Bu Blogda Ara

16 Ocak 2011 Pazar

Tehlikeli Oyunlar Tiyatroya Uyarlanmıştır

Oğuz Atay’ın bir romanı vardır: Tehlikeli Oyunlar. Bilenler bilir, bazılarımız için bu kitap, edebiyat diye bir şey varsa işte o edebiyatın en iyisidir. Bu romanı kült Tutunamayanlar’dan ayıran en büyük özellik ise bazı meselelere odaklanmasıdır. Özel bir romandır. Oğuz Atay bu romana pek müdahale etmez. Hikmet Benol intihar ettikten sonra da Albay Hüsamettin Tanbay devralır romanı. Son bölüm o yüzden pek sevilmez. Hikmet’i, hem oyunun sonunu bilen bir oyuncu olarak Sevgi ile sahnede hem de aynı zamanda salonda yalnız başına bu oyunu izleyen bir seyirci olarak tasvir edebiliriz. Hikmet, hayat oyununda dışarıdan Sevgi ile evlidir. Akrabaları vardır. Ona enişte diyen baldızları vardır. Hikmet bu oyunda “damat sevgisinin insan sevgisine oranla çok kısa sürdüğünü” anlamıştır bir kere. Hikmet, bu oyunun sonunu bildiğini, diğerlerinden gizlemek zorundadır. Aynı zamanda izleyici olduğunu kimseye çaktırmamalıdır. Ve bir izleyici olarak sonu, şu düşüncelerle hazırlamaya çalışır: “Ve sana izin verdim ki, bilmeden yaptığın eziyet artsın. Ve sonunda artık dayanamıyorum diyebilmek için ben de bilmeden bu oyunu oynadım sana. Ve bulaşıkları yıkadım. Ve bütün sözlerimi kesmene izin verdim. Ben ki bu konuda kimseye yetki vermemişimdir. Oysa, elimin tersiyle seni yıkabilirim. Bıraktım ki, sen kendi sonunu hazırla. Ve bana bütün yaptıklarını bir bir aklımda tuttum.”

Tehlikeli Oyunlar, Seyyar Sahne tarafından tiyatroya uyarlandı. Oyuncu Erdem Şenocak ise bu işi başarıyla yapıyor. Müsaade verilirse birazcık bu performansla ilgili yazmak istiyorum. Romanda Hikmet’in yaşadığı yalnızlık ancak tek kişilik bir performansla anlatılabilirdi. Şenocak’ın kabiliyeti işte burada devreye giriyor. Ses tonundaki değişmeler, alçalmalar, yükselmeler Hikmet’i ve hayalinde yaşattıklarını gözler önüne seriyor. Dekor olarak kullanılan birbirine çapraz ve farklı yükseklikteki salıncaklar ise tam bir zekâ ürünü. Özellikle Hikmet’in iç konuşmaları ve rüya sırasında oyuncunun bu salıncaklarda sallanması bizi Hikmet’in ruh dünyasına götürüyor. Yatay ve dikey olarak mekândan münezzehlik başka türlü açıklanamazdı her halde. Oyuncunun çıplak ayakla oynaması ise Hikmet’in deliliğini bizlere taşımaya yetiyor. Romanda çarpıcı olarak değerlendirebileceğimiz birçok sahne/bölüm oyunda da mevcut. Sahneye yansıtılamayacak acayip yerler ise -haklı olarak- es geçilmiş. Romanda altını çizdiğimiz ve birçoğumuz için artık vecize olan cümleler Erdem Şenocak’ın güzel sesinden aktarılıyor. Fizyonomisi ile de Oğuz Atay’ı andıran Erdem Şenocak, 130 dakika boyunca adeta Hikmet Benol oluyor. Ağlatıyor, güldürüyor. Sanatın gücünü bir kez daha ispatlıyor bizlere.

Görmek istediğimiz yerler ve tavsiyeler:

-Salim’in Hikmet’e yazdırdığı ev ödevi (s.108) olabilirdi.
-Ha-ha ifadesi romanın ruhuna uygun olarak (fakat bağırmadan, acı bir şekilde) daha fazla kullanılabilirdi.
-Hikmet’in Albay’ın gerçek olmadığı ile ilgili görüşleri ve itirafı (s.351) gene oyun ve roman kombinasyonu açısından açıklanabilirdi.
-“En büyük hazinemiz aklımızdır” bölümündeki mektup alınabilirdi. Çünkü oyun boyunca Bilge ile ilgili büyük eksiklik var. Ne sevişme sahnesi ne de mektup yok. Sadece denize açılma sahnesi ve Fikret’le birlikte katıldıkları gece sahnesi var. Bilge’ye büyük haksızlık yapılıyordu aslında romanda. (Son yemek adlı bölümde bile Bilge yemekte yoktur. Yani 13. Kişidir. Haindir.)

Oyun, Şubat ayı içinde de dört adet gösterimle devam edecek. Ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Keşke bizi de kamyonlara koyup taşısalardı.

Keşke bizi de kamyonlara koyup taşısalardı kavunlara haksızlık oldu. Cadde-i Kebir’e bir damla kan düşmesin diye yapıldığını farz ettiğim ku...