Bu Blogda Ara

25 Kasım 2011 Cuma

Celal Tan Ve Ailesinin Vasat Acıklı Hikayesi


onur ünlü sineması artık ilgimizi çekmiyor. bunu celal tan ve ailesinin aşırı acıklı hikayesinde bir kez daha müşahede ettik. peki bu güzel insanın bu hale gelmesinin sebepleri ne? evvela şu para meselesini bi es geçelim derim. yok onur ünlü ve trt, yok onur ünlü ve akp, yok anasının amı. gerek yok bunlara. kimse trt’ye boktan dizi yapıyor diye çirkin filmci olmaz. kimse bilmem nerde para aldı diye bişey olmaz. sosyalistlerin boktan eleştirilerine götümle gülüyorum. reha erdem niye çirkin film çekemiyo o zaman. neden çirkin film çekme özürlüsü bu adam. çünkü işi biliyor. neyse…  


onur ünlü’nün çirkin film çekmesinin ilk sebebi bence mutsuz olması. ben onun mutsuz olduğunu düşünüyorum. çünkü çektiği filmden bana aktarılan tek duygu bu. bunu aktardığı oranda başarılı olmuştur. mutsuzluk derken sağlık sorunlarından bahsetmiyorum elbette. genel itibariyle mutsuzluktan bahsediyorum. enis akın’ın bahsettiği türden bir mutsuzluk. özel bir mutsuzluk. aşksızlık.

filmin çirkin olmasının 2. sebebi onur ünlü’nün kendi kitchini yaratıp onun içinde boğulmasıdır. trafik lambasıyla konuşan adam -hiç kurusa bakılmasın- bi önceki filmde kediyle konuşan adamdan sonra hiç hoş durmuyor. çekilmez oluyor.

onur ünlü sinemasında bizi usandıran, her filmin, bir dizinin başka bölümleri olduğunu hissettiren şey aynı oyuncularla karşımıza çıkması. aynı oyuncuların kullanılması bile onur ünlü’nün kendini yeniden inşa edemediğini kanıtlıyor. daha metne girmiyorum bile dikkat edersen. metinler zaten aynı. fantastik kara mizah diyebileceğimiz bir tarzın peşinde.

sanat türleri arasında sınırlar vardır. bir sanat türünde en iyisini yapacağınız şeyi başka bir sanat türünde vasat yapabilirsiniz. ne mi diyorum: sinemanın romanı öldürdüğünü düşünmüyorum. roman ölmez. şiir de öyle. neden ölmez: çünkü sinema şu ifadeyi aktaramaz: “berliskoni bir yandan zemzem içerken diğer yandan nerden geldiği belli olmayan ve iç dünyasını bütünüyle değiştiren bir duygunun sarmallarıyla pençeleşiyordu. kalktı ve monika’ya doğru ilerledi. kalp atışları hızlanmış ve bedenini ateş basmıştı.” burada kalp çırpıntısını beyni filan nasıl çekecen kameraya? olmaz. aynı şekilde the angelopoulos’un the weeping meadow’daki kazak sökülme sahnesini de romanla şiirle anlatamazsın. anlatırsın ama kameranın makineye haz gözü kadar etkili veremezsin. celal tan ve ailesi’nde bir çok yerde şiir, roman ve anlatıya kurban verilmiş kısımlar var. kamerayı gereksizleştirici israf sahneleri…

en kötü ihtimali diyeyim bir de: biz büyüdük herhalde. yükseldik. ünlü’nün denizi artık boyumuzu geçmiyor. güneşin oğlu filminde (yıllardır izlemedeğim halde aklımda kalmış, sinema salonunda 3-5 kişiydik) karakterin kameraya bakarak “filmin saçmalığı ile seyirci orantısı ters orantılıdır” demesi beni benden almıştı. celal tan ve ailesinin aşırı acıklı hikayesi’nde de muhtemelen kendinden geçen ciyatdumanlar vardır. onlara buradan mahsus selam ediyorum. 

2 yorum:

  1. senin bu laflarının üstüne filme gidilmez valla cihat çarpar!

    YanıtlaSil
  2. Ama Reha ile Onur Ünlü'yü kıyaslayamazsın ki, Ünlü için şunu derim: kendine has bir dil oluşturup onu her filmde farklı konularla ele alıyor. Filminde aynı kişileri kullanması da Çağan Irmak gibi filmine yağ sürmek gibi olsun diye değil. Bu cümleden sonra bence diyecektim, vazgeçtim ama şimdi de demiş oldum, içimde kalmasın. E, haklı tarafların da var, evet. Ben yine de ciyatdumanlara mahsustan selam çakıyorum, laps. :D Bir de Reha'yı dün Sevim Burak anmasında gördüm, on anki durumumu çevremdekiler anlatıyor da, sevgi ve mutluluk böyle bir şey :D Dün de Beyoğlu Mephisto'da Nuri Bilge'yi gördüm ama ona mutlulukla değil saygıyla baktım :D

    YanıtlaSil

Kuru Otlar Üstüne Üzerine

Yazarın notu: Okuyacağınız yazıda sürpriz bozacak bir yorum bulunmamaktadır. İnsanlar roman okumayı bıraktılar. Film ve dizi izlemeye deva...