“Ceza, suçluyu ıslah etme niyeti
gütmekten çok çiğnenen yasanın
kutsiyetini onarmak ve kutsal yasaya
yeniden eski saygınlığını
kazandırmak amacı güder.”
Foucault
Süreyyya Evren’in ilk şiir kitabı 23 Nisan Ağıdı[1], teması çocuklar olan bir kitap. Kemalist rejimin, taş atan çocuklara uyguladığı cezalar ve ‘uyguladığı’ bayram üzerinden bir şiir kurulmuş. Kimi şiirlerde genel çocukluk halleri gerek tarihsel gerek otantik bir biçimde ele alınıyor. Türkiye’de mevcut düzenin seng-i ibret namına cezalandırdığı çocuklar son yıllarda hem dünya basınında hem de özgürlükçü çevrelerce tepkiyle karşılandı. Bu durumun şiirle anlatılması şüphesiz hususi bir öneme sahip. Filistin veya benzer yerlerde yaşanan insanlık dışı olaylardan ziyade çok yakınımızda cereyan eden olaylara kayıtsız kalmamak elbette her şairin görevidir. Bu bakımdan Evren’in yaklaşımı insani ve takdire şayan bir eylem. 23 Nisan 1920’de memleketin ileri gelenlerince, geri gidenlerini yönetmek için kurulan kurulan meclisin millet adına çıkardığı kanunlardan yine en çok millet zarar gördü. Özellikle terörle mücadele kapsamında çıkarılan yasaların uygulayıcısı “asker” olunca bu uygulamaların denetimi mümkün olmadı. Nihayetinde her savaşın ortak sonucu olan çocuk ölümleri gerçekleşti. Bazı bölgelerin göğü çocuk hayaletleriyle doldu. Bu da yetmezmiş gibi yargı, savaşa/teröre/patlıcan bahçesine/her ne ise artık olan o şeye malzeme yapılan çocukları, imzaladığı uluslararası sözleşmeleri de çiğneyerek yargıladı ve cezalandırdı. 23 Nisan Ağıdı’nı az önce anlattığım filmi aklımızda tutarak okumamız gerekiyor. Kitapta bölüm başlıkları bulunmamasına rağmen kitabı iki bölüme ayırabiliriz. Bir kısım şiirler az öncede bahsettiğimiz temayı işlerken bir kısım şiirler ise nevi şahınsa münhasır özellikler sergilemekte. Dikkat çeken üç durum söz konusu. Şairin küfür kullanması, bazı şairlere onlardan alınan ödünç dizelerle göndermelerde bulunması ve düzyazı rejimiyle şiirler oluşturulması.
Cahit Zarifoğlu’nun özellikle “ve çocuğun uyanışı böyle başladı” adlı şiiri olmak üzere bir çok şiirinde çocukluğa vurgu vardır. Zarifoğlu’nun çocuklara ütopik yaklaşması, onlara geleceğin insanları olarak bir değer atfetmesi olgusu, Ece Ayhan’da çocuklara yapılan zulmün şiirle cezalandırmaya çalışılmasıyla kendini gösterir. Meçhul öğrenci anıtı, ilgili cezanın infazına iyi bir örnektir. Bu iki şairin ortak bir noktası vardır. Anlattıklarını karşılayabilecek en iyi biçimi (formu) seçmişlerdir. Biçim ve içeriğin uyumundan okura sunulan yüksek bir haz vardır. Sanat’ın bir anlamı da budur Kant’a göre. Buna şiirde duygu ve düşünce dengesini korumak da denebilir. 23Nisan Ağıdı’nda ise yukarıda bahsedildiği gibi, şiir bir öç alma aracı olarak kullanılmış. Fakat şiirin üslubu, yapmak istediği şeyi gerçekleştirmesine engel oluyor.
“bugün 23 Nisan, sular kesik
başladığına lanet okuyor insan
güne başladığına şiire başladığına üsluba başladığına
başlarım bayramına bayramiçine çocuğuna da sucuğuna da
şekerlisine de şekersizine de
başlamışım” (Taksim Meydanı’nda, s.22)[2]
“bugün 23 Nisan
yeniden yeniden ölüyor insan
kitabını sikiyim lirizm düş yakamdan” (Beyazlar içinde hep annem, s.10)
“şampiyon kokoreççide şampiyon olacağız liginizi bilin, liginizi
bilin, dendiyse bize-” (Alçak bir babanın oğlu, s.28)
Günlük konuşma dili veya düzyazı diliyle naratif bir şiir yazıyor Süreyyya Evren. İmge, metafor, mecaz gibi durumlara pirim vermiyor. Fakat, şiirselliği öldüreyim derken, şiire de zarar veriyor. Örneklerden de anlaşılacağı üzere bu şiir, şiir tarihimizde yazılmış hiçbir şiire karşılık gelemiyor. Özgünlüğü bakımından iyi bir metinle karşı karşıyayız. Fakat bazı göndermelerden başka hiçbir sanatın tatbik edilmediği bir metne nasıl şiir diyeceğiz? Günümüzde az da olsa şiir ve düzyazı arasında bağ kurmaya çalışan şairler var. İçerikten kaybettiklerini biçimden kazanıyorlar. Fakat 23 Nisan Ağıdı’ndaki şiirler tema uğruna zarar görmüş şiirler. Bu söylerken kitapta, temadan bağımsız şiirleri (Lanet, Korku, Tren,vb.) mahfuz tutmak gerekiyor. Çocuklar, iktidarın çocuklara yaptığı işkenceler üzerinden okunabilecek şiirlerin sahihliği tartışma konusu yapılabilir. Çünkü bu şiirlerde çok rahat bir söyleyiş söz konusu. Söz, eğilip bükülmeden hedefine ulaştırılıyor. İçeriği hakkıyla aktarabilecek bir biçimden yoksun bu şiirler. Ne İzzet Yasar’daki devlete uygulanan satir, ne Ece Ayhan’daki atonallik ne de Zarifoğlu’nun minimalizmi yok bu şiirlerde. Hal böyle olmakla birlikte Evren’in şiirini belirgin kılan şey, düzyazıya yakın duran bir dizge, yersiz yapılan küfür ve gayet yerinde yapılan göndermeler. Gülten Akın, Turgut Uyar, İlhan Berk, Ahmed Arif, Ece Ayhan ise kimi zaman isim vererek, kimi zaman mısra ödünç alınarak kimi zaman da mısra deforme edilerek selam gönderilen şairler olarak göze çarpıyor kitapta.
“İki gözüm sevgilim sen söyle hayın karanlık mıydı gece
Yoksa ben miydim o gece ibne” (Bir gün çıktım kapılarına, s.7)
“Her şey naylondandır zararsızdır parkımızda demişlerdi
Halbuki her şey bana girdiği kadardı” (Tahterevalli istilası, s.9)
“Ah gerçekten de vaktim yok durup ince şeyleri anlamaya
Döktüğüm ekmek kırıntılarını ağzımla toplamam gerek
Ah sıçtığım çarşaflarda dövülmem gerek acilen ezberlemeliyim
İNCE ŞİİRLERİ İNCE SÖZLERİ İNCE FORMÜLLER”İ(Ah ah, s.17)
Öznenin kimi zaman kendi dağarcığını kimi zaman da ‘çocuk dil dağarcığı’nı kullandığını görüyoruz. Çocuk dil dağarcığının kullanıldığı mısralarda enteresan imajlar yakalıyor Evren.
“korkutulmuş bir heyyo
hulohop her şeyi çözebilirdi sabredilse, belde
bir sigara daha beklense bir bel daha tutulsa
yanlış paketi seçtin amigo” ( Heyyo, s.34)
Evren, yukarıda da bahsettiğimiz -yer yer tesadüfe de havale edilerek- düz yazı dilini eğer kendi deneyini sergilemek amacıyla kullanıyorsa şüphesiz çok cesur davranmış oluyor. Şiirlerde farklı öznelerden çıkan farklı seslerin kombinasyonu, muhatabın kaybedilmesi, zaman sapmaları, ritimsizlik gibi olgular da bu nedenle şiire dahil edilebiliyor. Kitabın temasız şiirleri, 23 Nisan şiirlerine oranla daha tanıdık. Kendi tarihimizde, şiir algımızda bir zemine oturtabileceğimiz şiirler.
“bir sözcüğe başlamak, yepyeni bir sözcüğe yepyeni derken daha
önce söylenmemiş anlamında değil daha önce sizi sokakta bırakıp
gitmemiş daha önce aldatmamış daha önce cesedinizi küvette
bırakmamış daha önce kolunuzu bükmemiş kırmamış vurup bir
kenara atmamış daha önce açılmamış bir sözcüğe mesela “serkeş”
veya “tren”.
bir sabah erkenden uyanıp tren sözcüğüne başlayan bir adamım ben.” (Tren, s.15)
Cihat Duman, Hece, Aralık 2010
[1] Süreyyya Evren, 23 Nisan Ağıdı, Komşu Yayınları, 2010, İstanbul
[2] Yazıdaki tüm alıntılar adı geçen eserden.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder