Bu Blogda Ara

1 Temmuz 2012 Pazar

Onca Yoksulluk Varken






Dildeki zehri fark eder etmez metni terk edemiyorum. Kurmaca, zaten başlı başına ters yüz eden bir evren. Bir de üstelik zehirli bir dil kullanılmışsa yazarın dil dağarcığı, okurun dil dağarcığıyla boğuşma halinde kalır. Bunun bir sonu yok. Kazanan ve kaybeden kayıptır. Alışılagelmişi sarsan, kesinliği olmayan, anlamı parçalı halde ileten veya iletmeye niyeti olmadığını belli eden yazarlar vardır: Beckett, Salinger, Refik Halid Karay, Oğuz Atay, Kurt Vonnegut, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi. İşte bu yazıyı yazdıran Emile Ajar’ın Onca Yoksulluk Varken[1] kitabı, yukarıda bahsettiğim anlamda beni zehirleyen bir kitap oldu. Metinle kurduğum ilişkinin yanı sıra Emile Ajar’ın okuduğum diğer zehirlilerle olan ortak yönleri ve ayırt edici özellikleri beni etkiledi.
Serbest dolaylı anlatımın birinci tekil şahsın ağzından anlatıldığı türü etkileyicidir (buna serbest dolaysız anlatım diyelim). Fakat burada anlatımın gücüne güç katan ikinci bir etken daha var: Kitabın künyesinde yazar olarak gözüken Emile Ajar’ın da kurmaca olması. Çünkü Emile Ajar, Romain Gary’nin müstear adı. Hani şu Godard’ın ünlü Serseri Âşıklar (À bout de souffle- 1960) filminde kalpleri mengeneye alan Jean Seberg’in kocası. Ki kendisi Seberg’in intiharından üç yıl sonra bıraktığı intihar notunda “İntiharımın Seberg’le bir ilgisi yoktur.” diyebilmiştir (son cümlemdeki Ece Ayhan etkili kan bilerek akıtıldı). Barthesçı bir “Yazarın Ölümü” burada tüm mecazlarından iki kere -hem müstearla yazarak adı yok etmek, hem de bedensel intihar ile dünyaya son vermek- gerçekleşiyor.  
Ölü bir orospunun oğlu olan Momo (13), kendi ağzından başından geçenleri anlatmaktadır. Momo, fahişelerin doğum yapmasının yasak olduğu Fransa’da yanlışlıkla doğan orospu çocuklarına bakıcılık yapan Madam Rosa’nın evinde diğer orospu çocukları ile birlikte kalmaktadır. Rosa, eski orospulardandır ve olayın geçtiği zamanlarda hasta ve yaşlıdır. Momo, zamanla annesinin ölümü ile gerçeği öğrenir. Ayrıca babasının çıkıp gelmesi onu hiç şaşırtmaz. Hatta hesaplaşma gereği bile doğmaz. Çünkü Momo, yersiz yurtsuzdur. Uzun uzun anlatmak yerine deliller eşliğinde haz ve ibret ile ilerlemek gerekiyor. Aşağıda romandan bazı bölümler benim ekleyeceğim şerhler ile birlikte verilecektir:
Böylece her yıl 3.000 köpeğin sevgisizlikten öldüğünü anlattı.” (s.2)
Rosa, Momo’yu dizinin dibine oturtarak Fransa’da tatile çıkanların köpeklerini bahçelerine bağlayıp gittiğini anlatıyor. Bundan dolayı 3.000 köpeğin öldüğünü rakam bildirerek anlatmak Rosa’nın Yahudi olması ve Hitler’in elinden kıl payı kurtulmasıyla da ilişkilendirilmiş oluyor (bu durum romanın başka yerinde açıkça anlatılmış, hatta Rosa’nın Hitler’in fotoğrafını duvara astığını ve ona bakarak sakinleştiğini de müşahede ediyoruz. Foucaultcu bir faşizm isteği var). Ayrıca köpeklerin bu durumda açlık yerine sevgisizlikten öldüğünün belirtilmesi (sevgiye aç) tam bir kapalı ironi.
“Uzun zaman arap olduğumu bilmedim çünkü kimse beni aşağılamıyordu.” (s.3)
Momo’nun anne ve babası Müslüman. Rosa’dan, Momo’yu Müslüman geleneklerine göre yetiştirmelerini istemişler. Yukarıda alıntılanan cümle, devrin Fransası’nda gettolarda yaşayan Cezayirlileri, genel anlamda ırkçılığı ve nefret söylemini taşıyabilen bir cümledir. Bu anlamda minör bir edebiyattır Emile Ajar’ın yaptığı. Politik bir mesele ilettiği için değil ifade ediş tarzı, sesi konuşan özneden alıp anonim ve “kişisel-öncesi” bir söyleyişe yerleştirdiği için politiktir (Deleuze’ün kolektif kurgu dediği şey bu işte).
“Madam Rosa’nın evinde hemen hemen hepimiz orospu çocuğuyduk.” (s.4)
Madam Rosa, bu işi para karşılığında yapıyor. Çocukların aileleri her ay Rosa’ya içinde para olan zarflar gönderiyorlar. “Orospu nedir biliyor musun? Kendilerini kıçlarıyla savunan insanlardır[2].” Roman boyunca anlatıcı çocuk tarafından fahişelerin eylemi bir savunma biçimi olarak anlatılıyor. Üreme organının belirtilmemesi ilginç. Emile Ajar, Koca Tembel[3] adlı romanında ise “idrar yolları organları ile yapılan zina[4]diyerek lümpen pezevenklerin sosyal zinalarına gönderme yapmayı ihmal etmiyor.
“İnsanın hiçbir zaman bacakları olmaz içinde.” (s. 35)
Serbest dolaysız anlatımın belki de en keskin yeri burası. İç dünyasından, düşüncelerinden kaçmak isteyen bir çocuk tam bir edip veya filozof edasıyla konuşturuluyor. Kendinden kaçamamanın bacakları. Gregor Samsa’nın bacakları. Eğilip kendi yanaklarından öpememenin bacakları.
“Bi kere o bi aslan değil, dişi aslan.” (s. 47)
Halüsinasyon. Replik. Fakat burada kayda değer olan,  aslan gibi eril bir hayvanın dişi olanının altının bir çocuk tarafından çizilmesi. Müspet cinsiyetçilik. Çiftleşme sonrası erkeğini yiyen dişi peygamberdevesinin haklılığı. Küçük ölüm.
“Bana hep garip gelen gözyaşlarının doğmadan önce programlanmış olmasıdır. Bu demektir ki ağlayacağımız önceden saptanmış.” (s. 55)
Ağlama, belki de Marguerite Duras’ın Yaz Yağmuru[5]’ndan sonra en çok gözyaşı, bu romanda dökülüyor. “O kadar ağlıyordu ki çişim geldi[6].” Momo’nun çişi, sessiz gözyaşlarının uyarısı sonucu geliyor. Çişşşşşşşşşşş. Daha çok ağlayabilmek için çok su içen insanlar.
“Ondan sonra, Printemps’den bir çift eldiven yürüttüm, gittim onları bir çöp tenekesine attım, iyi geldi.” (s. 68)
Sıkıntıyı, faydasız düşünceleri, gelecek kaygısını ve mağduriyeti dizge dışı davranarak bedenden atma biçimi. Suç. Her tarafın çare ile dolduğu ve çaresizliğin lüks olduğu bir zamanda yaşanıyor. Mesela parasızlık en büyük lükslerden. Eylemsiz kalabilmenin şık bir gerekçesi. Çalıntı emtianın -ki özelleştirilmiştir- kamu çöplüğüne atılarak tekrar kamusallaştırılması. Çöp, eşitlik ilkesinin - belki de sosyal devlet ilkesinin- önde gelen nişanelerindendir.
“İnsan acı çekince gözleri büyür, eskisinden daha anlamlı durur.” (s. 71)
Bakınız: Cahit Zarifoğlu ve Oğuz Atay’ın sıradan gençlik fotoğrafları ile yaşlılık fotoğrafları arasındaki boşluğa bakış farkı. Düzenli yapılan yetimhane ziyaretlerinde 14 yaşında doğmuş çocukların 70 yaşında gözleri. Bakınız.
“Bir tek palyaçoların yoktur yaşam ve ölüm sorunları, çünkü onlar dünyaya aile yoluyla teşrif etmezler. Doğa yasalarının dışında yaratılmışlardır ve hiçbir zaman ölmezler, yoksa komik olmazdı.” (s. 74)
Dünyada bir ölüden daha komik bir şey olamaz diyen yazarı unuttum. Beckett değilse eğer Ionesco’dur. Palyaço bir nevi “travesty”. Güncel anlamda kullanılan travestiden bahsetmiyorum. Komedi kuramında kavramsallaşan ve yabancılaştırma etkisi yaratan bir kılık değiştirme. Kurmaca, yani maske ardından konuşmak, kendine itimadı olmayanların sığınağıdır.
“Rosa’nın elini tuttuğum zamanki kadar bir daha hiç dilememiştim polis olmayı, öylesine güçsüz hissediyordum kendimi.” (s. 94)
Momo, kaçak doğum yapmış bir orospunun oğlu olması sebebiyle polisten korkuyor. Madam Rosa’nın evinde diğer orospu çocuklarıyla birlikte yaşadığı ortaya çıkarsa o ve arkadaşları yetimhaneyi boylayacaklar. Polis, devlet iktidarının güç göstergesi olarak her tarafta gösterilen bir şey. Babam polistir, babam polistir. Sadece polis olmak istenmez bu durumlarda. Polisin maddi ve manevi işkencesine de ihtiyaç duyulur.
“Kolera suçsuz bir hastalıktı.” (s. 100)
Kolerayı şahsileştirmek. Kolera virüsüne karşı üretilen virüsler, sayıca fazla olmaları nedeniyle çoğu zaman savaşı kazanırlar. Aşı dediğimiz şey, yararlı virüslerin bedene demokrasi getirmek adına zavallı kolera virüslerini faşistçe katletmeleridir.
“Doğanın yavaşça boğazını sıktığı, gözleri yuvalarından fırlamış yaşlıları kürtaj etmek yasaktır.” (s. 111)
Temelde romanın önerdiği iki kavram var. Birisi orospuların yaptığı cinsel eylemi bir savunma biçimi olarak üretmek (yukarıda değindim), diğeri de ötenaziyi kürtajla açıklamak. “Hayır, Momo’cuğum bunu yapamayız. Acısız ölümü kesinlikle yasaklar yasalar. Burası uygar bir ülke. Neden söz ettiğini bilmiyorsun sen[7].” Momo, hastalanan Rosa’nın çektiği acıların son bulmasını istemektedir. Bu arada romanın bu bölümünde küçük Momo’nun yaşlı ve hasta Rosa’ya karşı hissettikleri belirmeye başlar. Bu tipik bir aşktır. Aşkla birlikte gelen öldürme isteği. “Annem kürtaj olmadığı gün, bir cinayet işledi[8].”
“Mösyö Hamil henüz aramızdayken öbür dünyayı garanti edenlerin şairler olduğunu söylerdi hep.” (s. 114)
Ölümü sigortalayan, öbür dünyayı garantiler.
“Neden bazı insanların her şeyi vardır? Hem çirkin, hem yoksul, hem hastadırlar da bir takım insanların hiçbir şeyi yoktur, anlamıyorum.” (s. 155)
Tersinden mülk. Çirkin, hasta, yoksul ve benzer haller tarafından konuşmak bir tür minör edebiyattır. Beckett’in sakat karakterleri yazarın söyleyemeyeceklerini çok büyük bir şiddetle söyleyebilirler. Anlatıcı, anlatıcı maskesi ardında normal bir bireyin söyleyebileceği şeyleri sakat, yoksul ve hastalara söyletir. Örneğin Beckett’ın Molloy adlı karakterinden bir cümle alıntılayalım: “O zaman anladım, biri sağlamlar, biri sakatlar için iki yasa olmadığını; hayır, zenginlerle fakirler, gençlerle yaşlılar, mutlularla mutsuzların uymak zorunda olduğu tek bir yasa vardı[9].”
“Gece üşüdüm, kalktım gittim, Madam Rosa’nın üzerine bir battaniye attım.” (s. 176)





[1] Emile AJAR, Onca Yoksulluk Varken, (Çev. Vivet Kanetti), İstanbul, 2009.
[2] Onca Yoksulluk Varken, s. 10.
[3] Emile AJAR, Koca Tembel,(Çev. Müntekim Ökmen), İstanbul, 2011.
[4] Koca Tembel, s. 78
[5] Marguerite DURAS, Yaz Yağmuru (La plue d'êtê), (Çev. İsmail Yerguz), İstanbul, 2008.
[6] Onca Yoksulluk Varken, s. 11.
[7] Onca Yoksulluk Varken, s. 168
[8] Onca Yoksulluk Varken, s. 160
[9] Samuel BECKETT, Üçleme (Molloy/ Malone Ölüyor/ Adlandırılamayan), (Çev. Uğur ÜN), (2. Basım), İstanbul, 2011, s. 23

Cihat Duman, Mesele Dergisi, Haziran 2012

1 yorum:

  1. Köpeğini o kadar seviyordu onu satıp parasını kanalizasyona atmıştı momo.Salya sümük okuduğum kitaplardan Onca Yoksulluk Varken...

    YanıtlaSil

Kuru Otlar Üstüne Üzerine

Yazarın notu: Okuyacağınız yazıda sürpriz bozacak bir yorum bulunmamaktadır. İnsanlar roman okumayı bıraktılar. Film ve dizi izlemeye deva...