Gaspar Noe’nun son filmi Love’ı metafizikte yeni bir yarılma
mı yoksa bize vaadedilen cennetin simülasyonu olarak mı algılamalı. Enter The
Void’de ruhun kendine zigot arayışını rahme yerleştirilen kameradan izlerken
Atlas Sineması’nda, gece seansında, o dev ekranda,, bana saldıran (daha evvel
kurulmamış bütün imgeler saldırgandır) imgeye müdafaa sergilerken de
düşünmüştüm metafizik yarılışı. Love, mistik bir film. Love’da kullanılan
mimari, o kusursuz kıvrımlar (özellikle iki dişil yapının birbirine zıt mimarileri,
deri renginden tutalım taa göğüs kafesi ölçülerine kadar) bizi bir ahiret
olduğu inancına itiyor: Hatırlıyoruz. Love’da düşünce çırılçıplak
bırakılmıştır. Saykodelik film kervanına dâhil bir film Love. Narkotik
mineraller yuva yıkıyor, yuva kuruyor. Yıkıcı ve kurucu etki taşıyor.
Yapılamamış bir günah çıkarma töreni yerine somut bir nesne ikame ediliyor.
Gaspar Noe’nun tema olarak ilahi aşkı seçmesi, bu temayı
aktarmak için de insan bedenlerini mimari bir gerçek olarak ortaya saçması
kuşkusuz senenin en büyük sürpriziydi. Benim de yıllardır sanatta aradığım,
yokluğunu yadırgadığım -nasıl diyim- adeta bir Catherine Breillat idi. Bu
bağlamda Lars von Trier ne kadar maddeci ise diğer ikisi o derece mana
peşindedir. Trier’in Cioranist Sinizmi belli bir dozdan sonra
arabeskleşebiliyorken Gaspar Noe hakikatin ardından bir derviş olarak
izleyiciyi bir kısmı gözükmeyen âleme çekip ışıklandırabiliyor. İşte tam da
burada Spinoza’cıl bir beden-tanrı denklemi ile yüz yüze kalıyoruz. Ne ararsan
var aq.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder