Bu Blogda Ara

18 Şubat 2014 Salı

ilk şiir kitapları yazımın taslağı natamaya yetiştirmeye çalışıyorum


(evi filan kapattım kitaplar dağıldı, bazı kitaplar kaybolmuş olabilir, bu yazı yazılmayabilir, yazılırsa çok uzun bir yazı olacak, umarım tekrar yerleşik hayata geçer ve yazabilirim, yazmak istiyorum artık, siz de gaz verebilirsiniz, görüş bildirebilirsiniz, yazılar iyidir, 30 günümüz var, bu yayınladığım kısım birçok yerinden kesilmiş, bazı şeyleri buraya almadım, kestim)
 
2000’li yıllar şiirin nereye yöneldiği konusunda yapılan tartışmalar bağlamında renkli geçmişti. 2000-2010 yılları arasında şiir üzerine yapılan gerek dergi mecralı tartışmalar gerek sanal ortamda yapılan kavgalar şüphesiz şiirimizi bir mısra mesafesi kadar da olsa ileri taşımıştır. 2010’lu yıllara geldiğimizde ise bu tartışmaların, şiir üzerine düşünce yazılarının azaldığını görüyoruz. Peki, ne oldu? Şair, şiirle ilgili neden sustu? Günümüz şiirinden uzak ve akademisyenlerin ikinci yeni fetişizmi ilerleyen bir akademi, susmuş şairler hiç tat vermiyor. Bu suskunluğu bir nebze olsa bozmak, ortama çığlık veremesek bile ufak bir fısıltı vermek adına 2012-2013 yıllarında ilk kitaplarını yayımlayan on iki şairi seçtik. Şüphesiz bu yıllar arasında sadece bu 12 ilk kitap yayımlanmadı. Yayımlanan fakat elime geçmeyen, elime ulaşsa da kitaplığımda kaybolan kitaplar da var. Burada amacımız 12 şairi göğe yükseltmek ya da tenkit ederek yerin dibine batırmak değil. Amacımız günümüz şiirine ulaşmaya çalışan okura ya da ortamı anlamaya çalışan şaire, 12 şair üzerinden örnekler göstererek harita tutmak. Kitaplarını okuduğumuz şairler ve ilk kitaplarının isimleri şöyle:

Mehmet Molla, Mehmet Davut Özdal, Ekim 2011
Maaşsız, Mehmet Davut Özdal, Haziran 2013
Kemik Yasası, Emre Öztürk, Ocak 2012
Sistem Çöktü Misal Çok Yalnızım, İsmail Aslan, Eylül 2012
Büyük Şehir Kahve Molasında, Enes Özel, Ekim 2012
dünyanın en modern zebrası siyah beyaz, Davut Yücel, Kasım 2012
asdasd, Özgür Göreçki, Aralık 2012
Kırmızı Perfect, Rıdvan Gecü, Şubat 2013
İhtimal Cüce, Murat Çelik, Temmuz 2013
Sağcılık Şiirleri, Ufuk Akbal, Temmuz 2013
Tutukevleri Boyunca Ahizelerde Bırakılanlar, Kadir Yanaç, Temmuz 2013
İronika, Özgür Ballı, Ocak 2012
Aşağıdan Seveceğim Ülkeyi, İsahag Uygar Eskiciyan, Haziran 2013


Mehmet Davut Özdal

Özdal, ilk kitabı Mehmet Molla’dan iki yıl sonra Maaşsız’ı çıkardı. İki kitabını bir arada değerlendirmeyi kolaylaştıracak şekilde üslubunda pek de değişiklik yapmadı. Özdal gündelik dili şiire yediriyor fakat tatlı vermeyi ihmal ediyor. Şiir, Özdal’ın günlük dili karşısında tatminsizlik yaşıyor. Ha, bu Özdal’ın mizahı fütursuz olarak şiirde kullanma cesaretine ve bu yolda belki de ilk olmasına bir gölge düşürür mü? Bence düşürmez.

Yemekte acı biber bulaşmış elini tuvalette dokundurmandan
Dolayı cinsel organın yanıyor olabilir (Maaşsız, s.15)

kakan içine düşünce klozetten götüne
su sıçradı (Maaşsız, s.25)

Dikkat ederseniz Umut Sarıkaya tipi mutsuzluk halleri, Özdal’ın şiirinde vücut buluyor. Herhangi bir karikatürün açıklaması gibi okunabilecek dizeler. Elbette Süleyman efendi’nin nasırının Orhan Veli’nin şiirine girdiği zaman kopan bir gümbürtüyle karşılamıyoruz Özdal’ın hamlesini. Daha açık ve iyimseriz. Bunu bir deney olarak kabul etmemiz gerekiyor. Fakat şu soruyu da cevaplamak gerekir: Mizaha bu kadar yer açmak, hedefi mizah’a yöneltmek şiir mecrasında ne kadar etkili. Mizah dili zaten işlenmiş bir dildir. Yani Cemal Süreya’nın “Şiire Düşman” olan “Folklor”u neyse, mizah, günlük konuşma, vb diller de odur. Yine aynı şekilde politik söyleme angaze olmuş şiirlerde de söz konusu kurucu politik dil folklordur. Burada Özdal hazır dile konmuş olmuyor mu? Komediyi komedi olarak kabul etmeyip, komedi dilini şiire tahvil etmenin trajedisi diyebiliriz Özdal şiiri için. Ayrıca günümüzde mizah da mizahta kalmamıştır. Mizah, ekşi sözlüğün eline geçmiştir. Özdal özellikle ikinci kitabı Maaşsız’da birinci tekil şahsın ağzından ikinci tekil şahsın kulağına hitap ediyor. Fakat biraz dikkatli baktığımıza bu ikinci tekil şahsın da ben olduğunu anlıyoruz. Yalnızlık kelimesi yazılmadan, Özdal’ın yalnızlığı bu yöntemle anlatılmış kitapta.

İsmail Aslan

İsmail Aslan işçi bir şair. Hemen işçiliğin göze çarptığı bir dize ile örneklendirelim:

Neremi öptüysen orda
Bir köy var uzakta (SÇMÇK, s.24)

annem bu intiharı anlatırken kurur
erkek gibi olur
(kuruyup erkek gibi olmak annemin tabiridir.) (s.16)

Kitapta, internet, bloglar, facebook, mobese gibi teknolojik ayrıntılar sıklıkla göze çarpıyor. Bu da özfarkındalığı olan bir şair için çok normal. İnternet, iletişimin bolluğu sanatı doğrudan etkilemiştir. Dünya savaşlarının ve rejim değişikliklerinin sanatta meydana getirdiği yarığın bir benzerini getirmiştir internet. Üreten ile tüketen arasında mesafe yitmiş incecik, şeffaf bir perdenin arkasında sanatçı tüm çıplaklığı ve spekülasyonuyla kendisiyle baş başa kalmıştır. Aslan, bunu sorunsal yapan şairlerden. Fakat bu yolda yalnız değil.

İsmail Aslan vahdet-i vücutçu bir şair. Bu yüzden ona mürted diyemiyoruz. Aslan’ın Allah olan ilişkisi bizi Ah Muhsin Ünlü’ye, Cahit Zarifoğlu’na, Nesimi’ye oradan da İbn-i Arabî’ye kadar götürebiliyor. Kutsal olanla cismani olan/günah olan arasında kurduğu korelâsyondan şiir çıkarmasını başarıyor. Aynısını devlet olanla olmayan (arzu-yasa) arasında kurduğu bağla da yapabilirdi ama pek tercih etmemiş.    

Memelerin güzel ama inan Allah bitmez (s.56)

Şuramda birikmiş Allah sanki (s.49)

Allahıma bukalemunlar pigment hatasıdır
Allahıma hata sızıdır (s.45)


Rıdvan Gecü

Rıdvan Gecü bu kuşağa iki kapı açtı. Birincisi, slogana kaçmadan şiirde politik tavır nasıl ortaya konur? İkincisi şiirde ironi ile mizah arasındaki denge nasıl kurulur? Politik şiir tamlaması günümüz gençliğini ürkütüyor. Akıllara 70 kuşağını ve içine istif edilmiş sloganları, hapishane hatıralarını, yatıp çıktıktan sonra kendini içki masalarında satan entel görünümlü şairleri akıllara getiriyor. İşin aslı, şiir dilinin politik olması gerçeğidir. Poetika, başlı başına politiktir. Hayatı, yazıya geçirme uğraşında takınılan üsluba şeklini verir politika. Fakat bunun tam tersi şairi şiirden uzaklaştırmaktadır. Politik söylemi “cahil okuru” bilinçlendirme/ajite etme amaçlı olarak şiirin alt yapısı olarak tasarlamak hem şaire hem okura rasyonel bir fayda sağlamaz.


ölmemesi gerekirken ölenlerin
kanlarıyla yıkandım (s.9)

kesin hükümler içeren cümleler doğrudur.
örnek: zırkemalistten iyi şair çıkmadı çıkmaz. Şiiri bir adım ileri
ataollar yılmazlar götürür. (s.19)

seni unuttum sanma şakirt, insan erteliyor bazı
fazla kalabalık olunca başı.
şöyle yapalım,
maklubenin kaşığını düşüren bulaşıkları
hitabeti en güçlünüz beyinleri yıkasın (s.75)

İlk örnekte örgütlü olmamanın vermiş olduğu utancı şiire taşıyor Gecü. Hepimizde mevcut, tanış bir utanç bu. Bu dizeleri Lorca’ya, Üç Fidan’a, Gezi Şehitleri’ne rahatlıkla ithaf edebiliriz. Eskimeyecek dizeler. İkinci örnekte isim vererek adı politik şaire çıkmış bazı şairleri hicvediyor. Üçüncü örnekte ise uzun yıllardır ülkede etkin olan dini bir cemaati, cemaate ait sembollerle hedef alıyor. Fakat kesinlikle kinci bir tavır değil, saldırıyı şiire tahvil etmesini biliyor Gecü.

Önceki kuşakların günümüz genç şiirine yönelttikleri en büyük suçlama şiirin mizahtan, ironiden ve komediden ibaret olmasıdır. İlk bakışta haklı gibi gözüken bu suçlamanın biraz araştırma yapıldığında pek de delillere ve bilgiye dayanmadığı anlaşılır. Komik olan şeyi aktarmak mizahın görevidir. Cem Yılmaz’ın lokantaya gidip ne yiyeceğine karar veremeyen insan ve garsonun hallerini aktarması mizahtır. Şahıslar lokantaya gider elleriyle tabak işareti yaparak ortaya karışık bir şeyler ister. Burada komik bir şey yok. Fakat bu şahısların belli bir ülkede sayıca fazla olması ve mekanik olarak lokantalarda aynı hareketi yaparak garsondan ortaya karışık bir şey istemesi bir mekaniklik, hayata uymayan bir robotluk ortaya koyduğundan komik olur ve Cem yılmaz bunu anlatarak mizah yapmış olur. Biz de bu terkibe gülerek mukabele ederiz. Ya da Mehmet Davut Özdal’ın “durmadan gönlüme girdin ey yar/ daraltsam gönlümü bokun çıkar” (Maaşsız, s38) dizelerinde anlattığı durumu gözümüzde canlandırdığımızda komik bir imaj oluşur ve güleriz. İroni ise acıklı güldürüdür. Sanata dâhildir. Hayatla bir ilişkisi yoktur. Edebi bir sanat olarak da kabullenebiliriz ironiyi. 


Özgür Göreçki

Söz oyunları, dizgeyi/kelimeyi/cümleyi bozup yeniden yapma, dini alegoriler, kutsal kitap pastişleri Göreçki şiirinin temel kaynakları. Kuşağımızda Saussure ile en çok didişen şairlerden Göreçki. Bu anlamda yukarıda ironi hakkında söylediklerimizin tekrar hatırlanması ve kitabı okurken bize yardımcı olması gerekir. İronik bir şiir yazmakla kalmıyor Dada’ya mahcup bir selam çakarak ilerliyor. 


Ufuk Akbal

Ufuk Akbal, neoepik şiirin parodisini yapıyor olabilir mi? Ufuk Akbal’ın şiirini tasnif ve tefrik edilmiş bir düzleme koymadan önce onu belirlemek lazım. Ufuk Akbal parçalı bir şiir yazıyor. Epik ya da lirik diye tasnif edemeyeceğimiz bir ara tür üzerinden melez bir yapı kuruyor. Şiiri, sosyolojik göstergelerle bir yandan Osman Konuk’a diğer yandan ironik ataklarla felsefenin kalbine sürüklüyor okuyucuyu. Fakat yargı cümlesini, dir, dır eklerini çok kullanmasıyla kendi şiirini aforizmaya çevirmekten de alamıyor kendini. Bazı şiirlerinin yarısının sonu dır’la bitiyor. Bu budur, şu şudur şeklinde. 


Davut Yücel

Yarıktan ışık sızıyor, karanlığa doğru. Gözüken şeyler var. Davut Yücel görmekten tatmin olmuyor, gören/görmeye yarayan organ olmayı istiyor. Şiirini buna kuruyor. Bu anlamda Enes Özel ile akraba diyebiliriz. Enes Özel ise aynı biçimde mimari olmak istiyor. Davut Yücel’in karanlık bir arka odası var. TV, görüntü, kamera, pencere, gözlük, göz, ayna, ışık, lamba, bakış hemen hemen her şiirde geçen kelimeler.  


Enes Özel

Meselesi olan ikinci kitap Enes Özel’in kitabı bu saydıklarımızın arasından. Enes Özel Türkçe şiirdeki ilk ve tek mimari şiiri yazıyor. (Bu iddiadan sonra Ahmethan Yılmaz incelemem gerekiyor.) Doğadaki nesnelerden ziyade eşyaya/insanın biçimlendirdiği temel araçlara kuruyor çadırını. Bardak, akvaryum, asansör, koridor, merdiven, pencere, vitrin, oturma grubu, apartman, masa… Kelime seçimi bizi şiirinin kodlarına şiirinin kodları ise kendi felsefesine götürüyor.
















1 yorum:

Keşke bizi de kamyonlara koyup taşısalardı.

Keşke bizi de kamyonlara koyup taşısalardı kavunlara haksızlık oldu. Cadde-i Kebir’e bir damla kan düşmesin diye yapıldığını farz ettiğim ku...