Bu Blogda Ara

15 Nisan 2011 Cuma

Görünmezlik Taktikleri- Arter

Görünmezlik Taktikleri, Arter’de çok teze açılan bir serginin adı. Gittim, gördüm. Hatta bana çok yakın olduğu için iki kere gittim, iki kere gördüm. İki kere daha giderim herhalde. Şiir sanatı; güncel sanatın, sinemanın, müziğin arkasında yaralı-özürlü-yararsız bir hayvan gibi can çekişiyor. Bunu bir kez daha anladım. Biz şiirle hâlâ inatla uğraşanların ne kadar gereksiz ve işe yaramaz olduklarını, buradan ufak da olsa bir değer apardıklarını, yine de pes etmemenin değerini… Acımakla sevgi aynı anda gelir.

Kutluğ Ataman’dan başlayalım. Ataman reenkarnasyona inanan altı kişiyle söyleşi yapılmış. Farklı yerlerde, zamanlarda, yaşlarda yaşayan bu insanların ilk hayatlarından bahsedişleri klasik sözdizimini işlemez hale getiriyor, dizgi dağılıyor, dilin yapısı hem anlamı ifade etmez hale geliyor, hem de başka bir dile çevrilmesi nerdeyse imkânsızlaşıyor. ‘Beni bulduklarında paramparçaydım, beynim tavana yapışmıştı; öldüğümde 23 yaşındaydım; yeni karımla bazen eski karımı ziyarete gidiyoruz, o şu an 80 yaşında; oğlumla aynı yaştayız, ona babalık mı edeyim arkadaşlık mı bilemiyorum.’ Bir Beckett romanında ya da Mark Twain romanında ya da Oscar Wilde şiirinde ya da İnosco oyununda gibi hissediyoruz kendimizi. O inanmış bedenler aynı ifadelerle hiç olmayan bir önceki hayatı anlatıyorlar. Uçurucu.  


Ali Kazma’nın çokkanallı video yerleştirmesi “Yazılan”, varlık ve yokluk, bellek ve unutuş, gibi karşıtlıklar ve bunların sonsuz biçimde birbirleri içinden doğarak oluşturdukları bir aradalık üzerine düşünceyi harekete geçiriyor. Üzerine yazı yazılmış kâğıtlar yakılıyor. Bu yanma farklı ekranlarda izleyiciye sunuluyor. Cümleler bir yandan yanıp kaybolurken diğer yandan tersine çevirme ile (geri sarma) ile yanarak oluşuyor. İşlemler 6 ayrı ekran üzerinden gerçekleştiği ve farkılı cümleler üzerinden ilerlediği için metni takip etmek imkânsızlaşıyor. “Ancak dil, ölüme göğüs geren ve onu içinde barındıran hayattır.” / “Eser yok oluyor, ama yok olma olgusunun kendisi baki kalıyor ve temel olgu gibi görünüyor.” / “O zaman burada kim konuşuyor? ‘Yazar’mı yoksa?” Kitap yakmış biri olarak ortada sadece yok oluş kavramının kalmasını iyi anladım velhasıl.

Hale Tenger’in işinde Edip Cansever’in iki dizesi başrolde. “Çıkardık mı su altındaki ölüyü/ Çıkarmadık su altındaki ölüyü” Rüzgârların Dinlendiği Yer adlı şiirinden alınma… 15 adet vantilatörün çalıştığı ve uğultu çıkardığı odada yukarıdaki dizeler bir görünüp bir kaybolarak dolaşır durur odada. Korkunç. Ölen kim? Öldüren kim? Kim kimle konuşuyor?

Nasan Tur. İstanbul Diyor ki… Adlı eserinde acayip şeyler yapmış. Duvar yazılarını ve grafitiler toplayan Tur’un eseri iki parçalı. Tamamen kırmızı ile kaplı duvarın yanındaki monitörde, duvarın sprey boya ile nasıl kaplandığını görüyoruz. “Kim lan bu Erol Egemen” ile başlayan grafitici “parizyenden müjde size, şairin cehdi, faşizme inat referandumu boykot et” yazarak duvarı tamamen kırmızıya boyuyor. Artık ne yazıldığı anlaşılmıyor. Bellek ile ilgili olduğunu düşündüğüm bu eylem beni hayli etkiledi. Eserin ikinci parçası ise bir afiş. Bedava. Bir sürü duvar yazısını aynı zeminde sıralamış Nasan Tur. 10 numara kübistim bacım. Güneş ay Neptün dünya. Aşk ilkokulda komedi ortaokulda trajedi. Buraya çöp atan hayvanoğluhayvan. 53 rize…


Hoş ya! Gidin görün derim. İnsan neşe doluyor. 

1 yorum:

  1. bu tür şeyler hatalı üretilen ya da defolu ruhlara mahsus şeyler,bu tür son yıllarda artmaya başaladı sebebi ne acaba ?

    YanıtlaSil

Keşke bizi de kamyonlara koyup taşısalardı.

Keşke bizi de kamyonlara koyup taşısalardı kavunlara haksızlık oldu. Cadde-i Kebir’e bir damla kan düşmesin diye yapıldığını farz ettiğim ku...