamına yakını ironik ya da şakalı. Asayiş berkemal. Tıpkı San Marino gibi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Keşke bizi de kamyonlara koyup taşısalardı.

Keşke bizi de kamyonlara koyup taşısalardı kavunlara haksızlık oldu. Cadde-i Kebir’e bir damla kan düşmesin diye yapıldığını farz ettiğim ku...