Saatler Kolektif, Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü sahneye taşıdı. 12 Nisan 2023 günü Maximum Uniq Hall’de ilk temsil gerçekleşti. Serkan Keskin tek kişilik bir performansla uyarlanan metni yüklendi. Sahnedeki ekrandan çekilen bazı sahneler sinema vasıtasıyla seyirciye aktarıldı. Yöneten ve uyarlayan ise Serdar Biliş. 120 dakika boyunca konuşmak gerçekten sıradan insanı oldukça zorlayacak bir eylem. Bu yönden Serkan Keskin’i tebrik etmek gerek. Dekor harikaydı. Işık ve müzik muhteşemdi.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü (SAE) birinci tekil anlatısını 4
kere okumuş biri olarak şimdiye kadar kitapta neler anlatıldığını tam olarak
çözememiştim. Metnin verdiği okuma keyfi dışında bir şey hatırlamadığım için de
ömrüm yettikçe okumaya devam edeceğim. Roman demiyorum çünkü bir olayın tanrı (olimpik)
anlatıcı ile birinci tekil anlatıcı tarafından anlatılması aynı tür sayılamaz
bana göre. Tiyatroda da böyle bir ayrımdan gelir. Bir olayın şiir, öykü, roman
yoluyla anlatılması diegetik, sahnede diyaloglarla anlatılması mimetiktir. Bir olayı
temsil etme yöntemi hayati bir meseledir. SAE, başka ülkede yazılsa şu an
kanondaydı. Don Kişot, Tristram Shandy,
Ulysses, Dava, Suç Ve Ceza gibi romanların yanına adı yazılacaktı. Bakın başka
dilde yazılsa demedim, başka ülkede yazılsa dedim.
Bunu niye dedim. Dünkü
performansta beni ikna etmeyen bir şeyler vardı. Bunu bulmak için bu sabah
romanı yeniden karıştırdığımda eserin
bir Atatürk eleştirisi olduğunu gördüm. Halit Ayarcı, batıda eğitim görmüş,
doğuya inanmış (Hayri İrdal) ve doğu için bir saat ayar istasyonu (Cumhuriyet) kurmuş
sonra büyük ye’se (alkole) kapılmış ve erkenden vefat etmiştir. Halit,
gittikten sonra Cumhuriyet, Hayri’lerin başının belası olmuştur. Diğerleri,
enstitüye rağmen diğerleri olarak kalmayı başarmış diğerleri bir parti biçiminde
ortaya çıkmıştır. Diğer parti istasyonu tasfiye etmiştir. Sonra tasfiye
edilmiştir. Böyle 100 yıl birbirlerini devire devire günümüze kadar
gelmişlerdir. Gibi gibi. Bunları kitabın sonundaki şu cümlelerden anladım:
“Bugün bir milyon köylü çocuğunun kolunda bizim sattığımız oyuncak saatler var. Bu demektir ki büyüdükleri zaman Saatleme Bankamızın gösterdiği kolaylıklar sayesinde hepsi birer saat sahibi olacak. Hiçbir faydası olmasa başları sıkıldığı zaman rehine verebilecekleri veya satabilecekleri az çok para eder bir malları bulunacak demektir.”
“- Siz, dedim, siz niye çalışmıyorsunuz? Yüzüme hayretle
baktı: - Ben, dedi, aldandığımı anladım...”
“- Ne için, dedi, beni anlamıyorsunuz? Ben bir yerde
aldandım! Gülerek kendisini teselli ettim. - Belki mimarlık dehamda! dedim.
İtiraf edin ki bu işten hiç anlam ıyordum , anlıyam azdım da... Omuzlarını
silkti: - Bundan ne çıkar sanki? - Fazla oynadık etrafla... Kabul etmiyor musunuz?
Tekrar yüzüm e baktı. -Hayır, dedi, oynamadık. Hiç oynamadık. Bizi aldattılar.
Biz fazla inandık onlara...”
“- Nasıl olur? diyordu, nasıl olur? Dünyanın en modern müessesesinde,
en mükemmel ve yeni şartlar altında ve bu kadar yenilik içinde çalışan bu
insanlar bu işi nasıl anlamazlar? O hâlde enstitüde ne işleri var? Niçin yeni
binayı alkışladılar? Niçin bizi tebrik ettiler? Demek yalan söylüyorlar!..
Ben Halit Ayarcı’ya vaziyeti anlatmağa çalışıyordum.
- Hayır, yalan söylemiyorlar, diyordum. İkisinde de samimî
idiler. Yeniliği kendilerine ucu dokunmamak şartıyla seviyorlardı. Hâlâ da o
şartla severler. Fakat hayatlarında emniyetli ve sağlam olmayı tercih ediyorlar.
-Böyle şey olur mu? Bir insan iki türlü düşünür mü? İki
türlü mantık bir kafada bulunur mu?
Halit Ayarcı hakikaten meyustu.
-Tabiî bulunur. Daha doğrusu menfaatler istikametini
değiştirirse mantık da değişir.
- Ben anlamıyorum doğrusu bunu! Bütün eserim yıkıldı. Bu
müessese artık benim değil!”
Türk aydını, Yeni Osmanlılar, Jön Türkler, Atatürk ya da Yakup
Kadri’nin gelen yeni sistem ve halk hakkındaki inkisar-ı hayâlını görmemek
mümkün değildir yukarıdaki diyaloglarda. İçmeden uyuyamıyorum demiştir çokça
çevresine Paşa. Tanpınar, Cumhuriyet eleştirisini, doğu batı arasında kalmanın
melezliğini hatta soysuzluğunu Saatleri
Ayarlama Enstitüsü sembolüyle okura aktarmak zorunda kalmıştır. Kalmıştır ama
ne yazık ki ben de dâhil olmak üzere okur bunu anlamamıştır. Akademisyenler
korkudan söyleyememiştir. Bu kederli durum Oğuz Atay’ın da başına gelmiştir.
Şinasi’nin, Refik Halit’in ve diğerlerinin. Bu konu ile ilgili ayrıntı okuma
yapmak isteyenler Serol Teber’in Tutunamayanların
Politik Psikolojisi kitabına başvurabilirler. Atatürk inkılaplarına, onun
kurduğu ayar enstitüsü cumhuriyete edilen her laf hapisle, bolşeviklik/
casusluk suçlamasıyla, ölümle cezalandırılmıştır. Yazıldığı dilde açıklanmak
istemeyen bu eser, dünyada kanona girememiştir. İkinci baskısını bile 30-40 yıl
sonra yapabilmiştir. Günümüzde hâlâ resmi tarih dışında okuma yapanlar
fonculukla suçlanır, ünversitelerden atılır, atılmazlarsa bile mobbinge
uğrarlar. Putlarımız, heykellerimiz, seccadelerimiz insan ve hayvan canından
kutsaldır. Bu kafa yüzünden de Türkçe yazılan hiçbir eser, kanona giremeyecek
ilelebet.
Dün, Serkan Keskin’in sanat performansında beni ikna etmeyen
şeyin sebebi, uyarlanan metindeki sembollerin tiyatro sahnesinde
çalışmamasıydı. Tanpınar, o aniden batıdan getirilen kısa sürede pohpohlanan
cumhuriyetin Diegesis’ini yapmıştı SAE’de. Ve 1961’den 70-80 yıl geriye doğru bakarak
yaptı. Bu eseri, metinden kolajlar yaparak ve dili aynen koruyarak mimetik hale
getirmek imkânsızdır. Yönetmen imkânsızlığı kendisi de kabul etmiş olacak ki
metinde geçen “Tekrar odama döndüğümüz zaman heyetin reisi kendisine ikram
ettiğim içkiyi kabul edeceği yerde doğruca telefona koştu ve 0135’i arayarak
saatin kaç olduğunu sordu. Aldığı cevap üzerine evvelâ duvardaki saate, sonra
yüzüme baktı. - Böyle bir kolaylık varken bu müesseseye ne lüzum var? diye
sordu.” kısmını oyuncunun seyirciye dönerek hepsinin cebinde telefon olduğunu
ve saati bilebileceklerinden hareketle soru sordurmasından anlıyoruz: Saat kaç?
Cep telefonu, performansa sadece burada giriyor. Hiçbir tiratta yok. Dekorda yok.
Çünkü tirat 1960’larda yazılmış ve 30-40 yıl öncesini anlatmakta. Ayrıca SAE’in
“Beni tanıyanlar, öyle okuma yazma işleriyle büyük bir ilgim olmadığını
bilirler.” cümlesini oyuncunun “Serko’dan tek kişilik performans bekler
miydiniz, aha buradayım işte” minvalindeki cümlesine uyarlanması ile içimize
dolan ümit, Serko’nun bir daha asla anılmaması, anlatıcının Hayri İrdal’da
kalması, oyuncunun ise 20’ye yakın karaktere bürünmesiyle sönüyor maalesef. Serkan
Keskin, Serkan Keskin olarak, Serko olarak, 2023’te geçen bir SAE
canlandırabilirdi. Enstitü, Avrupa Birliği rüyalarımızdan süzülen Avrupa Birliği
Bakanlığı’nı (sahi ne oldu o bakanlık) temsilen mobil telefon aksesuarcıları,
Halit Ayarcı bakara makaracı bakan olabilirdi. Halit, tüm aksesuarcıları
birleştirir ve Apple’dan ortaklık koparır. Herkese sonsuz kırılmaz cam, kılıf
verdirir. Falan filan. Şunu söylemek istiyorum. Şimdilerde moda olan tek
kişilik performansa uygun metin bulmak cep telefonuna kumar uygulaması
indirmeye benzer. Bütün birinci tekil anlatımları tek kişilik oyuna layık
görürseniz, iflas edersiniz. Tehlikeli Oyunlar layıktı. Oradaki üç katlı apartman
bir insanı, katları ise zihnin bölümlerini temsil ediyordu. Tek karakter vardı
o romanda. 7-8 saat çıldırmasını izleyebilirdiniz oyuncunun. Ama SAE’de onlarca
karakter var ve enstitü TC’yi temsil ediyor maalesef. Bunu aşırı bir yorum
olarak kabul edeceksek bile enstitü en azından Güvercin Sevenler Derneği gibi
bir şeyi temsil ediyor. Yine devlete bağlı bir kurumu yani. Asla tek kişilik
performansla sunamayız SAE’yi. Gerçi, Serkan Keskin, arkadaki ekranda önceden
çekilen sahneler ve bir ray düzeneği ile önüne gelen kulisten aldığı kıyafet ve
aksesuarla öyle güzel giriyor ki rollere 15 oyuncu performansı çıkıyor ama
olsun. Yine de çok riskli bir kumar.
Evde bebek olduğu için cümleler anlaşılmaz gelebilir ve ben
geri dönüp onları anlaşılır hale getiremem. Özetle, Serkan Keskin’in ilk
cümlesi ve seyirciye saat sorduğu kısım iptal edilmeli. En azından bunu bir
dönem tiyatrosu olarak özgürce algılayabilelim. Atlıkarınca nedir atlıkarınca. Tek
partiyi temsil etmiyor herhalde. Çıkarılmalı. Masa tenisi sahnesi textin hangi
kısmının uyarlaması ise çıkarılmalı, orijinali getirilmeli. Öyle canımızın
istediğini dönemde bırakıp, canımızın istediğini bugüne getiremeyiz. Ya dönemde
kalırız ya bugüne geliriz. Bugüne geleceksek dilde sadeleşme dâhil bir milyon risk
(Egemen Bağış dâhil) alınmalı. Şu Çiftlikbank, soyulan kripto para borsası,
TOGG, Jetfadıl, saadet zinciri ne güzel enstitüler ama değil mi?
Oyunu eşimle beğenerek izledik. Eleştirilerim bu kadar. Her edebiyatsevere
tavsiye ederim. Bilgileri aşağıya alıyorum.
Doğu ve batı, eski ve yeni, geleneksel ve modern kutupları arasında salınıp duran Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ölümsüz eseri Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Serkan Keskin’in onlarca surete büründüğü bir oyunculuk şöleniyle sinema ve tiyatronun iç içe geçtiği çağdaş bir uyarlama olarak izleyici ile buluşuyor. Oyunda Tuluğ Tırpan canlı piyano performansı ile hikayeye eşlik ediyor.
Oyun Maximum Uniq Hall’da seyirciyle buluşacak.
Saatler Kolektif: Ahmet Sesigürgil, Cem Yılmazer, Gamze Kuş, Illusionist, Orion, Pürtelaş, Serkan Keskin, Tuluğ Tırpan, Türkan Özilhan Tacir, 484 Urban Garden
Tek Perde
105 dakika
+13 yaş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder