Joker adlı filmi izledim. Bir kurmacada adı geçen kötü
karakteri başka bir kurmacada kahraman yapmışlar. Aslında kahraman mı yapmışlar
anti kahraman mı yapmışlar tartışılmalı. Sinema sanatında asıl malzeme olan
insan bedeni iyi kullanılırsa film güzel oluyor. Dolayısı ile bir filmde
figüranlardan başlarım oyuncuları dikizlemeye. En son baş karakter gelir nazarı
dikkatime. Bu filmde Joker’in kadını takip ettiği sahnede caddeden geçen
vatandaşların jestleri çok iyiydi. Bu iyilik, baş karakteri oynayan Phoenix’e
kadar ilerlemiş. Adam bayağı da zayıflamış olmalı. Güzel de dans öğrenmiş. Elinden
geleni yapmış. Yönetmen de güzel yönlendirmiş. Fakat şu hataya düşmeyelim. Bu oyuncu
milletinde deliyi oynamak bir hayaldir ve fırsat ellerine geçtiğinde tuhaf bir
doğallık ve kolaylıkla bunu yapabilirler. Bu milletin ikinci hastalığı sette
bir aynaya bakarak kendi ile konuşma ve çıldırmadır. Sinema tarihinden
örneklerini görürsünüz. Hatta seti mekân dışına çıkarıp sahneyi defalarca
tekrarlayabilirler. Yönetmen masada en beğendiğini seçer falan filan. Deliyi oynamak
bazen kolaydır evet, ama kötüyü oynamak her zaman zordur. Phoenix’i bu anlamda
tebrik etmek gerekir. Eğer bir başarısı varsa kötüyü oynayabildiği içindir.
Deli temsiline şerhimi koyuyorum. Buraya daha sonra geleceğim. Unutturmayın.
Gelelim psikozlu yapının (filmde bir yerde paranoyak
şizofreni diye geçiyor) kriminal hale gelmesine ve psikozuna sebep olan şeylere.
Filmde çocukken başına gelenlerle psikoz arasında, psikoz ile suç arasında, suç
ile devrim arasında bir bağlantı kurulmuş. Filmi yazan kafa bunu böyle kurmuş,
çok net. İlk soruna çözümü bir psikolog getirebilir. İkinci soruna çözümü bir
hukukçu verebilir. Üçüncüye ise “yetmez ama evetçi” bir solcu yorum getirecektir.
Gördüğünüz üzere, bu üç düğümün çözümü için Türkiye sınırlarında yaklaşık
(kapsama kümeleri ile birlikte) 240 milyon insan bulunmaktadır. Yarısı çocuk
olsa eder 120 milyon uzman. Her travma yaşayan nevrotik ya da psikotik olmaz. Olsa
bile suç işlemeyen deliler de vardır. İşleseler bile bunun sonucu halk
ayaklanmasına dönmez. Fakat aradan ikinci sorunu çıkardığımızda, mesela
delilerin devrim yaptığını (peygamberlere bakın) görmüştür dünya. Masum deliler.
Dayanamıyorum, tehlikeli sulara giriyorum yine, kestim.
Gelelim yukarıda söz verdiğim meseleye. İnsan etinin en muazzam
kullanımı olan oyunculuk, sanatın da en güzide köşesinde kendisine yer bulur,
itibarlıdır. Bir başkasının yerine geçme sadece o kişinin sesini ve mimiklerini
taklit ederek gerçekleşmez. Kanın boşaltılıp aynı kan grubunun kalbe
pompalanmasını, bütün kemiklerin kırılıp taklidi yapılan kişinin iskeletine
bürünülmesini de gerektirir. Bir oyuncuyu yürüyüşünden tanırız, yürüyüşünü
değiştiren kişi, DNA’sını da değiştirmiş demektir. Buraya kadar okey. Psikoz
yani bilincin yarılması da yukarıda iyi oyunculuk hakkında söylediklerimize
benzer özellikler taşır. Psikotik empatisini kaybetmiş durumdadır. Kendisini zaten
başkasının yerine geçirdiği için karşısındaki ile özdeşleşemez. Libidosu, hayat
enerjisi kendisine yönelmiştir. Önemli hisseder. Olmak istediği kişi olur, süper
ego zayıflar. Sizden sürekli sigara ister, istemekte haklıdır. Konuşmanıza izin
vermez, söylediklerinizi hafife alır, ezberden konuşuyor gibidir. Evet, oyuncular
da metni ezberledikten sonra ezberden konuşurlar elbette. Daha çok var,
yukarıda bahsettiğim uzmanlar bunu çok iyi bilir, 120 milyon kişi, Türkiye’de. Dolayısı
ise benim filmi beğenmeme sebep olanlar sizinkinden biraz daha şey idi. Bunları
düşündüm. Ha, bana kalırsa, deliler devrimin başına geçemezler, genelde devrimi
yapanların başındakiler, sonrasında muhakkak delirirler. Bunun filmini yapmak
politiktir işte. Diğeri sanat oluyor. Gerçi O da politik.
Oyunculuk sanatı, psikozu tetikliyor olabilir. Tartışmalı bir
sınır var orada. Böyle rolleri oynamak hem cesaret hem yetenek gerektiriyor.
Phoenix’i tebrik etmek gerekir elbette, eğer psikotik değilse. Bir kere de
ekranlarda kendimiz olalım bakalım demediyse?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder