Bu Blogda Ara

9 Ocak 2023 Pazartesi

Aylaklık Üzerine Çok Mühim Bir Makale

Toplum ve edebiyat kamusu tarafından allanıp pullanıp önümüze getirilen tembellik, flanörlük, serserilik, bohemlik, şairanelik, edebiyat adamlığı olarak adlandırılan o tuhaf ve gülünç yaşam şekline bazı düşünürler nefretle yaklaşır. Hemen sizin yerinize internete giriyorum: Flanör (Fr. flâneur), 'aylak kent gezgini' anlamında kullanılan Fransızca kökenli kelime. Bu sözcük belirli bir karakteri yansıtır. Şehirde koşturan, çalışan diğer insanların aksine flanör, sakince sokakları dolaşır, gözlem yapar ve düşünür. Kalabalıklar içinde yalnız bir şekilde gezer. Herhangi bir amacı yoktur. Edebiyat kaynaklı flanör sözcüğü ile genellikle erkek bir karakter kastedilmekteydi. Bu sebeple daha sonra, kadınlar için kullanılan flâneuse (flanöz) kelimesi ortaya atıldı. Malum sitedeki bilgiler böyle çevrilmiş Türkçeye. Katılıyoruz. Derhal Walter Benjamin’in Pasajlar[1] eserine koşuyorum.

“Flâneur’ün kişiliğinde aydın, pazara çıkmıştır. Niyetinin pazarı görmek olduğunu söylerse de, aslında niyeti kendisine bir alıcı bulmaktır. Henüz koruyuculara sahip olduğu, ama pazarla da tanışmaya koyulduğu bu geçiş döneminde aydın, boheme olarak belirginleşir. Ekonomik konumunun belirsizliğine koşut olarak, politik işlevi de belirsizdir. Bu durum, hepsi de boheme çevresinden gelen meslekten komplocularda en çarpıcı biçimde dile gelir. Meslekten komplocuların ilk çalışma alanları ordudur; bu alan sonradan küçük burjuva kesimine, zaman zaman da işçi sınıfına kayar. Ancak bu kesim, asıl hasımlarını işçi sınıfının liderlerinde görür. Komünist Manifesto, bunların politik varlıklarına son verir. Baudelaire'in şiiri, gücünü bu kesimin başkaldırısındaki coşkuda bulur. Baudelaire, toplumdışıların safına katılır. Tek cinsel birlikteliğini de bir fahişeyle kurar.” (s.99)

Benjamin’in 100 yıl önceki yorumunu gönümüzde internette dolaşan şarlatanlara uyarlayabilir miyiz? Ya da birkaç delil daha topladıktan sonra mı düşünsek?

“Eğer pasajlar yapılmasaydı, Flâneur gibi dolaşmanın önem kazanması herhalde çok güç olurdu. 1852 tarihli ve resimli bir Paris rehberinde şu satırlar yer almaktadır: “Endüstriyel lüksün yeni sayılabilecek bir buluşu olan pasajlar, bina kitlelerinin arasından geçen, üstü camla örtülü, mermer kaplı geçitlerdir; bina sahipleri bu türlü spekülasyonlar konusunda aralarında uzlaşmaya varmışlardır. Işığı yukardan alan bu geçitlerin iki yanında en şık dükkânlar yer almaktadır; böylece bu türden bir pasaj, kendi başına bir kent, küçük bir dünya demektir.” Flâneur'ün evi, işte bu dünyadır; Flâneur, gezmeye çıkanların ve tütün tiryakilerinin, her meslekten olanların “en sevdikleri yerin” vakanüvisine ve filozofuna kavuşmasını sağlar. Kendisi için ise aynı yer, belli bir sıkıntıya karşı, başka deyişle halinden memnun, gerici bir yönetimin sahtekâr bakışları altında kolayca filizlenebilen bir sıkıntıya karşı ilaç gibidir. Guys, Baudelaire’in alıntıladığı bir sözünde şöyle der: ‘Bir kalabalık içersinde sıkılabilen, aptalın tekidir. Evet, yineliyorum, bir aptaldır, hem de aşağı görülmesi gereken bir aptal.’ Pasajlar caddeyle İçmekân (Interieur) arası bir şeydir. Physiologie’lerin bir becerisinden söz etmek gerekirse eğer, bu, tefrikanın değeri daha önce anlaşılmış olan becerisidir; yani bulvarı İçmekâna dönüştürme becerisidir. Cadde, Flâneur için konuta dönüşür; sokaktaki adam, kendi dört duvarının arasında nasıl evinde olduğunu duyumsarsa, Flâneur de bina cepheleri arasında kendini evindeymiş gibi duyumsar. Onun gözünde emaye kaplı parlak firma tabelaları, aşağı yukarı bir burjuva salonundaki yağlıboya tablo gibi bir duvar süsüdür; duvarlar, not defterini dayadığı yazı masasıdır; gazete kulübeleri kitaplıklarıdır; cafe’lerin balkonları da, işini bitirdikten sonra eğilip sokağa baktığı cumbalardır. Yaşam bütün çokyönlülüğüyle, değişikliklerden yana bütün zenginliğiyle ancak kurşunî parke taşlarının arasında ve despotizmin oluşturduğu bir arka düzlemin önünde göverebilir - physiologie’lerin içinde yer aldığı yazılanların politik temeli, işte bu düşünceydi.” (s.131)

Günümüzde agoraya karşı taşınabilir bilgisayarlarını (mek, mekbuk) açarak çalışmış gibi yapan gazeteciler, dernekçiler, reklam ajanslarında çalışan şarkı yazarları ve Arjantinli yazar Piglia’nın dediği gibi kumpasçı, icatçı, tefsirci, ilahiyatçı, komplocu, kalpazan, dedektif kişiler; Hilmi Ziya Ülken’in dediği gibi cerrarlar, hülleciler, faziciler, yalancı şahitler vardır. Onları şehrin en kalabalık yerlerinde gözlemleyebilirsiniz. Her şeyden anlarlar ama birazcık. Her şeyden hoşlanırlar ama o şeylere ilgi duymazlar. Terry Eagleton’un briecoleur diye tanımladığı kişilerdir bunlar. Elinden her türlü ufak tefek iş gelen, her telden çalan kişi demek. Tahsin Yücel “yaptakçı” diyor. Yani ben.  

“Poe’va göre Flâneur, her şeyden önce kendini içinde bulunduğu toplumda tedirgin hisseden biridir. Bundan ötürü kalabalığı arar; kalabalık içersinde saklanmasının nedeni de, sözü edilen tedirginlik çıkış noktası alınarak aranabilir. Poe, asosyal ile Flâneur arasındaki ayrımı bilerek siler. Bir adam, bulunması güçleştiği ölçüde şüpheli konumuna girer. Anlatıcı, daha uzun sürecek bir takipten vazgeçerek vardığı sonucu şöyle özetler: ‘Bu yaşlı adam, suçun maddeleşmiş biçimidir, ruhudur, dedim kendi kendime. ‘O, yalnız kalamaz; o, kalabalığın adamıdır.’” (s.143)

Panik atağın tam tersi gibi duruyoruz biz flanörler. Antisosyalliğimiz çok derin ve gizli. Belki de psikiyatri bilimindeki anlamından tamamen bağımsız. Sinemadan, edebiyattan, siyasetten, inşaat yapmadan, kitaptan, arabadan, çimentodan anlıyoruz. Göstergebilimden, antropolojiden, psikanalizden, feminizimden, fenomenolojiden, tarihten, sanat tarihinden anlamakla kalmıyor beşeri ve fiziki coğrafyadan, kebaptan, saçtan sakaldan, köşe yazmaktan, kitap basmaktan da anlıyoruz. Anlaya anlaya mecal kalmıyor bedenimizde.

“Kalabalık, lanetlinin yalnızca en yeni sığınağı değildir; aynı zamanda toplumdışı kılınmış olan insanın kullandığı en' yeni uyuşturucudur. Flâneur, kalabalık içersinde yaşayan bir terk edilmiş kişidir. Bu konumuyla, malın konumunu paylaşır. Kendisi, bu özelliğinin bilincinde değildir. Ama bu, içinde bulunduğu konumdan etkilenişini azaltmaz. Sözü edilen özellik, Flâneur’ü hedef olduğu pek çok aşağılanmayı unutturacak kadar mutlu kılan bir uyuşturucu gibi etki gösterir. Flâneurün kendini bıraktığı esriklik, müşteri akınına uğrayan malın esrikliğidir.” (s.149)

Müşteriler gelsin beğensin diye aforizma yazıyoruz internete. Sonra bizi beğensinler diye bir bahane üretip fotoğrafımızı paylaşıyoruz. Etimiz kemiğimiz beğendirmek yetmiyor bir mal olarak bize, kanımızı canımızı da beğensinler istiyoruz. Bebekken ilgisiz mi kalmışız neyiz? Bizi flanör olmaya iten şeyin ne olduğunu bile biliyoruz sanki. “19. yüzyıl, bilgin ile ikinci sınıf eleştiri yazarını zar zor birbirine eklemleyen bir kategori yaratmak zorunda kaldı: Edebiyat Adamı” der Eagleton. Eleştiri adamı, kültürün kadını, bilginin arısı, tanıtım insanı. Hastayız çok hastayız ve tedavi olmak istemiyoruz. Lanet olsun ki hastalıklarımızdan da biraz anlıyoruz. Hastalığından biraz anlamanın bir nevroz semptomu olduğu öğretilmiş. Anlamaktan utanıyoruz artık. İnşallah bunlar bir gitsin her şey düzelecek. Kant okuyacağız artık açlıktan. 

 

Cihat Duman



[1] Walter Benjamin, Pasajlar, YKY, Ocak 2020, İstanbul, Çev: Ahmet Cemal


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Kuru Otlar Üstüne Üzerine

Yazarın notu: Okuyacağınız yazıda sürpriz bozacak bir yorum bulunmamaktadır. İnsanlar roman okumayı bıraktılar. Film ve dizi izlemeye deva...