Bu Blogda Ara

19 Aralık 2010 Pazar

Pişman Olmayanların Soyundan Gelmek-Hayriye Ünal

Şiir kitaplarının adını önemserim. Cihat Duman’ın (1984) ilk şiir kitabının adı benimle bağlantı kurabiliyor. Ya da Pişman Değilim (Yeniyazı y., 2010) İlk kitap için doğru bir seçim mi? “Ya da” bağlacı öncesine ve öteki ihtimale imada bulunuyor. Halbuki öncesinde şiir yok. Sadece Pişman Değilim olsaydı, kesinleştirerek pişman olmayanların soyundan olduğunu. Bu ihtimale ağırlık vererek başlıyorum yazıma.
İyi niyetli üçüncü kişi için üç nokta. O ben değilim. İyi niyetli değilim. Üstelik şiire iyi niyetle bakmaya karşıyım.
Duman’ın içine doğduğu koşulların oluşumunu iyi gözlemlediğimi söyleyebilirim. Türk şiirinde ‘90’ların ortalarından bu yana olup biten gelişmeleri sağduyulu ve gözlem gücünü iyi kullanarak değerlendiren kimse yok. Bazıları için mesele fazla kişisel. Bazılarıysa tüm ortayolcu ve bir sizden bir bizden gibi denkleştirme çabalarına rağmen taraflarının desteğini kaybetmekten korkuyor. Bunlar can sıkıcı ve bilindik by-pass gerçekleri.
Bunları söylerken şiirde kaybedilen mevzilere yas tutmayı geçirmiyorum içimden, ama var böyle kayıplar, neden saklamalı? Şiirin tanım değiştirmesinden yana kaygılarım yok. Şiire her zaman olduğu gibi anlam yüklenilmeye devam edilecek. Bazıları için şiir mülkiyeti ele geçirilmeye çalışılan bir tür altın pultun olmaya, bazıları için sözel beceri, bazıları içinse başka hiçbir şeye tutunamamış olmanın acısıyla kendisine tutunulan bir kulp vs vs. ne diyebiliriz? Halkımız avanta peşinde! Herkese kolay gelsin. Bana ve başka gönüllülere zor gelmeye devam etsin. Zor fakat güzel acı. Duman’ın kitabı bağlamındayız hâlâ. Onun koşullarını konuşuyorduk. Cihat Duman, şiirin, yayımlamanın, bir isim doğurmanın, dolaşıma girmenin kolaylaştırıldığı –kolaylaştığı bir dönemde şiir yazmaya başladı. Şiir kolaylaştırılabilir mi? Evet bu mümkün. Herkesin herkesleşmesi ve herkesleşmenin övgüye değer olması insani açıdan onayladığım bir gelişme. Şiirin herkese açık hâle gelmesi ve o bakımdan kolaylaşması da oldukça doğru geliyor. Hiç değilse böylelikle tuhaf kastlaşmaların önü bir miktar kesilebilir. Bunun bir süre ortalığı karıştıracağı doğru; ama sadeleşme de peşinden gelecektir. Fırsatlar ülkesi amerika gibi bir şeye dönüştü Türk şiiri. Fırsat sözcüğü bile yeterli tek başına. Hey! Var mısın yok musun? Merhaba kardeşim merhaba kahrolası!
Cihat’ın bildikleri ile mevcut şiirin bildirdikleri arasında çelişkiler yaşadığı yazdığı şiirde açıkça görülüyor. Büyük bir negatif enerji taşıyor Cihat. Yıkıcı bir enerjisi var; fakat bunu şiir yoluyla uygulamaya koymak konusunda çekinceleri var. Mevcut şiirin beğeni hizasına şüpheli bir güven duyuyor. Bunun usulsüz geçerlileştirilmesi konusunda alaycı tutumuna bakılırsa eleştirdiği de belli. O hâlde neden o şiirin güdümünü daha tavırla, restleşerek sahip olduğu yıkıcılıkla alaşağı etmiyor, adında savaş (cehd) olan biri olarak? Kendi sezgilerine güvenmemesi için bence bir neden yok. Doğrusu ya ben bu şiirleri bir eleştiri olarak okuyorum, okumayı istiyorum. Günümüz şiirinin parodisini yaptığını düşünerek okuduğumda ortaya hoş şeyler çıkıyor. Böyle bakalım; örneğin deforme mi ediliyormuş, edelim o halde. Yarısını yarası yapalım. Maaşı naaş. Ama işe bakın ki onun şiiri başkalarına oynamadığı yerlerde gerçekleşiyor. “Haydi ölürcesine soyun” diyebilmek maaşa naaş demekten daha az pratiktir.
Mesleğini, dokunduklarını, sevdiği şairleri hiçbir korkusu olmaksızın şiire taşıyor. Başlangıç için gerekli olan o kimseye hesap vermeme kafasına sahip. Bu iyi işaret. İntikam duygusu da. Bu kirli geçmişli mağdur benlik, ona “yapılanların hıncı”nı kimden çıkaracak merak ediyorum. Mağduriyetin faili yok çünkü. Öfkenin yöneldiği şeyler belirsiz. Yine de şiiri belirleyen duygu öfke. Bu öfkenin içinde siyasi bir bakışın izleri ve tarihin yansıması -yeterince netlikle- bulunmuyor. Kişisel öfkeninse –ki bu hayatı bir hastalık olarak algılamanın da bir sonucu- daha seçik ve geçerli nedenleri şiirde hissettirilmelidir. Ordan bile insanoğlunun dünyada nasıl bulunuşuna dair esaslı bir ipucu elde edebilirdik. Bir tedavi yöntemi olarak asabilik; dışta bırakılmışlığın, yoksunluğun, azlığın verdiği acıyı şiirle dindirmeyi önermek anlamına geliyor. Cihat’ın, öfkeyi şiirle dindirmek istemesi bende garip bir huzursuzluğa sebep oldu. Onun yakıtı öfke. Öfke dinerse şiir de diner.
Tehlike yavaş yavaş yalnızlığa dönerse, tehlike ortadan kalkarsa şiir de ironiyle yetinmeye başlayacaktır, ki bu bugün şiirimizde anlaşıldığı anlamda hiçbir zaman yeterli değildir. Teknik anlamda, onun bu isteği şiirde eksiltili mısra sonları, bilinçli kopuk sözdizimi ile sonuçlanıyor. Sevdiği bazı şairlerin ona ettiği kötülüklerden biri bu: ironiyle yetinmek. Oysa ironi şiire getirilen “hileli bir yol” olarak nadiren tutarsızlıklarla tatmin olmak istemez; sıkça bunu ister. Duman, daha uzun bir şiir yolu için hazırlanıyor olduğu için bu ona yeterli gelmeyecektir. Umarım.  
Cihat’ın etkililik açısından öfkeden sonra gelen şiirsel araçları ise sözcükte tek harf değiştirmek / eklemek / çıkarmak suretiyle anlam ataletini bozduğu deyim ve kalıplarda sağladığı yabancılaştırma işlemi ve ironi. Yabancılaştırmaları salt sözcük oyunu olarak kalabiliyor, yine de etkili.
Bir şairin ironiyi kullanma sebebi olarak kişinin o özel farkındalık (sözgelimi inanç, arzu ve korkularıyla yüzleşme ve bu karşılaşma esnasında da -belki- bunların ortak, uzak bir anlamı olmadığını fark etme) düzeyine ulaştıktan sonra geri inememesi/dönememesi olduğunu düşünürüm. Bir tür bozulmuş güzellik, kaybedilmiş habersizlik gibi. Kierkegaard’ın ironist tanımına bakalım, bu alıntı, şiirin uzun vadeli serüveni açısından, ironinin şairin omzuna patlayan bir silah olabileceğini de ima etmektedir: “İronist kendisini ve çevresini mümkün olduğunca büyük bir şiirsel yetenekle ürettiği, tamamen kuramsal ve olasılıklara dayalı yaşadığı için, hayatın sonunda bütün devamlılığını kaybeder. (…) Ama ironistin hayatında devamlılık olmadığı için, en karşıt duygular birbirlerinin yerini alır. Ansızın bir tanrıdır, hemen ardından bir kum tanesi. (…) [İ]ronist bir şairdir (…) Herşeyi şiirselleştirir, özellikle de duygularını. (…) [İ]ronist için duyguların gerçekliği yoktur; zaten karşıtlık biçimi dışında duygularına ifade kazandırdığı da pek görülmez. Acısı, şakanın kendisine has kimliksizliğinde gizlenir; mutluluğu ise nefretinde saklıdır.”
Burada tanımlanan modelin süreklilik ve şiir adına bazı kaygıları olmadığı sürece ortada hiçbir sorun yoktur. Hatırlayalım: İroni taşlamayla sınırlı değildir ve kişinin “masumiyete alayla bakmasını” ve “erdemi bir tür yobazlık olarak görmesini” de içeren bir arayüz olarak çalışır. Şiirimiz açısından bağışlanabilir bir error gibi duruyor. İstisnalar kaide oluşturabilir. Cihat açısındansa fiyakanın ön şartı gibi. Kadınlarım size anlatacaktır.
Nostaljiden arınmış olması, melankoliyle uygunsuzca birleşen karaduygululuğu, hem cinsel hem soylu çekimser deliliği; izlediği şiir siyaseti ve şiirleri arasına koyduğu uzaklığı geçici olarak kapatıyor ve beni temin ediyor ki: “Şiir bazen gecikir ama gelir”. 


Hece Dergisi, Ekim 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Kuru Otlar Üstüne Üzerine

Yazarın notu: Okuyacağınız yazıda sürpriz bozacak bir yorum bulunmamaktadır. İnsanlar roman okumayı bıraktılar. Film ve dizi izlemeye deva...