Bu Blogda Ara

3 Ekim 2015 Cumartesi

Jako Van Dormael’in Yeni Ahit ( The Brand New Tastament) Filmi

Filmekimi kapsamında bugün Beyoğlu Sineması’nda Mr. Nobody filminden tanıdığım yönetmen Jako Van Dormael’in Yeni Ahit ( The Brand New Tastament) filmine gittim. Koltuk birazcık hüzünlü bir yerdeydi ama olsun, boyun bükerek izlediğimize değdi çok şükür. Tanrı Brüksel’de bir apartmanda karısı ve kızı ile birlikte yaşamaktadır. Alkoliktir ve diğer aile bireylerine şiddet uygulamaktadır. 10 yaşındaki kızı evden bunalır ve kaçmaya karar verir. Kapısız ve penceresiz olan bu evden ancak çamaşır makinesi ile kaçabileceği haberini rahmetli ağabeyi İsa’dan öğrenir ve dünyaya düşer. Hedefi 6 tane daha havari bulup annesinin isteğini yerine getirmektir. Bundan sonrası ise tamamen yönetmenin zekâsına bırakılır ve kurgu çatır çatır ilerler. Çatır çatır ilerleyen ve metafiziği mevzu edinen bu kurguyu Mr. Nobody filminden hatırlıyoruz. Dünyadaki bir kuru temizleme dükkânına ait çamaşır makinesinden çıkan çocuk (buradaki vajina göndermesi açık fakat sokağa çıkar çıkmaz yağmur yağmasını anlamadım, Tanrı da aynı şekilde dünyaya geldiğinde yağmur yağıyor, vaftizi simgeliyor olabilir) önceden belirlediği havarileri aramaya koyulur. Dramatik ironi burada çok ustaca planlanmış şekilde (yönetmen aynı zamanda oyun yazarı olduğu için bu mevzularda becerikli) işler. Bu aşamadan sonra normal bir filmde ya da hayatta gördüğümüz alelade diyebileceğimiz sözler, dramatik ironi etkisiyle seyirciye çarpar. Seyirci bazen güler (güldüm) bazen ağlar (ağladım). Normalde bir insanın başka bir insana ben ağlayamam ama insanların iç müziğini duyabiliyorum demesi alelade ve lirik gelebilir bize. Fakat olayda ne zaman öleceğini bilen kolsuz güzel kadın ağlıyor ve kendisini Tanrı’nın kızı olarak tanıtan kız çocuğu bu sözleri söylüyorsa insan etkileniyor tabii. Çocuğun hedefi yeni bir ahit yazmak değil aslında, yepyeni bir ahit yazmak. Bunun içinde abisi Rahmetli İsa’dan aldığı öğüdü dinliyor. İlla sen yazmak zorunda değilsin, birilerini bul yazdır. Hatta kendi başlarından geçen şeyleri yazsınlar, anıları falan. Sokakta kalan bir amcayı kâtip olarak yanına alan Çocuk, havari havari dolaşıp, başlarına gelen şeyleri anlattırıyor. Bunu da kutsal kitaba yazdırıyor. Bu arada bazı yerlerde çocuk tanrı anlatıcı pozisyonunda havarilerin özgeçmişini okuyor, onları tasvir ediyor, bu tasvirlere baktığımızda yönetmenin asıl maksadı anlaşılıyor. Yönetmen asıl kutsal sözleri, mecaz aracılığı ile kuvvetlendirerek salondaki seyirciye söylemiş oluyor böylelikle. İlk havariyi tanıtırken onun güzelliğinden şöyle bahsediyor: Gülüşü, sedef boncukların mermer merdivenlerden düşüşü gibi. İzlenmedi gereken önemli bir film. Türkiye’de neden yaşanmaz sorusuna “çünkü onun dışında sanat” yapılıyor cevabını düşündürtmesi açısından muazzam. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Keşke bizi de kamyonlara koyup taşısalardı.

Keşke bizi de kamyonlara koyup taşısalardı kavunlara haksızlık oldu. Cadde-i Kebir’e bir damla kan düşmesin diye yapıldığını farz ettiğim ku...