(evi filan kapattım kitaplar dağıldı, bazı kitaplar kaybolmuş olabilir, bu yazı yazılmayabilir, yazılırsa çok uzun bir yazı olacak, umarım tekrar yerleşik hayata geçer ve yazabilirim, yazmak istiyorum artık, siz de gaz verebilirsiniz, görüş bildirebilirsiniz, yazılar iyidir, 30 günümüz var, bu yayınladığım kısım birçok yerinden kesilmiş, bazı şeyleri buraya almadım, kestim)
2000’li yıllar şiirin nereye yöneldiği konusunda yapılan
tartışmalar bağlamında renkli geçmişti. 2000-2010 yılları arasında şiir üzerine
yapılan gerek dergi mecralı tartışmalar gerek sanal ortamda yapılan kavgalar
şüphesiz şiirimizi bir mısra mesafesi kadar da olsa ileri taşımıştır. 2010’lu
yıllara geldiğimizde ise bu tartışmaların, şiir üzerine düşünce yazılarının
azaldığını görüyoruz. Peki, ne oldu? Şair, şiirle ilgili neden sustu? Günümüz şiirinden
uzak ve akademisyenlerin ikinci yeni fetişizmi ilerleyen bir akademi, susmuş
şairler hiç tat vermiyor. Bu suskunluğu bir nebze olsa bozmak, ortama çığlık
veremesek bile ufak bir fısıltı vermek adına 2012-2013 yıllarında ilk
kitaplarını yayımlayan on iki şairi seçtik. Şüphesiz bu yıllar arasında sadece bu
12 ilk kitap yayımlanmadı. Yayımlanan fakat elime geçmeyen, elime ulaşsa da
kitaplığımda kaybolan kitaplar da var. Burada amacımız 12 şairi göğe yükseltmek
ya da tenkit ederek yerin dibine batırmak değil. Amacımız günümüz şiirine
ulaşmaya çalışan okura ya da ortamı anlamaya çalışan şaire, 12 şair üzerinden
örnekler göstererek harita tutmak. Kitaplarını okuduğumuz şairler ve ilk
kitaplarının isimleri şöyle:
Mehmet Molla, Mehmet Davut Özdal, Ekim 2011
Maaşsız, Mehmet Davut Özdal, Haziran 2013
Kemik Yasası, Emre Öztürk, Ocak 2012
Sistem Çöktü Misal Çok Yalnızım, İsmail Aslan, Eylül 2012
Büyük Şehir Kahve Molasında, Enes Özel, Ekim 2012
dünyanın en modern zebrası siyah beyaz, Davut Yücel, Kasım
2012
asdasd, Özgür Göreçki, Aralık 2012
Kırmızı Perfect, Rıdvan Gecü, Şubat 2013
İhtimal Cüce, Murat Çelik, Temmuz 2013
Sağcılık Şiirleri, Ufuk Akbal, Temmuz 2013
Tutukevleri Boyunca Ahizelerde Bırakılanlar, Kadir Yanaç,
Temmuz 2013
İronika, Özgür Ballı, Ocak 2012
Aşağıdan Seveceğim Ülkeyi, İsahag Uygar Eskiciyan, Haziran 2013
Mehmet Davut Özdal
Özdal, ilk kitabı Mehmet Molla’dan iki yıl sonra Maaşsız’ı
çıkardı. İki kitabını bir arada değerlendirmeyi kolaylaştıracak şekilde
üslubunda pek de değişiklik yapmadı. Özdal gündelik dili şiire yediriyor fakat
tatlı vermeyi ihmal ediyor. Şiir, Özdal’ın günlük dili karşısında tatminsizlik
yaşıyor. Ha, bu Özdal’ın mizahı fütursuz olarak şiirde kullanma cesaretine ve
bu yolda belki de ilk olmasına bir gölge düşürür mü? Bence düşürmez.
Yemekte acı biber
bulaşmış elini tuvalette dokundurmandan
Dolayı cinsel organın
yanıyor olabilir (Maaşsız, s.15)
kakan içine düşünce
klozetten götüne
su sıçradı (Maaşsız,
s.25)
Dikkat ederseniz Umut
Sarıkaya tipi mutsuzluk halleri, Özdal’ın şiirinde vücut buluyor. Herhangi bir
karikatürün açıklaması gibi okunabilecek dizeler. Elbette Süleyman efendi’nin
nasırının Orhan Veli’nin şiirine girdiği zaman kopan bir gümbürtüyle
karşılamıyoruz Özdal’ın hamlesini. Daha açık ve iyimseriz. Bunu bir deney
olarak kabul etmemiz gerekiyor. Fakat şu soruyu da cevaplamak gerekir: Mizaha
bu kadar yer açmak, hedefi mizah’a yöneltmek şiir mecrasında ne kadar etkili.
Mizah dili zaten işlenmiş bir dildir. Yani Cemal Süreya’nın “Şiire Düşman” olan
“Folklor”u neyse, mizah, günlük konuşma, vb diller de odur. Yine aynı şekilde
politik söyleme angaze olmuş şiirlerde de söz konusu kurucu politik dil
folklordur. Burada Özdal hazır dile konmuş olmuyor mu? Komediyi komedi olarak
kabul etmeyip, komedi dilini şiire tahvil etmenin trajedisi diyebiliriz Özdal
şiiri için. Ayrıca günümüzde mizah da mizahta kalmamıştır. Mizah, ekşi sözlüğün
eline geçmiştir. Özdal özellikle ikinci kitabı
Maaşsız’da birinci tekil şahsın ağzından ikinci tekil şahsın kulağına hitap
ediyor. Fakat biraz dikkatli baktığımıza bu ikinci tekil şahsın da ben olduğunu
anlıyoruz. Yalnızlık kelimesi yazılmadan, Özdal’ın yalnızlığı bu yöntemle
anlatılmış kitapta.
İsmail Aslan
İsmail Aslan işçi bir
şair. Hemen işçiliğin göze çarptığı bir dize ile örneklendirelim:
Neremi öptüysen orda
Bir köy var uzakta
(SÇMÇK, s.24)
annem bu intiharı
anlatırken kurur
erkek gibi olur
(kuruyup erkek gibi
olmak annemin tabiridir.) (s.16)
Kitapta, internet,
bloglar, facebook, mobese gibi teknolojik ayrıntılar sıklıkla göze çarpıyor. Bu
da özfarkındalığı olan bir şair için çok normal. İnternet, iletişimin bolluğu
sanatı doğrudan etkilemiştir. Dünya savaşlarının ve rejim değişikliklerinin
sanatta meydana getirdiği yarığın bir benzerini getirmiştir internet. Üreten
ile tüketen arasında mesafe yitmiş incecik, şeffaf bir perdenin arkasında
sanatçı tüm çıplaklığı ve spekülasyonuyla kendisiyle baş başa kalmıştır. Aslan,
bunu sorunsal yapan şairlerden. Fakat bu yolda yalnız değil.
İsmail Aslan vahdet-i
vücutçu bir şair. Bu yüzden ona mürted diyemiyoruz. Aslan’ın Allah olan
ilişkisi bizi Ah Muhsin Ünlü’ye, Cahit Zarifoğlu’na, Nesimi’ye oradan da İbn-i Arabî’ye
kadar götürebiliyor. Kutsal olanla cismani olan/günah olan arasında kurduğu
korelâsyondan şiir çıkarmasını başarıyor. Aynısını devlet olanla olmayan
(arzu-yasa) arasında kurduğu bağla da yapabilirdi ama pek tercih etmemiş.
Memelerin güzel ama
inan Allah bitmez (s.56)
Şuramda birikmiş Allah
sanki (s.49)
Allahıma bukalemunlar
pigment hatasıdır
Allahıma hata sızıdır
(s.45)
Rıdvan Gecü
Rıdvan Gecü bu kuşağa
iki kapı açtı. Birincisi, slogana kaçmadan şiirde politik tavır nasıl ortaya
konur? İkincisi şiirde ironi ile mizah arasındaki denge nasıl kurulur? Politik
şiir tamlaması günümüz gençliğini ürkütüyor. Akıllara 70 kuşağını ve içine
istif edilmiş sloganları, hapishane hatıralarını, yatıp çıktıktan sonra kendini
içki masalarında satan entel görünümlü şairleri akıllara getiriyor. İşin aslı,
şiir dilinin politik olması gerçeğidir. Poetika, başlı başına politiktir.
Hayatı, yazıya geçirme uğraşında takınılan üsluba şeklini verir politika. Fakat
bunun tam tersi şairi şiirden uzaklaştırmaktadır. Politik söylemi “cahil okuru”
bilinçlendirme/ajite etme amaçlı olarak şiirin alt yapısı olarak tasarlamak hem
şaire hem okura rasyonel bir fayda sağlamaz.
ölmemesi gerekirken
ölenlerin
kanlarıyla yıkandım
(s.9)
kesin hükümler içeren
cümleler doğrudur.
örnek: zırkemalistten
iyi şair çıkmadı çıkmaz. Şiiri bir adım ileri
ataollar yılmazlar
götürür. (s.19)
seni unuttum sanma
şakirt, insan erteliyor bazı
fazla kalabalık olunca
başı.
şöyle yapalım,
maklubenin kaşığını
düşüren bulaşıkları
hitabeti en güçlünüz
beyinleri yıkasın (s.75)
İlk örnekte örgütlü
olmamanın vermiş olduğu utancı şiire taşıyor Gecü. Hepimizde mevcut, tanış bir
utanç bu. Bu dizeleri Lorca’ya, Üç Fidan’a, Gezi Şehitleri’ne rahatlıkla ithaf
edebiliriz. Eskimeyecek dizeler. İkinci örnekte isim vererek adı politik şaire
çıkmış bazı şairleri hicvediyor. Üçüncü örnekte ise uzun yıllardır ülkede etkin
olan dini bir cemaati, cemaate ait sembollerle hedef alıyor. Fakat kesinlikle
kinci bir tavır değil, saldırıyı şiire tahvil etmesini biliyor Gecü.
Önceki kuşakların günümüz genç şiirine
yönelttikleri en büyük suçlama şiirin mizahtan, ironiden ve komediden ibaret
olmasıdır. İlk bakışta haklı gibi gözüken bu suçlamanın biraz araştırma
yapıldığında pek de delillere ve bilgiye dayanmadığı anlaşılır. Komik olan şeyi
aktarmak mizahın görevidir. Cem Yılmaz’ın lokantaya gidip ne yiyeceğine karar
veremeyen insan ve garsonun hallerini aktarması mizahtır. Şahıslar lokantaya
gider elleriyle tabak işareti yaparak ortaya karışık bir şeyler ister. Burada
komik bir şey yok. Fakat bu şahısların belli bir ülkede sayıca fazla olması ve
mekanik olarak lokantalarda aynı hareketi yaparak garsondan ortaya karışık bir
şey istemesi bir mekaniklik, hayata uymayan bir robotluk ortaya koyduğundan
komik olur ve Cem yılmaz bunu anlatarak mizah yapmış olur. Biz de bu terkibe
gülerek mukabele ederiz. Ya da Mehmet Davut Özdal’ın “durmadan gönlüme girdin
ey yar/ daraltsam gönlümü bokun çıkar” (Maaşsız, s38) dizelerinde anlattığı
durumu gözümüzde canlandırdığımızda komik bir imaj oluşur ve güleriz. İroni ise
acıklı güldürüdür. Sanata dâhildir. Hayatla bir ilişkisi yoktur. Edebi bir
sanat olarak da kabullenebiliriz ironiyi.
Özgür Göreçki
Söz oyunları,
dizgeyi/kelimeyi/cümleyi bozup yeniden yapma, dini alegoriler, kutsal kitap
pastişleri Göreçki şiirinin temel kaynakları. Kuşağımızda Saussure ile en çok
didişen şairlerden Göreçki. Bu anlamda yukarıda ironi hakkında söylediklerimizin
tekrar hatırlanması ve kitabı okurken bize yardımcı olması gerekir. İronik bir
şiir yazmakla kalmıyor Dada’ya mahcup bir selam çakarak ilerliyor.
Ufuk Akbal
Ufuk Akbal, neoepik
şiirin parodisini yapıyor olabilir mi? Ufuk Akbal’ın şiirini tasnif ve tefrik
edilmiş bir düzleme koymadan önce onu belirlemek lazım. Ufuk Akbal parçalı bir
şiir yazıyor. Epik ya da lirik diye tasnif edemeyeceğimiz bir ara tür üzerinden
melez bir yapı kuruyor. Şiiri, sosyolojik göstergelerle bir yandan Osman Konuk’a
diğer yandan ironik ataklarla felsefenin kalbine sürüklüyor okuyucuyu. Fakat
yargı cümlesini, dir, dır eklerini çok kullanmasıyla kendi şiirini aforizmaya
çevirmekten de alamıyor kendini. Bazı şiirlerinin yarısının sonu dır’la
bitiyor. Bu budur, şu şudur şeklinde.
Davut Yücel
Yarıktan ışık sızıyor,
karanlığa doğru. Gözüken şeyler var. Davut Yücel görmekten tatmin olmuyor,
gören/görmeye yarayan organ olmayı istiyor. Şiirini buna kuruyor. Bu anlamda Enes
Özel ile akraba diyebiliriz. Enes Özel ise aynı biçimde mimari olmak istiyor. Davut
Yücel’in karanlık bir arka odası var. TV, görüntü, kamera, pencere, gözlük,
göz, ayna, ışık, lamba, bakış hemen hemen her şiirde geçen kelimeler.
Enes Özel
Meselesi olan ikinci
kitap Enes Özel’in kitabı bu saydıklarımızın arasından. Enes Özel Türkçe şiirdeki
ilk ve tek mimari şiiri yazıyor. (Bu iddiadan sonra Ahmethan Yılmaz incelemem
gerekiyor.) Doğadaki nesnelerden ziyade eşyaya/insanın biçimlendirdiği temel
araçlara kuruyor çadırını. Bardak, akvaryum, asansör, koridor, merdiven,
pencere, vitrin, oturma grubu, apartman, masa… Kelime seçimi bizi şiirinin
kodlarına şiirinin kodları ise kendi felsefesine götürüyor.
daha az twitter daha çok kalem
YanıtlaSil