Bu Blogda Ara

13 Nisan 2023 Perşembe

Saatleri Ayarlama Enstitüsü Oyunu Üzerine


Saatler Kolektif, Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü sahneye taşıdı. 12 Nisan 2023 günü Maximum Uniq Hall’de ilk temsil gerçekleşti. Serkan Keskin tek kişilik bir performansla uyarlanan metni yüklendi. Sahnedeki ekrandan çekilen bazı sahneler sinema vasıtasıyla seyirciye aktarıldı. Yöneten ve uyarlayan ise Serdar Biliş. 120 dakika boyunca konuşmak gerçekten sıradan insanı oldukça zorlayacak bir eylem. Bu yönden Serkan Keskin’i tebrik etmek gerek. Dekor harikaydı. Işık ve müzik muhteşemdi.  

Saatleri Ayarlama Enstitüsü (SAE) birinci tekil anlatısını 4 kere okumuş biri olarak şimdiye kadar kitapta neler anlatıldığını tam olarak çözememiştim. Metnin verdiği okuma keyfi dışında bir şey hatırlamadığım için de ömrüm yettikçe okumaya devam edeceğim. Roman demiyorum çünkü bir olayın tanrı (olimpik) anlatıcı ile birinci tekil anlatıcı tarafından anlatılması aynı tür sayılamaz bana göre. Tiyatroda da böyle bir ayrımdan gelir. Bir olayın şiir, öykü, roman yoluyla anlatılması diegetik, sahnede diyaloglarla anlatılması mimetiktir. Bir olayı temsil etme yöntemi hayati bir meseledir. SAE, başka ülkede yazılsa şu an kanondaydı. Don Kişot, Tristram Shandy, Ulysses, Dava, Suç Ve Ceza gibi romanların yanına adı yazılacaktı. Bakın başka dilde yazılsa demedim, başka ülkede yazılsa dedim.

Bunu niye dedim. Dünkü performansta beni ikna etmeyen bir şeyler vardı. Bunu bulmak için bu sabah romanı yeniden karıştırdığımda eserin bir Atatürk eleştirisi olduğunu gördüm. Halit Ayarcı, batıda eğitim görmüş, doğuya inanmış (Hayri İrdal) ve doğu için bir saat ayar istasyonu (Cumhuriyet) kurmuş sonra büyük ye’se (alkole) kapılmış ve erkenden vefat etmiştir. Halit, gittikten sonra Cumhuriyet, Hayri’lerin başının belası olmuştur. Diğerleri, enstitüye rağmen diğerleri olarak kalmayı başarmış diğerleri bir parti biçiminde ortaya çıkmıştır. Diğer parti istasyonu tasfiye etmiştir. Sonra tasfiye edilmiştir. Böyle 100 yıl birbirlerini devire devire günümüze kadar gelmişlerdir. Gibi gibi. Bunları kitabın sonundaki şu cümlelerden anladım:

Bugün bir milyon köylü çocuğunun kolunda bizim sattığımız oyuncak saatler var. Bu demektir ki büyüdükleri zaman Saatleme Bankamızın gösterdiği kolaylıklar sayesinde hepsi birer saat sahibi olacak. Hiçbir faydası olmasa başları sıkıldığı zaman rehine verebilecekleri veya satabilecekleri az çok para eder bir malları bulunacak demektir.

“- Siz, dedim, siz niye çalışmıyorsunuz? Yüzüme hayretle baktı: - Ben, dedi, aldandığımı anladım...”

“- Ne için, dedi, beni anlamıyorsunuz? Ben bir yerde aldandım! Gülerek kendisini teselli ettim. - Belki mimarlık dehamda! dedim. İtiraf edin ki bu işten hiç anlam ıyordum , anlıyam azdım da... Omuzlarını silkti: - Bundan ne çıkar sanki? - Fazla oynadık etrafla... Kabul etmiyor musunuz? Tekrar yüzüm e baktı. -Hayır, dedi, oynamadık. Hiç oynamadık. Bizi aldattılar. Biz fazla inandık onlara...”

“- Nasıl olur? diyordu, nasıl olur? Dünyanın en modern müessesesinde, en mükemmel ve yeni şartlar altında ve bu kadar yenilik içinde çalışan bu insanlar bu işi nasıl anlamazlar? O hâlde enstitüde ne işleri var? Niçin yeni binayı alkışladılar? Niçin bizi tebrik ettiler? Demek yalan söylüyorlar!..

Ben Halit Ayarcı’ya vaziyeti anlatmağa çalışıyordum.

- Hayır, yalan söylemiyorlar, diyordum. İkisinde de samimî idiler. Yeniliği kendilerine ucu dokunmamak şartıyla seviyorlardı. Hâlâ da o şartla severler. Fakat hayatlarında emniyetli ve sağlam olmayı tercih ediyorlar.

-Böyle şey olur mu? Bir insan iki türlü düşünür mü? İki türlü mantık bir kafada bulunur mu?

Halit Ayarcı hakikaten meyustu.

-Tabiî bulunur. Daha doğrusu menfaatler istikametini değiştirirse mantık da değişir.

- Ben anlamıyorum doğrusu bunu! Bütün eserim yıkıldı. Bu müessese artık benim değil!”

Türk aydını, Yeni Osmanlılar, Jön Türkler, Atatürk ya da Yakup Kadri’nin gelen yeni sistem ve halk hakkındaki inkisar-ı hayâlını görmemek mümkün değildir yukarıdaki diyaloglarda. İçmeden uyuyamıyorum demiştir çokça çevresine Paşa. Tanpınar, Cumhuriyet eleştirisini, doğu batı arasında kalmanın melezliğini hatta soysuzluğunu Saatleri Ayarlama Enstitüsü sembolüyle okura aktarmak zorunda kalmıştır. Kalmıştır ama ne yazık ki ben de dâhil olmak üzere okur bunu anlamamıştır. Akademisyenler korkudan söyleyememiştir. Bu kederli durum Oğuz Atay’ın da başına gelmiştir. Şinasi’nin, Refik Halit’in ve diğerlerinin. Bu konu ile ilgili ayrıntı okuma yapmak isteyenler Serol Teber’in Tutunamayanların Politik Psikolojisi kitabına başvurabilirler. Atatürk inkılaplarına, onun kurduğu ayar enstitüsü cumhuriyete edilen her laf hapisle, bolşeviklik/ casusluk suçlamasıyla, ölümle cezalandırılmıştır. Yazıldığı dilde açıklanmak istemeyen bu eser, dünyada kanona girememiştir. İkinci baskısını bile 30-40 yıl sonra yapabilmiştir. Günümüzde hâlâ resmi tarih dışında okuma yapanlar fonculukla suçlanır, ünversitelerden atılır, atılmazlarsa bile mobbinge uğrarlar. Putlarımız, heykellerimiz, seccadelerimiz insan ve hayvan canından kutsaldır. Bu kafa yüzünden de Türkçe yazılan hiçbir eser, kanona giremeyecek ilelebet.

Dün, Serkan Keskin’in sanat performansında beni ikna etmeyen şeyin sebebi, uyarlanan metindeki sembollerin tiyatro sahnesinde çalışmamasıydı. Tanpınar, o aniden batıdan getirilen kısa sürede pohpohlanan cumhuriyetin Diegesis’ini yapmıştı SAE’de. Ve 1961’den 70-80 yıl geriye doğru bakarak yaptı. Bu eseri, metinden kolajlar yaparak ve dili aynen koruyarak mimetik hale getirmek imkânsızdır. Yönetmen imkânsızlığı kendisi de kabul etmiş olacak ki metinde geçen “Tekrar odama döndüğümüz zaman heyetin reisi kendisine ikram ettiğim içkiyi kabul edeceği yerde doğruca telefona koştu ve 0135’i arayarak saatin kaç olduğunu sordu. Aldığı cevap üzerine evvelâ duvardaki saate, sonra yüzüme baktı. - Böyle bir kolaylık varken bu müesseseye ne lüzum var? diye sordu.” kısmını oyuncunun seyirciye dönerek hepsinin cebinde telefon olduğunu ve saati bilebileceklerinden hareketle soru sordurmasından anlıyoruz: Saat kaç? Cep telefonu, performansa sadece burada giriyor. Hiçbir tiratta yok. Dekorda yok. Çünkü tirat 1960’larda yazılmış ve 30-40 yıl öncesini anlatmakta. Ayrıca SAE’in “Beni tanıyanlar, öyle okuma yazma işleriyle büyük bir ilgim olmadığını bilirler.” cümlesini oyuncunun “Serko’dan tek kişilik performans bekler miydiniz, aha buradayım işte” minvalindeki cümlesine uyarlanması ile içimize dolan ümit, Serko’nun bir daha asla anılmaması, anlatıcının Hayri İrdal’da kalması, oyuncunun ise 20’ye yakın karaktere bürünmesiyle sönüyor maalesef. Serkan Keskin, Serkan Keskin olarak, Serko olarak, 2023’te geçen bir SAE canlandırabilirdi. Enstitü, Avrupa Birliği rüyalarımızdan süzülen Avrupa Birliği Bakanlığı’nı (sahi ne oldu o bakanlık) temsilen mobil telefon aksesuarcıları, Halit Ayarcı bakara makaracı bakan olabilirdi. Halit, tüm aksesuarcıları birleştirir ve Apple’dan ortaklık koparır. Herkese sonsuz kırılmaz cam, kılıf verdirir. Falan filan. Şunu söylemek istiyorum. Şimdilerde moda olan tek kişilik performansa uygun metin bulmak cep telefonuna kumar uygulaması indirmeye benzer. Bütün birinci tekil anlatımları tek kişilik oyuna layık görürseniz, iflas edersiniz. Tehlikeli Oyunlar layıktı. Oradaki üç katlı apartman bir insanı, katları ise zihnin bölümlerini temsil ediyordu. Tek karakter vardı o romanda. 7-8 saat çıldırmasını izleyebilirdiniz oyuncunun. Ama SAE’de onlarca karakter var ve enstitü TC’yi temsil ediyor maalesef. Bunu aşırı bir yorum olarak kabul edeceksek bile enstitü en azından Güvercin Sevenler Derneği gibi bir şeyi temsil ediyor. Yine devlete bağlı bir kurumu yani. Asla tek kişilik performansla sunamayız SAE’yi. Gerçi, Serkan Keskin, arkadaki ekranda önceden çekilen sahneler ve bir ray düzeneği ile önüne gelen kulisten aldığı kıyafet ve aksesuarla öyle güzel giriyor ki rollere 15 oyuncu performansı çıkıyor ama olsun. Yine de çok riskli bir kumar.

Evde bebek olduğu için cümleler anlaşılmaz gelebilir ve ben geri dönüp onları anlaşılır hale getiremem. Özetle, Serkan Keskin’in ilk cümlesi ve seyirciye saat sorduğu kısım iptal edilmeli. En azından bunu bir dönem tiyatrosu olarak özgürce algılayabilelim. Atlıkarınca nedir atlıkarınca. Tek partiyi temsil etmiyor herhalde. Çıkarılmalı. Masa tenisi sahnesi textin hangi kısmının uyarlaması ise çıkarılmalı, orijinali getirilmeli. Öyle canımızın istediğini dönemde bırakıp, canımızın istediğini bugüne getiremeyiz. Ya dönemde kalırız ya bugüne geliriz. Bugüne geleceksek dilde sadeleşme dâhil bir milyon risk (Egemen Bağış dâhil) alınmalı. Şu Çiftlikbank, soyulan kripto para borsası, TOGG, Jetfadıl, saadet zinciri ne güzel enstitüler ama değil mi?

Oyunu eşimle beğenerek izledik. Eleştirilerim bu kadar. Her edebiyatsevere tavsiye ederim. Bilgileri aşağıya alıyorum.   



Doğu ve batı, eski ve yeni, geleneksel ve modern kutupları arasında salınıp duran Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ölümsüz eseri Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Serkan Keskin’in onlarca surete büründüğü bir oyunculuk şöleniyle sinema ve tiyatronun iç içe geçtiği çağdaş bir uyarlama olarak izleyici ile buluşuyor. Oyunda Tuluğ Tırpan canlı piyano performansı ile hikayeye eşlik ediyor.


Oyun Maximum Uniq Hall’da seyirciyle buluşacak.


 

Yazan: Ahmet Hamdi Tanpınar
Yöneten ve Uyarlayan: Serdar Biliş
Sahne ve Kostüm Tasarımı: Gamze Kuş
Görüntü Yönetmeni: Ahmet Sesigürgil
Müzik: Tuluğ Tırpan
Multimedya Tasarım ve Prodüksiyon: Illusionist
Işık Tasarımı: Cem Yılmazer
Ses Tasarım: Barış Hamarat
Yardımcı Yönetmen: Serin Öztoprak
Metin Düzenleme: Ülkü Oktay
Oyun Asistanları: Ahmet Kahvecioğlu, Ekremcan Arslandağ, Oğuzhan Altıntaş, Mert Yılmaz Yıldırım
Sanatçı Asistanı: Sibel Altan
Dekor ve Kostüm Sorumlusu: Onur Uğurlu
Kostüm Şefi: Özlem Turgut
Sahne Amiri: Barış Hamarat
Dekor Üretim: Metin Gümüşoğlu (Kibele Dekor)
Dekor Teknik: Zeki Küçük

Yapım: Saatler Kolektif
Yürütücü Yapımcı: Elif Özge Maltepe, Yağmur Dolkun
Uygulayıcı Yapımcı: Gülgün Dedeçam

Saatler Kolektif: Ahmet Sesigürgil, Cem Yılmazer, Gamze Kuş, Illusionist, Orion, Pürtelaş, Serkan Keskin, Tuluğ Tırpan, Türkan Özilhan Tacir, 484 Urban Garden

Yardımcı Yönetmen: Efe Can Yıldız
Makyaj Tasarımı: Reyhan Okumuş
Peruk Tasarımı: Oya Ballıkaya
Hareket Düzeni: Büşra Firidin
Focus Puller: Armağan Gündüz, Yasin Bayşeker
Kamera Asistanı: Emre Baş
Kamera Stajyer: Eylül Akkaya
Işık Şefi: Hakkı Yazıcı, Kadir Yazıcı, Süleyman Öztürk
Best Boy: Hakan Altunkök
Işık Asistanı: Ahmet Gökdeniz, Selçin Çelebi
Set Amiri: Hasan Kesici
Ses Teknisyeni: Tuna Güler
Boom Operatörü: Oğulcan Geçit
DIT: Yusuf Arık, Hakan Erten
Video Assist: Burak Yalçın, Oktotech
Prodüksiyon Asistanı: Berke Şenel
Kurgu Operatörü: Ulaş Mert Şimşek

Illusionist Tasarım Ekibi:
Multimedia Yönetmeni: Eray Taşpınar
Proje Koordinatörü: Doga Kurtuluş
Lead Compositing: Furkan Alabaş
Realtime VFX: Çiğdem Güler
Görsel Tasarım: Emrecan Akyolcu
Proje Asistanı: Melike Tarakçı
Compositing: Abdullah Kaan Giyik, Ömer Bulut

Stüdyo: Orion Işık ve Kamera
Teknik Supervizor: Ozan Özgür Arıcan

Yaratıcı Ajans: TBWA / İstanbul, Özge Güven, İlkay Gürpınar
Grafik Tasarım: Özge Güven
Animasyon: Mahmut Kalyoncu
Fotoğraf Prodüksiyonu: Fotosanayii
Fotoğraf: Burcum Baygut


Tek Perde

105 dakika

+13 yaş



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Kuru Otlar Üstüne Üzerine

Yazarın notu: Okuyacağınız yazıda sürpriz bozacak bir yorum bulunmamaktadır. İnsanlar roman okumayı bıraktılar. Film ve dizi izlemeye deva...