İthaki Yayınları’nın Virginia Woolf’un koruma süresi biten
bir kitabını çevirip basarken özgeçmiş kısmında kimi komiklikler yaptığı geçen
hafta ortaya çıktı. Bunun üzerine özgeçmişteki ifadelerin eril bir dil muhteva
ettiği gerekçesiyle kimi kadınlar örgütlenip yayınevinin bürosunun bulunduğu
apartmana girip yayınevinin kapısına mor boya ile çarpı işareti attılar, kapıya
afiş asıp eylem yaptılar. Olay bu şekilde basına yansıdı. Fikrimce İthaki
Yayınları Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen “Kişinin Hatırasına Hakaret” suçunu
işlemiş ve Fikir Ve Sanat Eserleri Kanunu’nda düzenlenen, Uluslararası Bern Sözleşmesi’nde
korunan yazarın manevi haklarını ihlal etmiştir. Yayınevini basan kadınlar ise
Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen Mala Zarar Verme Suçunu ve Konut Dokunulmazlığının
İhlali suçlarını işlemiştir. Hukukun resmi yöneticiler tarafından kısa da olsa
bir süreliğine askıya alındığı ülkelerde, terörün yukarıdan aşağıya sirayeti
her daim mümkün olmaktadır. Halk, hukuk yolları ile çözemeyeceğine inandığı
vakalarda kendi hakkını kendisi almaya çalışır. Eğer Türkiye Cumhuriyet,
anayasasında belirtildiği gibi bir hukuk devleti olsaydı, bu vakada yapılması
gerekenleri şöyle açıklayabiliriz:
Fikri Mülkiyet bahsinde yazarın sadece mali değil, manevi
hakları da bulunmaktadır. Üstelik manevi haklar, mali haklar gibi devredilemez
de. Yazara sıkı sıkıya bağlı haklardandır. Öldükten sonra da devam ederler.
Mirasçıları 70 yıllık koruma süresinden sonra da manevi hakları zedelenen
yazarın haklarını dava yoluyla arayabilirler. Hatta ve hatta yazarın mirasçısı
yoksa Kültür Bakanlığı da manevi hakları ihlal edilen ölü yazar için ihlal
edene dava açabilir. Her ne kadar FSEK’te açık açık ifade edilmemiş olmasa da
Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerden olan Edebi ve Sanatsal Eserlerin Korunması için Bern Konvansiyonu’nda
yazarın manevi hakları “eserin yazarı olarak tanınma hakkı, eserin
değiştirilmesi ve bozulmasına, yazarlık
onuru ve ününe zarar verebilecek aşağılayıcı eylemlere engel olma hakkı”
şeklinde sıralanmıştır. Yayınevleri çevirdikleri kitaplarda özgeçmişe yer
vermeyebilirler. Yazarın adının belirtilmesi yeterlidir. Hatta bazı Türk
yazarlar kendi özgeçmişlerini parodik hale getirmekte sakınca görmemektedirler.
Yazarın yaşarken müstear isimle kitap basma hakkı, kendi özgeçmişini
komikleştirme hakkı elbette vardır. Fakat yazar Türk vatandaşı olmayan bir
yazarsa ve üstelik ölüyse, çevrilen kitapta, yayınlanan özgeçmişin niteliği
tartışma konusu olabilir. Eğer komik olacağım diyerek gülünç olunuyorsa, ironi
yapacağım diye istihza ediliyorsa ve bunlar arasındaki fark, tıpkı her
Kadıköylü genç entel gibi birbirine karıştırılıyorsa, mevcut durum içinden
çıkılmaz bir hal alacaktır. Kadıköy suyu içmiş her anarşistin aslında liberal
olması, her underground edebiyatçının lağımcı olması gibi, her ironik eylem de
kendini fars halinde bize gösteriyor. Dolayısı ile acil bir şekilde yazarın
eğer mirasçısı var ise, yayınevine derhal üç dava açması gerekiyor. Birincisi
Türk Ceza Kanunu madde 130/1: “Bir kimsenin öldükten sonra hatırasına en az üç
kişiyle ihtilat ederek hakaret eden kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya
adlî para cezası ile cezalandırılır. Ceza, hakaretin alenen işlenmesi halinde,
altıda biri oranında artırılır.” İkincisi ise Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk
Mahkemesi’nde Müdahalenin Meni Davası. Üçüncüsü de tazminat davası. Böylelikle
yayıncılar, yazarlarla çalışırken, koruma süresini bir gasp aracı olarak
kullanmamayı öğrenirler kanaatindeyim.
Av. Cihat Duman
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder