Şiirin durumu inşallah iyidir. Şiirin durumu ile ilgili bilgi
verecek insanlara ulaşamıyorum. Buradan bakınca, bizlerin uzun zamandır
yazamadığı gerçeğine ulaşıyoruz. Çıkardığımız dergilerin tadı tuzu kaçtı. Yaşlar
kemale erdi, evlilik akitleri imzalandı, ilk çocuklar gelmeye başladı, hakikat
perdelendi, kelimeler yeni anlamlarına büründü, maaşlara zamlar bekleniyor,
torbacının içeriden çıkması, içeriden çıkıp değişik bitkiler getirmesi umuluyor. Şiir
evlatları şiir babaları oldu, şiir bebelerini yetiştirmek için tesisler kurdu,
şiir bebeleri şiirini şiir babalarına sevdirmek için bazı çabalar gösterdi,
bazı yanlışlar yaptı, buradan bakınca. Fakat yeni kuşak, şu 95’liler, eğer şiir
yazıyorlarsa, yani şiir yazılmaktaysa, nerede yazılmakta, neden bize
ulaşmamakta, biz neden her hafta tüm kaynaklara bakarken bunları görmemekteyiz.
Her gece twitterdan “şiir” yazıp aratıyorum. Aramaktayım. Şiirin durumu
inşallah iyidir. Fakat biz iyi değiliz. Kitaplarımız var iyi değiliz. Şair arkadaşlarımız
var iyi değiliz. Zaten artık şiir de konuşmuyoruz. İlişkileri konuşuyoruz. Bizi
Everest’ten geçirecek, bizi Doğan’a ulaştıracak ilişkiyi, bizi Metis’e ram
edecek dergiyi araştırıyoruz. İstanbul
Art News’e binsen mesela, abi Everest’ten,
hani şu Enis Batur’un yayın yönetmenliğine getirildiği yayınevinden geçer mi
desen, İstanbul Art News’in editörü, yakından geçiyor kardeş, az yürüyeceksin
dese. Fakat İstanbul Art News’e nasıl
bineceğiz. Selamsız’dan geçmiyor ki. Biz ancak OT Dergisi’ne binip Dedalus
Yayınları’ndan iniyoruz. Natama’ya
biniyoruz, meğer yanlış binmişiz, Pan
Yayıncılık’ın önünden indiriyorlar. Ahmet Güntan’a binmeye çalışıyoruz, yer
kalmamış, Bayrampaşa’da soğukta bekliyoruz. Gibi gibi ilişkiler konuşuluyor,
hesaplar kitaplar.
Dün Cağaloğlu’na uğradım, dağıtımcılardan indirimli kitap
aldım, aralarında Sinem Sal’ın Yine de Âmin
isimli şiir kitabı da vardı. Bugün bir kafede oturup okudum. Şimdi evvela
altını çizeyim, bu yazı boyunca bu kitabı aşağılayacağım. Hassas insanlar
yazının bu aşamasından sonra siktir olup gidebilirler. Derdi olan insanlar ise
biraz sabrederlerse şiir ile ilgili bazı püf noktaları öğrenirler. Yine de Âmin şiir nasıl yazılmaz’ın, bir
insan şiir yazarak kendini ve birçok önemli insanı nasıl kepaze eder’in canlı
örneği. Bunu belirtiyorum çünkü yarın Enis Akın, “kolay hedeflere saldırmak
kolay adamların işidir” diyecek. Enis Akın’ın pratik düşüncelerini çok severim.
Kolay hedefe saldırmıyorum. Türkiye şiir piyasasındaki şairlerin %99’unu temsil
eden bir özneye saldırıyorum. Her kitap için ayrı ayrı yazı yazmak demek bir
yılda 900 yazı yazmak demek ki bunun oldukça zor bir çaba olduğu aşikâr.
Üstelik kitabın önünde Murat Menteş editörlüğünü/kefaletini, arka kapağında
Murat Uyurkulak övgüsünü/kefaletini de hesaba katarsak, belki de ilerde götümün
kesilmesi ihtimali olan bir yazı kaleme alıyorum. Ya bunlardan biri beni Orhan
Koçak’a şikâyet ederse, Orhan Koçak da beni bitirirse…
Şiir eleştiri entelektüel birikim ister, muhakeme kabiliyeti
ister. Mümkündür. Fakat manzume (şiir gibi gözüken düzyazı/ romantik deneme)
eleştirisi mümkün değildir. Bir şeyin neden yanlış olduğunu açıklamak güçtür. Bir
şeyin neden olmadığını açıklamak ise imkânsıza yakındır. Şiirle uğraşmak güçtür,
manzumeyle uğraşmak imkânsızdır. Anlatabiliyor muyum acaba? Türkçe şiir birçok
merhale geçirdi. Türkçe, şiirle değişik biçimlerde imtihan edildi. Türkçe bu
anlamda tecrübeli bir dil. Türkçe’nin başına gelen en güzel şeylerden biri olan
Ece Ayhan’ın da dediği gibi, Türkçe’nin başına gelen en güzel şeylerden biri
olan Cahit Zarifoğlu’nun da dediği gibi, Türkçe’nin başına gelen en güzel
şeylerden biri olan Ergin Günçe’nin de dediği gibi. Aruz, Hece, Garip Devrimi,
İkinci Yeni Depremi, Lirizm, Doksanlar Kıpırtısı, İkibinler Deneyselliği,
Görsel Şiir, Teknolojik Şiir… Son yıllarda birçok şairin yayınladığı
manifestolar, deneyler, bireysel kışkırmalar. Sanki bunca şey olmamış gibi
Sinem Sal, yetmiş sayfa boyunca lirik bir goygoyun peşine takılmış gitmiş.
İnsan kendinden utanmasa bile konuştuğu dilden utanmaz mı yav? İnsan bu kadar
mı yaşadığı çağdan kopuk olur, bu kadar mı kendi dilinin şiir tarihinden
bihaber olur, bu kadar mı dil felsefesi hakkında zerre kadar bir birikimden
yoksun olur. Kitap konvansiyonel tarzda yazılmış 15-20 şiirden müteşekkil. Kıtalarla
yazılmış, küçük harfle başlamış falan filan. Bi kere bile dil ile ilgili bir
deneye girilmemiş, kendine has bir ifade tarzı geliştirme çabasından uzak bir
kitap. Buna rağmen sosyal medyada şiirine laf edenlere karşı da fütursuz,
cesur, saldırgan. Az yukarıda bu cesareti kimlerden aldığını yazmıştım. Bizler televizyonda
50 kelime ile konuşanları hor gören insanlarız. Sinem Sal 20 kelime ile bir kitap
yazmış. Gerçekten abartmıyorum, kitaba göz gezdirdiğimde her şiirde kalp kelimesinin
geçtiğini görüp işaretlemeye başladım. Sonlara doğru aynı zamanda kuş
kelimesinin de yoğun kullanıldığını fark edip tekrar başa döndüm. Bu kez DÜNYA
ve insan kelimelerinin yoğun kullanımıyla karşılaştım. Şok oldum. Bir kelime
haritası çıkardığımızda, bütün kitap KALP, KUŞ, DÜNYA, ÖLMEK (CENAZE), İNSAN,
AĞAÇ, ÇİÇEK, GÖK, AĞIZ, ÖPMEK, ÖLDÜRMEK, GECE, ALLAH, TANRI, AŞK CENNET
kelimelerinden oluşuyordu. Hatta bazı kelimeler, mesela kalp, insan, DÜNYA aynı
kıtada bile geçiyordu. Yani goygoy bir yerde geçip tükenmiyor, arka sayfada
aynı şekilde tekrar başlıyor. Yav bir şair 70 sayfalık kitapta 64 kere KALP
kökenli kelime (kalp, kalbim, kalbimden) kullanır mı? Zaten ayağa düşmüş olan
bu kelimelerden şiir yapmaya utanmaz mı? Hadi yaptı, o editör, o yayınevi bunu
fark edip ne yapıyorsun sen acaba diye düzeltmez mi, uyarmaz mı? Okur bu kadar
ayaklar altına alınır mı? Bunlarda hiç estetik, izan, merhamet yok mudur?
gülümseyerek küfredip DÜNYAya/
dedim ben de varım içinde. (s.7)
adak ağacı gibi
bağlanıp DÜNYAya/ dedim gerçekleşebilirdim. (s.7)
öyle uğursuz taşıydım
ki DÜNYAnın (s.8)
kaçıp kara delikten
uzay aracı gibi/ inip DÜNYAya (s.8)
kalbinden fırlamak
istiyorum artık
uzay boşluğunda taşa
dönüşmek/
ve hızla geri dönüp
parçalamak DÜNYAyı (s.10)
insan kılığına girmeyi
beceremiyorum artık/
DÜNYAya sokulmak için
benzemeyi bilmek (s.10)
Aramla DÜNYAya bir
yanan köprü koydu (s.11)
evladım/ ben o
kudurmuş köpeğiyle çok uyudum DÜNYAnın /
uzaklardan çağrıldım
bir sonum var/ DÜNYAya alışmak gibi(s.13)
beni sabra erdiren
acıya ve işkencesine DÜNYAnın (s.14)
kökümü kurutup
savrulduğum DÜNYAya (s.15)
DÜNYA acı için müsait
durak, şurada inelim( s.17)
vira vira çek parçala DÜNYAyı.
(s.17)
DÜNYAya dahil olmak
bunu eder insana(s.22)
yani burada dayanamıyorum
ben DÜNYAya (s.23)
uzağında kalmadan DÜNYAnın
tam da ortasında (s.24)
anlayıp nurunu DÜNYAnın
ve hikmetin bataklığın (s.25)
DÜNYA infilak
edecekmiş (s.28)
Bir çiçek dürbününden
DÜNYAya bakıyorum (s.41)
DÜNYA sabır taşı sanki
(s.42)
DÜNYAya bağırıyorum,
kobayın olayım sev beni (s.43)
Sıkıldınız mı? Bu daha yarısı, diğer yarısı kitapta. 70
sayfalık incecik kitabın her sayfasında dünya ile ilgili aforizma var. Tam tamına
35 kere kelime sıkıntısı çektiği yere DÜNYA kelimesini getirmiş. 64 kere KALP.
26 kere ÖLÜM. 16 kere KUŞ. AŞK, ALLAH, TANRI. Arapça Allah ile Türkçe Tanrı
arasında da gidip gelmiş, adeta şirke koşmuş. Sonra dayanamayıp ikisine tapmış.
Çünkü manzumeci için kelime nesne değildir. Manzumeci için kelime insanın içinde
barındırdığı anlamı dışarıya çıkarmak için bir vasıtadır. Şair için kelime
nesnedir. Şairin nesne ile seviyeli bir ilişkisi vardır. Çünkü Sartre ne der?
Kelime şiirde nesnedir der. Sartre böyle dediği için böyledir. Bunun başka
sebebi yoktur. 70 sayfalık şiir kitabında 35 farklı yerde kendisiyle çelişerek
DÜNYAyı kullanan birinin şiirle işi olamaz. Ne diyor Edip Cansever? Belli ki susmak yaratılmamış şekliydi
dünyanın. Dizedeki dünyanın üzerinde yaşadığımız küreden ziyade dizenin
içinde bambaşka bir nesne olduğunu görebildik mi acaba? Mahalledeki teyzemin
kullandığı dili biraz teşbihle yağlayıp iki yumurta kırarak yazılmıyor şiir. Dil
işçiliği istiyor. Dili mesele yapmak istiyor. Dilin yapısını evlat acısı yapmak
istiyor. Bakınız allahınızı seversiniz şu yukarıda, morgda dizdiğim cümleciklere,
hangisi şiir gerilimi barındırıyor, hangisi şaşırtıyor, ürpertiyor? Edip
Cansever’in Çağrılmayan Yakup şiirinde 43 kere Yakup kelimesi geçiyor. Hangi
biri sizi rahatsız etti. Bu ritim hanginize battı acaba? Günlük konuşma dili bile
değil be bunlar. Hiç sevmem şiirlerini ama Didem Madak en azından günlük dilden
beslenirdi. Bunlar ancak bir aşk mektubunda geçebilecek cümleciklerin azıcık
çeki düzen verilmiş lirik halleri. Her şiirde aynı leş kelimelerle aynı ezik
duyguların farklı kombinasyonları ne zamandır şiir oldu. Şiir ne zamandan
beridir 100 kelimeyle yazılır oldu. Utanın utanın. BİZİMLE DEĞİLSİN SİNEM
“Nasıl yazarsınız bu pislikleri o tertemiz insanlara. Onların
şiire, postmodernizme, yapısalcılığa ihtiyacı var. Onlara yardım edeceğinize onlarla
dalga geçiyor, küçük görüyorsunuz. Hiçbir işe yaramayan, asalak gibi yaşayan
sizlerden nefret ediyorum. Eğer anlayacağınızı bilsem yüzünüze tükürmek
isterdim, siz ondan da anlamazsınız..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder