Bu Blogda Ara

1 Temmuz 2014 Salı

Nuri Bilge Ceylan'ın Kış Uykusu

ÖNEMLİ NOT: BU YAZIYI OKUMADAN ÖNCE BU YAZININ ÜCRETİ OLAN 4 LİRA'YI İŞBANKASI 1095077632 NOLU HESABIMA GÖNDERMEYEN ŞEREFSİZ, EMEK HIRSIZIDIR: Merhaba. Nuri Bilge Ceylan Efendi’nin Kuş Uykusu filmini izledim. Gerçekten uçan memeliler ile ilgili çok hoş bir belgesel olmuş. Ceylan’ın Fransız Ulusal Yetimhanesi kontenjanından faydalanıp aldığı ödüller benim için hiçbir zaman belirleyici olmadı. Fakat bazen ödüller güzel eserlere de gider, denk gelir. Bazı şarkılar hem estetik algısı keskinleşmiş kişiler hem de havas tarafından beğenilebilir. Böyle bir şarkı biliyorum ama şu an aklıma gelmiyor, iki yıl evvel çıktı, şimdi yutupta 70 milyon tıkı geçmiştir.

Orhan Veli okuyordum bu yaz onda gördüm, disiplinlerarasılığı yerin dibine batırıyor. Şiirde öykü olmaz diyor. Olsa da şiirin hudutlarını aşamaz diyor. Sinemada da bu böyledir. Kameranın kendi mekaniğinden roman okutamazsın, yani objektifini bir romanın ya da senaryonun sayfalarına çevirip, bir-bir buçuk dakikada bir sayfayı çevirerek seyirciye film çekemezsin. Nuri Bilge roman ve fotoğraf sanatını hep sinemanın hududundan geçirdi ve film yaptığını iddia etti. Sinemaya sakat muamelesi yapıyor. Ne yapıyorsun sen? Burası sinemanın başladığı yer zaten. Buna bineceksin, gerekirse şiiri, fotoğrafı, romanı, öyküyü, diyalogu kırbaç gibi kullanabilirsin. Bana, mimiklerden başka ancak ve ancak kamera yardımı ile aktarılabilecek bir imge bulabilir misiniz filmde? Anlamadın tabii, geri zekâlısın çünkü tersinden anlatayım. “Cihat o kadar öfkelendi ki, Leyla’nın kendisine yaptıklarıyla, onun Leyla’ya yaptıkları arasındaki farkın, güneşin doğuşuna tesirini düşündü.” Az önceki cümleyi filme çekebilir misin? Çekemezsin. Çünkü o sadece düzyazı diliyle aktarılabilecek bişi. İşte sinemada da böyle şeyler var, ancak gözlerinle izleyebileceğim şeyler, SİNEMA DİLİ. Kış Uykusu’ndaki ev ve toprak manzaralarını demiyorum, her nedense saçları başları tavırları Fransızlara benzeyen oyuncuların hareketlerini demiyorum. Bu benzerlik Orhan Pamuk’un Kar romanında da var. Hazret romanı İngilizceye çevrilsin diye yazmış, BBC muhabirinin Kars’ta tuttuğu günlükler gibi bir roman, çevrilecek, çevrilebilecek ve ödül alacak/alabilecek. Sinema sinemada kalır. Şiir şiirde kalır abiler. Ondan bir parça bundan bir parça alarak eser ortaya konmaz.

3 saatlik filmin çoğu kapalı iç mekânda geçen diyaloglarla geçiyor. Karı kocanın birbirine laf sokması, abi kardeşin birbirini çekememesi. Sanki hiç görmedik bunları aq. Herkesin evinde olan şeyler. Şimdi bunu yansıtmanın ne anlamı var. Gerçi olmalı, bu tarz bir Anadolu Otantikliği yapmadan muhabbeti kesip atan Fransız’a ilginç gözükemezsin. Neyse, zaten hiçbi diyalogu sonuna kadar dinlemedim. Daha beterleri romanlarda var çünkü, Haluk Bilginer’in dublajına gerek yoktu. Keşke burada salıverilen ata ve öldürülen tavşana da anlam yükleyebilseydim ama yapamıyorum, çünkü filmdeki burjuva aydını karakterin hareketlerine anlam veremediği gibi bu senaryoyu yazan aydının da senaryo aşamasındaki metafor algısına güvenmiyorum. Reha Erdem filmde tavşan öldürse hemen gidip google’da “Tevrat ve Kur’an’da tavşan”, “mitolojide tavşan” diye araştırırdım. Bu filmde araştırmıyorum. Filmin tek güzel yönü Nejat İşler’in oynamış olması. Nejat İşler genç yaşta ölecek gibime geliyor. Ne kadar filmde gözükse o kadar iyi.


Bir sayfayı aşıp tık sayımı düşürmeyeyim. Lafı dolandırıp taksimetreden kazanmayalım. Kestirmeden diyelim. Sinemacılarımızı sanata davet ediyorum. Yapamıyorlarsa bıraksınlar. Yeni hobiler geliştirsinler. 

3 yorum:

Keşke bizi de kamyonlara koyup taşısalardı.

Keşke bizi de kamyonlara koyup taşısalardı kavunlara haksızlık oldu. Cadde-i Kebir’e bir damla kan düşmesin diye yapıldığını farz ettiğim ku...