Bu Blogda Ara

19 Aralık 2010 Pazar

Gidiyorum Bu Hakkında

I.              AÇILIŞ
Büyük eleştirmenlerin, küçük okurların ve diğerlerinin çeşitli sebeplerle görmezden geldiği bir kitaptır Gidiyorum Bu[1]. Kimileri tarafından anlamsızlıkla suçlanan kitap, kimilerince de tesadüfîlikle itham edildi. Kitabı beğenenler ise bunu, Ah Muhsin Ünlü’nün yenilikçi tarafına bağladılar.
Türk şiir ortamında ne vakit bir “yenilik” kelimesi duyulsa ya da yazılsa, karşılığında “e bunlar daha önce yapılmış şeyler”  çekincesi dillendiriliyor. Daha önce yapılmış şeyin şimdi yapılması neden yenilik olmasın? Mesela, çocuk doğurmak elbette geleneksel bir eylemdir; ama doğan çocuk yeni bir çocuktur. Şiirde yenilik diye icra edilen şeyin aslında ne olduğu ancak bir sonraki zaman diliminde anlaşılıyor. Bu yüzden bir sonraki zaman diliminin olamayabileceği şu ahir zamanda daha temkinli davranmak gerekir kanaatindeyim.
Gidiyorum Bu,  gerçekten meselesi olmayan bir kitaptır. Buradan şiirin meselesi olur mu olmaz mı tartışmasına girmeden bu kaygısızlığın, aslında misyonunu yitirmiş başka her şeyin bir parodisi olduğu hükmüne varabiliriz. Gidiyorum Bu aslında bu bakımdan bir eleştiri kitabıdır. Postmodern zamanda şair, aynı zamanda eleştirmendir. Cemal SÜREYA’nın ünlü dizesini bozarsak “şiir bir saldırmama eylemidir”. Şiir yazmadığı takdirde insanlığa zarar verme tehlikesi olan insanlar vardır diyebiliriz.
II.           PASTİŞ
Peki, Ah Muhsin Ünlü neden sanatın sanatını yapma gereği duymuştur? Normal şiirler yazmak varken neden bir Erbain pastişi yapmıştır? Kuşkusuz Erbain şairi, şiirimizin en büyük ustalarından birisidir. Bu bakımdan şimdi burada isimlerini sayamayacağımız birçok şaire selef olmuştur. Özellikle Gidiyorum Bu’nun yazılma döneminde (1993-1998) çok daha genç olan bu halefler bu hallerini açıkça ortaya koyuyorlardı. ÜNLÜ’nün, dört-dört-beş,  dört-dört-yedi, yedi-yedi hece birimlerini sıklıkla kullanması, yargı cümleleriyle kıtaları sonlandırması, şekli deneysellik, başlıkları uzun tutması, günlük dili hece ölçüsüyle kullanması gibi birçok durum Erbain’de vardır. Sadece İsmet ÖZEL değil, Ece AYHAN, Cahit ZARİFOĞLU, Cemal SÜREYA, Erdem BEYAZIT ile bağlantısı bağlamında da yukarıdaki yargılara varabiliriz. Ayrıca pastişte, parodide olan eleştiri, güldürü ya da hayranlık gösterisi amacı yoktur. Pastiş, postmodern eleştirmenlerce içi boş parodi olarak tanımlanır[2]. Bu durumda ÜNLÜ’nün, Erbain pastişi ile İsmet ÖZEL taklitçilerinin parodisini yaptığını çok rahat söyleyebiliriz.

III.       
Gidiyorum Bu’da çok yoğun bir tiyatro metni parodisine rastlanır. “Konsere Gitmeden Önce Hazırlık Yapan Kadınlar” ve “Edebiyattan Nefret Ediyorum Ama Bu Sana Ne Tür Bir Tabanca Sağlar ki?” adlı şiirler diyaloglarla kurulurken, çoğu şiirde teatral öğelere rastlamak mümkündür. Bu da bize ÜNLÜ’nün aynı yerden beslendiklerini düşündüğümüz Beckett, İonesco, Stoppard, Wilde gibi ironist yazarlardan etkilendiğini gösteriyor. Mesela İonesco’nun Jack Ya Da Boyuneğme[3] adlı eserinde ya da Wilde’ın Ciddi Olmanın Önemi[4] adlı eserinde Gidiyorum Bu’daki metinlerarasılığı gösterecek birçok örnek bulunabilir. Tüm bunlar ÜNLÜ’nün şiir dilinde yaptığı melezleşme çabalarındandır.
“VERESİYE SATAN (sağdan girer) : Peki ağaçlar neden çekip gitmezler o zaman?
PEŞİN SATAN (kendi kendine söyler gibi): Çünkü hakikat gayetle ağır bir meslektir[5].”
Aşağıdaki metinle İonesco’nun  Kel Şarkıcı[6] isimli piyesinde geçen metin (İTFAİYE ŞEFİ: Peki anlatıyorum. ‘Köpek ile öküz’, deneysel öykü: bir gün öküzün biri köpeğin birine sormuş: hortumunu neden yutmadın? diye. Bağışlayın, demiş köpek, kendimi fil sanmıştım da ondan.) birbirine çok benzemektedir. Fakat ÜNLÜ’nün metninde akıl oyunlarının yanı sıra dil oyunları ve bazı yerlerde sözcük bozumları, zaman kaymaları yapılarak metnin şiirselliği arttırılmaya çalışılmıştır:
“Bir gün mütevazı ölen koyun ormanda dururken, mütevazı ölmeyen koyun onun yanına gelmiş. Mütevazı ölen koyun: “Ne güzel yününler var öy ile dedi. “Ha ha ha!
Bildiriyorum kendime” dedirtti kendisine mütevazı ölmeyen koyun da. Gitti.
-SON-[7]
IV.        ABSÜRD
Kitapta ÜNLÜ’nün kişisel arkeolojisiyle ortaya çıkabilecek muğlâklıkların olduğunu yadsıyamayız. Özellikle dini terimlerin (Rabbim, mescit, İsa, namaz, şeyh, Allah, seccade, Hallac, Mevlana, Ebu Dücane, ve’lasr, Radiallahuan, çarmıh, ) çok ama bir zemine oturmadan geçtiği mısralar yukarıdaki yorumu doğrular niteliktedir.  Tam burada Kierkegaard’ın “Mutlakın karşısında sadece tek bir mutlak vardır, o da saçmalıktır[8].” sözünü hatırlayabiliriz.  Absürd, ÜNLÜ’de en çok kendini ciddiye almama biçiminde tezahür eder. Bu da ÜNLÜ’nün kendini betimlerken başvurduğu terimlerin değişmeye maruz olduğunun[9] farkında olduğunu bize gösteriyor.  Aşağıdaki bölüm, söylediklerimiz için iyi bir delildir sanıyorum:
“Kuş patladı, Allah vardır, bisiklet söylüyorum
Fotoğrafı ve’l asr ile açıkla derdi babam
Kuyulardır, derindir, içinde adam vardır
Yusuf bile düşmüştür Aleyhisselam![10]
İlk dizedeki İkinci Yeni, ikinci dizedeki İsmet ÖZEL parodisi, üçüncü dizedeki Sezai KARAKOÇ ve son dizedeki mistik tavır ve tüm bunlar arasında baş gösteren uyumsuzluk kitap boyunca karşımıza çıkmaktadır.
V.           ÇOCUK SÖZCÜK DAĞARCIĞI
Kitapta birçok yerde alenen belirtilen,  yoğun bir anne özlemi hissettirilmiştir. İşte birçok şiirde şairin, çocuklar gibi düşünmesini ve şiirini o şekilde kurmasını buna bağlayabiliriz. Kitap, “tüm eve dönmek isteyenlere” ithaf edilmiştir. Eve, çocukluğa, ilkokula dönüştür bu. Bu isteğin bir yetişkin[11] ağzından anlatılması ÜNLÜ’ye pek de samimi gelmemiş olmalı:
“Sevgili Güllük;
İnsanlar sabahları uyanırlar. Güneş sabahları doğar. İnsanlar işe giderler. Ayakkabı giyerler. […] Yer vardır. Ona basılır. Yaz olunca denize girilir. Balıklar yüzeler. Yeşil vardır. […] Anne vardır. Baba ve kardeşler vardır. Bazen onlardan bir ya da bir kaçı ölürler. Ölünce toprağın içine gömülürler. […] çiçekler topraktan çıkarlar[12].”
Aynı tekniği Oğuz ATAY’ın Tehlikeli Oyunlar[13] adlı romanında görürüz. Komşu kızına ödev yazdıran Hikmet Benol, ona anlayacağı dilden konuşur: “Biz köylüleri çok severiz. Şehre gelirlerse onlardan kapıcı ve amele yaparız. Satırbaşı. Ülkemizde dağ vardır, ova vardır, akarsu vardır, tepe vardır, girintili çıkıntılı kıyılar vardır, çakıl parçalarına ve kuşlara benzeyen göller vardır, ağzını açmış sivri burunlu ve kuyruklu bir kurbağaya benzeyen bir iç denizimiz vardır, yeşil düzlükler ve kahverengi yükseltiler vardır. Bu görünüşüyle ülkemiz, ilk bakışta, başka ülkelere benzer. Bu bakış, kuş bakışıdır. İlkbaharda ülkemiz yeşillenir; sonbaharda eski bir harita gibi sararır, solar. Satırbaşı. Ülkemizde tarım ürünleri yetişir kuru üzüm ve incir yetişir. Önce ıslak yemişler yetişir. Onları güneş olan yerlerde kurutarak kuru yemiş yetiştiririz. İngiltere’ye göndeririz, onlar da bize gerçek gönderirler. Gerçek tohumları gönderirler. Biz o gerçeklerden, kendimize göre gerçekler yetiştirmeye çalışırız[14].”
Yine “Sokağımız” başlıklı şiirde adeta bir çocukla röportaj yapılmaktadır.
“Toplam ağaç sayısı:4
Ağaçların renkleri: vücutları ağaç vücudu rengi, yaprakları yeşil.
Vücutlarında kireç mi var? : hayır, yok.
Ağaçların cinsleri: bilmiyorum
Başka neler var sokağımızda? : birçok şey daha var[15].”
VI.        “NE DEDİĞİMİ BİLMEMEK İSTİYORUM”
“Çarmıha Gerilişten Ayrıntı” adlı şiirde geçen bu mısra, Ah Muhsin ÜNLÜ’nün poetikasının anahtarıdır. Bir şey söylemek, anlaşılır bir şey söylemek, anlaşılmaz bir şey söylemek, bir şey söylememek, ne söylediğini bilmek, ne söylediğini bilmemek, ne söylediğini bilmek istemek, ne söylediğini bilmek istememek gibi bir ayrım yapıldığında ÜNLÜ’yü son başlık altında değerlendirebiliriz. Göstergebilim açısından durumu imleyen Oğuz ATAY, karakterine “Kelimeler, albayım,  bazı anlamlara gelmiyor[16].” dedirtmiştir. Yine aynı eserde “Düşündüm ki, bu söylediklerimle ne demek istediğimi hiç anlamıyorum.” diyen anti kahraman Hikmet Benol kendi paradoksunu bir kez daha okura göstermiştir. Bu yargı tamamen nihilist bir yaklaşım olarak değerlendirilmemelidir. Daha önceki inceleme yazımızda da[17] söylediğimiz gibi, eylemsizlik gibi duran bu tavır gizli bir fatalizmin göstergesi de olabilir. Ne dediğini bilmemeyi istemek kendi şeytanından korkan bir insanın kendini betimleme yoludur. Ve benliği yok etmek adına şiirdeki özne yok edilir.  Bazen de kepaze edilir. Her ne kadar metafizik, paradoksa karşıysa da, son tahlilde paradoks metafiziği ve mistik olanı doğuracaktır. Çünkü ne olursa olsun şiir kitabı çıkarmak ciddi bir suçtur ve kelimeler bu suça ortaktır.  İşin bu derece şakaya getirilmesi gerçeği anlamsız kılmak içindir. Hangi gerçeği diye soracak olursak: Acı gerçeği.
VII.     SONUÇ
Felsefi bir metot izlemeden felsefenin meseleleriyle dalga geçilen kitapta sonuç olarak okura kalan şey buruk bir tebessüm ve kafa karışıklığıdır. Sadece yazarının anlayabileceği özel ironi durumları haricinde kitaba hâkim olan istihza kitaba devam etmemizin tek nedenidir. Kitabın, müstear isimle yayımlanması ise yukarıda da söylediğimiz gibi özneyi yok etme eylemine paralel bir davranıştır. Kendi deyişiyle şair, mezarına muntazaman çiçek koymaktadır.
Kitapta, günlük söyleyişlere sıkça yer verilmesi şiirlere çok sesli bir özellik kazandırıyor. Günlük söyleyiş postmodern zamanda okurla metin arasında bir ünsiyet doğuruyor. Eğer sanat gerçekten de haz almaksa, okur, bu ünsiyet sayesinde alacağını almış oluyor. “Haydi, iç de çay koyayım[18]” gibi basit bir cümle şiirde kendine yer bulunca tüm şiirin kaderi değişebiliyor.
Türk şiir ortamında, kuşak ve hatta doksan kuşağı denen bir sahne varsa[19] (ben ikisine de inanmıyorum), Ah Muhsin Ünlü en aykırı karakteri oynamıştır kanımca. “Belki de şair olurum ve seni de aldırırım yanıma[20]” dizesindeki ihtimali tekrar hatırlamak dileğiyle.



* Derrida.
[1] Ah Muhsin Ünlü, Gidiyorum Bu, Sel Yayıncılık, 2005. Bu çalışmada başlığını verdiğim tüm şiir alıntıları bu kitaptandır.

[2] Beliz GÜÇBİLMEZ, Sophokles`ten Stoppard’a İroni ve Dram Sanatı, Ankara, 2000.
[3] Eugene İonesco, Jack Ya Da Boyuneğme, (Çev. Pierre CAPORAL- İbrahim DENKER), İstanbul, 1964.
[4] Oscar WILDE, Ciddi Olmanın Önemi, (Çev. Murat ERŞEN), İstanbul, 2006.
[5] ÜNLÜ, “Konsere Gitmeden Önce Hazırlık Yapan Kadınlar”, aynı eser, s. 40.
[6] İonesco, Kel Şarkıcı, (Çev. Ülkü TAMER-Genco ERKAL), De Yayınevi, 1961.
[7] ÜNLÜ, aynı yer.
[8] Kierkegaard, Kahkaha Benden Yana, (Çev. Nedim ÇATLI), İstanbul, 2000.
[9] Richard Rotry, Olumsallık, İroni ve Dayanışma, (Çev. Mehmet KÜÇÜK-Alev TÜRKER), İstanbul 1995.
[10] ÜNLÜ, “Kutub-u Şikeste”, aynı eser, s. 21.
[11] “Yetişkinliğiyle aşamadığı veya anlatamadığı birçok şeyi ancak çocuk taklidi yaparak haklayan bazı insancıklar…” Bk. Raif KADIOĞLU, “Çocuktan Al Şiiri”, Yeniyazı Edebiyat Dergisi, S. 1, İstanbul, 2009, s.76.
[12] ÜNLÜ, “Opus Magn Mu Provaları-II”, aynı eser, s. 33.
[13] Oğuz ATAY, Tehlikeli Oyunlar, İstanbul 2004.
[14] ATAY, aynı eser, s. 111.
[15] ÜNLÜ, “Sokağımız”, aynı eser, s. 45.
[16] ATAY, aynı eser, s. 101.
[17] Cihat DUMAN, “Edebi Sanat Olarak İroni”, Dergâh, S. 220, İstanbul, 2008.
[18] ÜNLÜ, “Hatırlat da Haziranın Sonlarında Çocukluğumu Yakalım”, aynı eser, s. 15.
[19] Bk. “Doksanların Dokusu”, Karagöz Dergisi, S. 9, İstanbul, 2009.
[20] ÜNLÜ, aynı yer.

Cihat Duman, Heves Dergisi, Nisan 2010

2 yorum:

Kuru Otlar Üstüne Üzerine

Yazarın notu: Okuyacağınız yazıda sürpriz bozacak bir yorum bulunmamaktadır. İnsanlar roman okumayı bıraktılar. Film ve dizi izlemeye deva...